Güncel olanın kaosuna bakıldığında kimi zaman olguların ardındaki ortak hatları gözden kaçırmak mümkündür.
Neler var? Salgın koşullarını fırsata çevirenler Af paketiyle başlattıkları saldırıları çeşitli mecralarda sürdürüyorlar. İstanbul Sözleşmesine gün aşırı saldırı devam ediyor. Birileri çıkıp olanca rahatlıkla 12-17 yaş arası kız çocuğunu “süper kadın” ilan edebiliyor. Diyanetin nefret söylemi “devlet aklı” tarafından sahipleniliyor. Sosyal medyada muhaliflere yönelen tecavüz tehditleri gündelik şiddetin bir parçası haline geliyor.
Tüm bunlar olurken, işçiler ölümüne çalıştırıldıkları yeni koşullarda ciddi hak kayıplarıyla karşı karşıya kalıyor. Sözgelimi kovid pozitif çıkan işçinin iş kazası geçirip geçirmediği tartışmaya açılıyor. Kovid sonrası denilerek kalıcılaştırılması ihtimal dahilinde olan çalışma saatlerinin artırılması gündemde ya da esir kamplarını andıran “izole üretim kompleksleri” yeni bir emek rejiminin sinyallerini veriyor.
Tüm bu keşmekeşin ardına bir kez daha bakalım.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir: AKP rejiminin karakteristik özellikleri vardır.
Bu karakteristik özellik en özet ifadesiyle, neoliberal üretim biçiminin, yoğun sınıfa saldırı politikalarının, otoriter-faşizan üstyapı kurumlarıyla siyasal İslamla, gerici ideolojilerle icra edilmesidir. Burada gündelik yaşamın sünni-İslamla donatılması kadar düzen siyasetinin mizojinisi, aile ideolojisi propagandası, homofobisi de vardır. Dolayısıyla bu konular bir rejim meselesidir.
Buradan bir adım daha atarak şunu söyleyebiliriz: Kadın düşmanlığı ile işçi sınıfı düşmanlığı arasında rejim için ciddi bir paralellik ve hatta kimi zaman neden sonuç ilişkisi vardır.
İşçi sınıfı düşmanlığı ile kadın düşmanlığı arasında, soyut bir düzlemden bakarsak “toplumu sömürüye en uygun biçimde dizayn etme arzusu” gibi önemli bir bağ olduğunu tespit etmek mümkün.
Dizayn etmek kaçınılmaz.
Zira en ucuz, güvencesiz, kuralsız işlerle, hizmetler sektörünün büyümesiyle daha fazla kadının emek piyasasına çekildiği, okullaşmanın öyle ya da böyle üniversiteli insan sayısının arttığı, iletişim ve bilgi teknolojilerinin yaygınlaştığı, şehirleşmenin arttığı, toplumun daha fazla atomize olduğu, bireyselleştiği bir dönem karşımızdaki. Kadınlar hem en ucuz işlerde çalışsın hem de “makbul kadın” olsun, hem çok çocuk doğursun hem enformel sektörün kalifiye elemanı olsun…
Bu nesnellik ile geleneksel aile, geleneksel ataerkil kodlar arasında bariz bir çatışma vardır.
İşsizlik, yoksulluk, proleterleşme arttıkça kitlelerin aile birimi etrafında mevzilenmesi, geleneksel direniş stratejilerine tutunması ve rejimin “yerli ve milli” ahlakına uygun davranması beklenmiştir. Toplumun bir kesimi için bu mümkün olmuştur ama hiç de azımsanamayacak genişlikte başka bir kesimi için bu imkansızdır.
Nesnellik ile istenilen dizayn arasındaki çatışma giderilemez durumdadır.
Bu çatışmayı endoktrinasyonla çözmeye çalışıyorlar, çözemezler. Diyanetten imam hatiplere, kurslara, eğitim sistemine, medyaya kadar uzanan resmileşmiş propaganda aygıtlarıyla, bu çözülmek isteniyor ama nafile. Hatta istatistiklerde görüyoruz ki dağılmış aile yapıları artıyor, hane halkı büyüklüğü azalıyor.
Başa dönersek, olguların ardındaki ortak hatlar…
Bir yanda dizginsiz kadın düşmanlığı diğer yanda her şeyi fırsata çeviren sınıf düşmanlığı varsa bağ çok açık. Emeğin daha fazla kadınlaştığı bir ülkede, cinsiyetçilik, kadın düşmanlığı, sistematik mizojini aynı zamanda sınıfı baskı altına almanın bir aracı haline dönüşmüştür.