Geri sayım başladı. Seçimde neler olabileceğine ilişkin analizler, olasılık hesapları ve hatta türlü spekülasyonlar ortaya dökülürken aslında bir de seçim kararından bugüne yaşanan sürecin bütün olarak değerlendirilmesi bir ihtiyaç.
Zira seçimde sonuçlar ne olursa olsun seçim arefesinde Türkiye’de milyonların “harekete geçtiği” bir dönem yaşadık. Kitleler mitingden mitinge, parklardan forumlara harekete geçtikçe belki de bir süredir kuytusuna çekilmiş pek çok mevzu yeniden tecessüm oldu; görünür, kavranır, tartışılır hale geldi.
Geçen hafta Metin Çulhaoğlu “Yeni Sol Duruş” yazısında bahsetmişti:
“Yeni sol duruş, en kritik uğraklarda bile felaket tellallığına ve abus (somurtuk) suratlı bir muhalefete ısınamamakta, dün Gezi, bugün Selahattin Demirtaş ve Muharrem İnce örneklerinde görüldüğü gibi belirli bir mizah anlayışına daha yakın durmaktadır.”(1)
Hızla siyasetin diline tercüme olan bir “kültürel fenomen” bizatihi içinde olduğumuz. Bu fenomeni tanımlamak zor, betimlemek daha mümkün.
Elinden bırakmadığı akıllı telefonuyla parmağını kaydırarak gündemden fotoğrafa, espiriden capse, GIF’den videoya ulaşan bir kültürel fenomen bahsettiğimiz.
Bölük pörçük, doğru, yanlış, farazi, gerçek ama doyumsuz bir bilgi akışının içinde yüzüyoruz.
Reklam arasında kanal zaplayan bir dönemin kuşağından farklı olarak, sosyal medya takibinin tümü zap’lamaktan ibaret artık. Üç satırı geçen paragrafları okumayan, on saniyenin üstündeki videoları izlemeyen bir kuşak aynı zamanda yanı başımızdaki.
Ciddi dertlerin yazım yanlışlarıyla parodileştirildiği, “acıyı bal eylemeyen” ama ondan bile mizah devşiren bir kültür; her şeyin mümkünse aforizmaya, hemen metafora, olmadı capse, “foto”ya dönüştürüldüğü bir kültür.
Hayatının “karın ağrısını” 140 karakterle dışa vurabilen bu “dijital kültür” tüketicisi, stand-up’la büyümüş; lafı gediğine sokanlardan, “kapak” gibi cevap verenlerden fena halde etkilenen bir mizah ve “linç kültürü” müridi aynı zamanda.
Hedonizm, iştah patlaması, sürekli dışavurma arzusu, selfie ve fotoğraf paylaşma çılgınlığı, hız takıntısı, mizah tutkusu, anlam bağlantılarının olumsallığı, ‘bağzı’ durumlarda dilin keyfileşmesi, parçalılık, bütünlüğün sıkıcı bir zorba olarak görülmesi vs.
Tüm bunlar tam da “zamanın ruhu” ve aynı anlama gelmek üzere “postmodern durum”dur.
Ne ki “bağzı” geri kafalıların yahut “elini dünya kirine bulaştırmamaya ant içmiş yüksek soylu aristokratların” niteleyeceği gibi bunlar, basitçe çürüme/yozlaşma, “tuz bile koktu” vakaları değildir.
Ve aslında seçim sürecinde umut dalgası bir ayağını hep bu kültürel tutumlara basmıştır. Hatta denebilir ki bugün AKP’ye muhalefet eden partilerin neredeyse ortak özellikleri bu kültürel fenomeni çağırmadaki ustalıklarıdır.
