Yalçın Küçük yeni tür bir kitap yazıyor. Bir kitabını okurken, müthiş, artık bundan daha iyisi yazılamaz derken, yeni bir kitabı geliyor ve öncekinden de şaşırtıcı, soluk soluğa okunan bambaşka bir kitap oluyor. Kitabın kurgusunu değiştiriyor, araya parçalar alıyor, kutu içinde ekler, eklerin içinde belgeler yayımlıyor. Kendisini anlatırken, bir de bakıyorsunuz iki bin yıl öncenin Roma senatosunda Sezar’ı hançerleyenleri gösteriyor, Türkiye’nin 19. Yüzyılından bir dergi bulup çıkarıyor, aydınlanma tarihimize yeni bir kapı açılıyor, bir 21. Yüzyıl despotunun tipolojisini çıkarmak için Caligula’nın tarihçesini, Camus’nün tiyatro oyununu, Tinto Brass’ın filmini kitaba getiriyor.
Gazetelerin magazin sayfalarında gözlerimizi kapatıp geçtiğimiz bir haberin kupürünü alıyor ve teşrih masasına yatırıyor, toplumsal analiz kaynağına dönüştürüyor.
Rusların “matruşka”sına benziyor, onun içinden aynı figürün bir küçüğü çıkarak çekirdeğe inilirken, Yalçın Küçük kitabında gerçeğin gitgide daha soyut ve daha anlaşılır bir yüzüne çıkılıyor. Kendisi bu yeni tür kitabına, “televizyonla rekabet eden kitap”, diyor. Her yönden iletişim saldırısı altında ve yoğunlaşma yeteneği zayıflatılmış okura göre bir kitap, onu her seferinde çimdikleyen, aklını uyaran ve gerçeğin akışına bağlayan bir kurguyla elinden tutup çıkışa götürüyor. Emperyalizm ya da onun yeni kavramıyla “tekeliyet” düzenindeki insanın aklını uzun yolda taş yemiş otomobil camına benzeten Yalçın Küçük, bu aklı onaracak, yeniden anlayabilir ve yaşama müdahale edebilir hale getirecek yollar arıyor, yeni tür kitabın bu arayışın ürünü olduğunu düşünüyorum.
Epik ve diyalektik yazım
Yalçın Küçük’ün yeni kitaplarını Brecht’in “epik tiyatro” arayışına benzetebiliriz. Brecht oyunda dramatik akışı bölmüş ve “epizodik anlatım”, parçalı bir yapı kurmuştu. Araya seyirciyi sarsacak “yabancılaştırma efektleri” yerleştirmişti. Sahnedeki olayı hep tarihsel bir çerçeveye yerleştirerek, değişebilir oluşunu ve değiştirilmesi gerektiğini vurgulamayı temel alıyordu. Yalçın Küçük’ün yeni kitaplarını, parçalı anlatımını, araya giren katkıları bir bakıma buna benzeştirmek mümkün ama daha zengin ve renklidir. Tiyatro sahnesinin darlığına sığmayacak bir insanlık tarihini ve bilimsel, sanatsal, felsefi birikimi buluşturan sayfaları diyalektik bir kurgu birbirine bağlar.
Kendisini “meloman”, müzik tutkunu olarak tanımlayan Yalçın Küçük’ün kitapları çoksesli müziğin senfonilerine de benzetilebilir. Yeni tür kitaplarında parçalar, aktarmalar, değişik diller senfonik bir örgüde bütünleştirilir. Müziğe kaptırıp gidercesine Yalçın Küçük kitabına kendinizi kaptırırsınız. Ancak usta romancıların becerebileceği heyecanla okutma büyüsü onun kitaplarının özelliğidir. Koca koca kitaplar bir solukta okunur.
Gizli şair ve romancı
Aslında Yalçın Küçük gizli bir romancıdır. Bu romanın karakterleri değişiktir. Tarihsel eylem içindeki tarihsel kişileri anlatırken, onların psikolojilerini de verir, tipolojilerin soyutlanıp ortaya çıkarıldığı somutun zenginliğinden renkler ve çizgiler eksik olmaz. Bu romanda iktisat tabloları ve yasaları da, bir tıp kitabının hastalık analizleri de yer bulur. Yalçın Küçük, tarih bilgisinin romanlarla kabalaştırılarak öğretilmesine karşıdır. Kemal Tahir’in 60’ların sonunda yayımlanan ve Osmanlı devletinin kuruluşunu anlatan “Devlet Ana” romanıyla ilgili tartışmalarda, romanla tarih yazımını, tembel okura, basitleştirilmiş, çarpıtılmış bilgilerin verilmesini çok ağır eleştirmiştir. Bunu henüz yeni yemeye başlayan bir bebeğe annesinin ağzında çiğnediği köfteyi vermesine benzetir, ne tarihin bilimsel tutarlılığı ne de romanın estetik tadı kalmıştır.
