16 yıllık AKP rejimine baktığımızda, işçi sınıfının ve yoksul halk kesimlerinin önemli bir ağırlığının öyle ya da böyle onay sunduğunu görüyoruz.
Tarih, emekçilerin kendi çıkarlarına uygun davranmadığı sayısız örnek sunsa da soru kaçınılmaz ve haklıdır.
Yoksullar niye AKP’ye oy veriyor? Emekçiler düzene nasıl da fasılalarla onay sunuyor?
Ne ki yıllar yılı bu “onay mekanizmasının” soruşturulması işi oldukça garip bir hal almış durumdadır. Gariplik, kimi zaman açık biçimde kimi zaman zımnen kabul edilen bir iddiada aslında.
İddia odur ki emekçilerin, yoksulların, kendi “maddi çıkarlarına” bütünüyle ters biçimde rejime onay sunmaları, temel olarak “ideolojik süreçlerin” eseri sayılmalıdır. İdeolojik bombardıman çok güçlüdür. Toplu taşımadan hastanelere her yerde ücretsiz dağıtılan gazeteler, camilerin cuma hutbeleri, yandaş radyo-TV kanallarının tüm yaşama çöreklenmesi vs.
Burada ideolojik-kültürel hegemonyaya öylesine çubuk bükülmektedir ki kitlelerin politik tercihlerinde “maddi çıkar” bağı olup olmadığı sorusu büsbütün gündemden düşmekte ya da önemsizleşmektedir.
Bir kez bu kabul edildiğinde ise yapılacak şey bellidir.
Madem düzen, salt ideolojik araçlarla gerçeği yeniden inşa ediyor, onayını buralardan alıyor, o halde buna karşı “ideolojik mücadele”ye yüklenmek gerekiyor.
Böylelikle Leninist öncülük, “aydınlatma faaliyetine”; ideolojik mücadele, “yanlış bilinçlerin” giderilmesine, sınıf politikası, emek ve sosyalizm içerikli “söylem” üretmeye dönüşmektedir.
Bu fotoğraf ironik biçimde Laclau’cu post-marksist tezleri hatırlatmaktadır.
Sınıf diye diye “sınıftan kaçış” tam olarak budur.
Sınıfın “maddi çıkarları” ile siyasal tercihleri arasında elbette doğrudan bir nedensellik bulunmaz. Ancak bu, “maddi çıkar” ile sınıf kapasitesi arasında bir ilişki olmadığı anlamına gelmez.
Dolayısıyla “ideoloji”, kitlelerin yaşamına ne kadar çöreklenirse çöreklensin, “maddi çıkar” o ya da bu düzeyde yüzünü gösterecektir. İşte burada ideolojik mücadelenin önemi kadar, “maddi olanın” hikmeti de doğrudan sınıf politikasının konusu olmak durumundadır.
Maddi olanın hikmetine bakalım o halde…
AKP iktidarı, her cüzdanda üçer beşer bulunan kredi kartlarından kolay kredi olanaklarına ciddi bir borçlanma ekonomisini, bir işçi sınıfı gerçeği haline getirmiştir. Reel ücretler erise de stabil kalsa da borçlanma ve tüketim odaklı yapay, sonu belirsiz “refah yaşamı” AKP rejimine aradığı onayı sunmakta çok önemli işlev görmüştür.
Aynı AKP, sosyal yardım odaklı bir sınıf politikasının militan partisidir. Dul maaşından, işsizlik ödeneğine, kömür ve gıda yardımından engelli bakım ödeneğine sosyal yardımlar milyonlarca emekçinin yaşamında oldukça önemli bir yere oturmuştur.
Çok daha fazlası vardır…
Kentten kıra, doğadan sahile piyasalaşma yalnızca talan anlamına gelmemiş, yeni türde işçileşme dalgaları yaratmıştır. Her yıkım yeni türde umutları, olanakları, üç beş ay bile olsa para kazanma kapısını işaret eder olmuştur.
Demek ki reisçilik, gericilik, yobazlık, sağcılık kadar “maddi çıkar” da öyle ya da böyle milyonların gündemindedir yıllardır.
Tüm bu anlattıklarımızı bugüne tercüme edelim. Çünkü yeni olgular gündemde. Çok ciddi bir krizin içindeyiz örneğin. Kriz demek, ideolojide şişirme, “maddi olanın hikmetinde” tenzilat demek.
Sözgelimi 6.5 milyon işsizin çok değil bir yıl içinde 1 milyon daha artacağını düşünmek durumundayız. Bu sayı sistem için kaçınılmaz değil, hedeflenendir.
Maddi olanın hikmetiyse konu, işsizlik sigortası fonunda biriken paranın yalnızca beşte birinin işsizler tarafından kullanıldığı konumuz olmalıdır.
İşsizlik sigortasından faydalanmak için koşulların çok ağır olduğu konumuz olmalıdır.
Her dokuz işsizden birinin fondan yararlanması bizim kavga konumuz olmalıdır.
Fondaki paranın sermayeye peşkeş çekilmesi ölümüne mücadele konumuz olmalıdır.
Emeklilikte yaşa takılanlarsa, bu tam da bizim konumuz olmalıdır(1)
“Yaşlı amcayı evlendiremiyoruz” zevzeklikleriyle kadına yönelik sosyal yardımların kesilmesi bizim konumuz olmalıdır.
Örnekleri artırmak mümkün.
Son söz…
İşsizlik fonundan dul maaşına “maddi çıkarları” yok sayan, tüm yatırımını ideolojik haneye bina eden bir yaklaşım, sabah akşam sınıf dese de değeri yoktur. Biz göğüs göğüse tam da yoksulun, emekçinin yaşamına değecek, onu harekete sevk edecek, bu yolla bilinç ve ideoloji kazandıracak stratejiler çizmek zorundayız…