Ketıldan tivit atan başkan Selo, cezaevinden daha ilk günlerde sivrilmeyi başarmıştır. Rap müzikle seçim şarkısı, yüz binlerin izlediği e-mitingle seçim çalışması yapan Saadet Partisi, miting alanlarını kısa videolarla, “kapak” laflarla tam bir politik şova dönüştüren Muharrem İnce, genç seçmen için hazırlanan mizahi animasyonda “download hızları, Instagram filtreleri artsın, Snapchat'te efektler çoğalsın” diyen Kılıçdaroğlu ve Google reklamlarını tiye alarak propaganda yapan İyi Parti, bahsettiğimiz “politik nesnenin” içinde yer aldığı kültürel iklimi oldukça iyi okumaktadır.
Peki tüm bunları AKP niye yapamamıştır? Dijital kültür çağında “kıraathane” demenin absürtlüğü nasıl görülememektedir?
Kültürden bahsediyorsak, AKP’li yıllar boyunca yaşanan iki çok ilginç nokta var aslında:
Evet, gerçekten de ortada giderek açılan bir “kültürel makas” vardır: AKP rejimi, popüler kültürle hemhal olduğu doğuş koşullarının zıddına bugün, bir rejim olarak belirginleştikçe alayına yasakçı, azarcı, parmak sallayan, tehditkâr bir yaklaşım içindedir.(2) Bugün derken özellikle Gezi Direnişi sonrasını ifade ediyoruz.
İkincisi, AKP’li yıllar facebook kadar, twitter ve instagramdır; bunlar kadar yarışma ve evlilik programlarıdır. AKP’nin içine doğduğu kültürel zemin budur. Ama yetmez, bu kültürel “açılıp-saçılma” aynı zamanda demografik kimi değişimlerle de at başı gitmiştir. Örnek mi?
AKP’li yıllar aynı zamanda her yerde pıtrak gibi çoğalan üniversitelerdir.
Hatta yıllar boyunca AKP propagandasının en önemli unsurlarından biri açılan üniversite sayısıdır. Buna göre1923'ten 2003'e, seksen yılda 76 üniversite kurulmuştu. 2003'ten 2010'a, yani sadece 7 yılda, bunlara 78 üniversite daha eklenmiştir.
Her ne kadar 7 yılda açılan üniversitelerin 49 tanesi(küçümsenecek bir sayı değil aslında) devlet üniversitesi olsa da ve her ne kadar apartmandan bozma üniversiteler belirgin bir ağırlık taşısa da üzerine en çok yatırım yapılan demografik alan “gençlik”tir.
Her şekilde AKP’li yıllar, kimi yoksul aileler için ilk kez üniversite yüzü gören jenerasyonun olduğu yıllardır.
Ne ki iştah ve heves dönemi geçince, acı gerçek görülmüş, işsiz nüfusun yüzde otuzunun, neredeyse her üç işsizden birinin üniversite mezunu olduğu yeni bir cehennem ortaya çıkmıştır.
Proje patlamıştır…
Dahası ilk yıllardaki ahenge inat artık her şeyin “tadı da kaçmıştır”.
Gençlere “eğlenmek” yasaklanmıştır. Mizahi olanda ısrarın, mizah tutkusunun bir açıklaması belki de budur.
Gezi direnişinden ve onu önceleyen “alkol yasaklarından” beri ne üniversitelerdeki o eski bahar şenlikleri, sponsorlu festivaller, ne de konserler, dans gösterileri, rock günleri, hiç biri ortada yoktur.
Eğlence, kapalı salon etkinliklerine, oradan ev içine, izbeye, yer altına inmiştir.
Tüm bu tablonun anlattığı şey AKP rejimi “tadımızı kaçırmakla” en büyük hatayı yapmıştır.
Ve bu sebeple, tadımızı kaçıranları zaplayalım gitsin sevgili okuyucu, ketılınıza kuvvet!
1-http://ilerihaber.org/yazar/yeni-sol-durus-86404.html
2-http://ilerihaber.org/yazar/esrar-alkol-kuvette-seks-ve-fasizm-86149.html