Bu eleştirileri yapan Yalçın Küçük, roman yazar gibi tarih yazmış, belki de tarih ve iktisat anlatırken roman yazmıştır. Cemil Meriç, onun için “gizli şair” demişti, buna “gizli romancı”yı eklemiş oluyoruz. Aslında edebiyatın bütün tür ve olanaklarından yararlanan bir bilimcidir Yalçın Küçük. Şairlik ve romancılık var da tiyatroculuk yok mudur? Ele alacağı olayın çerçevesini çizerken, sahneyi hazırlarken, birdenbire parlak ışıkla konuyu aydınlatırken bir tiyatro yönetmeni, ışıkçısı ya da dramaturgudur. Sahneye dönüştürülmüş kitaplarında tarihsel kişilerin rol aldığı tiyatro oyunları yazdığı da söylenebilir. Onun kitaplarında insanlık sahnesi kurulur ve bütün insanlığın savaşım ve çatışmalarından bölümler sergilenir.
Yalçın Küçük türler arasıdır. Bir bilim insanı olduğu kadar bir edebiyat insanıdır. Bir filozof olduğu kadar da bir politikacıdır. Bunların hepsine de rengini veren ve anlam kazandıran onun bir devrimci oluşudur. O yüzden bir Yalçın Küçük kitabı okumak bütün bu alanların buluşup kaynaştığı, eşsiz bir deneyim yaşamaktır. Devrimci oluşa kapılmak ve katılmaktır.
“Çıkış”ta Yalçın Küçük romanından parçalar
Yalçın Küçük gizli romancıdır, dedik; buna bütün kitaplarına dağılmış halde yazılmış bir gizli Yalçın Küçük romanının bulunduğunu eklemeliyiz. Yeni kitabı “Çıkış”ta bu romanın ilk kez günışığına çıkarılan bölümlerini okuyoruz. Gazi Yalçın Küçük’ün Kıbrıs Savaşı’na gidişiyle ilgili psikolojisini ve itkilerini bu kitaptan öğreniyoruz. “Hep düşündüm, bazen gözyaşları sıcaktırlar, yatakta sessiz, Temren’e duyurmak istemiyorum. Çıkabilirim, İngiltere’de beni tanırlar, ancak, so what, öyle olsa ne olur, emekçilere içimden sözüm var, hep onlar için çalışacağım, yalnız çağrılıp da savaşa gitmeyenlerin bu şansı yoktur. Çok düşündüm, hem savaşı ve hem öldürülmeyi seçtim. Ölümü seçmek, rahatlamaktır.” (Yalçın Küçük, Çıkış, Tekin yayınevi, 2015, s. 338)
Yanlışlıkla, bir çatışmada öldüğü haberi gelince, başbakan Bülent Ecevit konuşma kürsüsünde gözyaşını tutamamıştır. Bakan Cahit Kayra’nın şehit olduğu haberini verdiği arkadaşı Ergun Türkcan’ın inanmayışı, “Yalçın dokuz canlı kedi gibidir; ölmez, öldürülemez” diye düşünüşü, savaşta Yalçın Küçük’ün, Cumhuriyet gazetesinde Mustafa Ekmekçi’nin ölüm haberinin arkasından yazdığı yazıyı okuyuşu, gizli romandan “Çıkış”taki bazı sahnelerdir.
“Çıkış”ın “Beşinci Sure”si, “Türkiye’de Aydınlar Var” bölümü, gizli Yalçın Küçük romanının 1950’lerin sonunda SBF’deki öğrencilik yıllarına önemli katkılar getiriyor. Çok ilginç, Türkiye’nin aydın tarihini belirleyen kişilikler 1950’lerin sonunda, 60’ların başında Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde buluşmuşlardır. Yalçın Küçük, Taner Timur, Korkut Boratav, İsmail Beşikçi, Ahmet Taner Kışlalı, Cemal Süreya ve daha başkaları… Yalçın Küçük, buradan çıkan, arkadaşlıklarını ve toplumsal mücadelelerini bugüne kadar sürdüren aydınları yazmıştır. Bu yazım bütünüyle bir romandır.
Yeni aydını doğuran kitaplar
1940’ların aydınlarının Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nden çıkmalarına benzer biçimde SBF 1960 sonrasının aydın ocağı olmuştur. Buradan yola çıkarak, aydının doğumunda okul belirleyicidir diyebilir miyiz? Eğer böyleyse, bugünün sıfırlanmış üniversitelerinde yeni aydının doğacağı okul kalmamış demektir.
Okul yoksa kitap vardır, “tek kişilik üniversite” Yalçın Küçük ve birkaç fakülteye yetecek de artacak kitapları vardır. Üstelik ders kitaplarının sıkıcılığından ve kuruluğundan alabildiğine uzak, bir şairin, romancının, filozofun diliyle yazılmış olağanüstü Yalçın Küçük kitaplığına girmeyi göze alanlardan yeni aydınların yetişeceğine benim inancım tamdır.