Aslında sanki tuhaf bir güne rastlayan bir yazı –
Şu anda ben bu satırları yazarken evimin dışından, altı kat aşağıdaki Moda Caddesi’nden patlamalar geliyor. Saat 21.
Biraz önce patlamaların – aslında Gezi’den bu yana çok iyi bildiğim! – nedenini öğrenmek üzere terasa çıkmak istedim. Ama kapıyı açmam ile kapamam bir oldu. O çok iyi tanıdığım zehirli gaz kokusu. Kobani protestocularının arkasından bizim mahalleye kadar uzanmış.
Savaş şimdi artık yalnızca ülkenin uzak sınırlarında değil. Her yerde.
Geçen haftaki yazımın sonunda, bu hafta ACKA’nın (yani bizim atölyenin) 13 Ekimde başlayacak yeni döneminden söz edeceğimi belirtmiştim. Şimdi ise içimde anlık bir kuşku. Savaş rüzgârları ülkeyi sarmışken, pek mi abes kaçar acaba Moda Caddesi’ndeki minik bir atölyede yapıp ettiklerimizi ve yakın zamanda yapacaklarımızı anlatmak? Yeni başlayacak derslerimizin ayrıntılı dökümünü versem bile, yine de şöyle soranlar çıkmaz mı : “Neye yarar bütün bunlar, bunca ölümcül bir hengamenin ortasında?”
Peki, ya farklı yapsam yapmak istediğimi? Yani atölyede bugüne kadar ne yaptık, bundan sonra ne yapacağız – bunları derslerin ayrıntılarına girerek değil, fakat gerekçelerini vererek anlatmaya çalışsam, ve en sonunda da şöyle desem : “Hayır, biz bu küçücük atölyedeki bir avuç insan, yaptıklarımızla ve yapacaklarımızla bütün savaş rüzgârlarını engelleyebileceğimiz gibi bir iddianın savunucuları değiliz – ama, bugüne kadar yaptıklarımız ve bundan sonra yapacaklarımızın ileride bu topraklarda savaşların önünü ne pahasına olursa olsun kesmeye yeminli kuşakların yetişmesine katkıda bulunacağına inanıyoruz! İşte bunun içindir bütün o şimdilik kimilerine küçük ve önemsiz görünebilecek çabalarımız!”
Evet, inandırıcı olur mu acaba yazacaklarım, bunları söyledikten sonra? Bence en azından denemeye değer. Çünkü büyük ya da küçük, bir çaba değil midir sonuçta? Hem şöyle dememiş miydi Einstein onyıllar önce : “Savaş uğruna harcanan çabaları barış için de harcamazsak, savaşlar asla engellenemez!”
Evet, deneyeceğim.
ACKA’yı (Ahmet Cemal Kültür Atölyesi) 1 Eylül’de, yani Dünya Barış Günü’nde açtıktan sonra, bir buçuk ay süreyle “Felsefenin büyütecinden kültür tarihi” başlıklı bir hazırlık dönemi gerçekleştirdik. Derslerini benim verdiğim bu dönem boyunca sonradan yapılacak bütün çalışmalar için ortak bir zemin olabilecek birikimin sağlanması amaçlandı. Bu bağlamda ‘kültür’ kavramının başlangıcından günümüze çeşitli anlamlarından ‘kültürel yozlaşma’ ve ‘kültürlerarası ilişkiler’e, ‘tarih’ ve ‘geçmiş’ kavramları arasındaki farktan ‘modern’ ve ‘klasik’ kavramlarına, ‘sanat’ ve ‘zanaat’tan ‘öğretim’ ve ‘eğitim’e, “Köy Enstitüleri’nden ve ‘Halkevleri’nden ‘Tercüme Bürosu’na ve ‘laiklik’ kavramına, ‘düşünce’ ve ‘inanç’ kavramlarından ‘aydınlanma’ kavramına ve felsefi düşüncenin gerekliliğine uzanan oldukça geniş bir yelpaze içersinde yakın ve uzak kültür tarihinde gezintiler yapıldı.
13 Ekim Pazartesi günü başlayacak yeni dönemde ise farklı hocalar tarafından verilecek dersler yer alıyor.
“Dünya Edebiyatı”, Homeros ile başlıyor.
“Mitoloji, İdeoloji ve Edebiyat” başlıklı çalışmada, ülkemizde ne yazık ki masal gerçekliğini pek geride bırakamamış bir alanda mitler ve gerçekler arasındaki ilişkiler yeniden ele alınıyor ve tarih boyunca mitoloji kaynaklı gerçek ideoloji etkilenimleri üzerinde duruluyor.
“Görsel Kültürün Kökü”, batı dünyasında ‘Visual Culture’ adı altında yeni gelişmeye başlamış, çatısı altında resim, sinema, tiyatro ve başkaca sanat dallarını da çok yeni bir açıdan ‘görmenin sanatı’nın bakış açısından yeniden değerlendiren bir bilim dalının geçmişe uzanan düşünsel temelleri sergileniyor.
“Bilim Kültürü” ülkemizde adından geçilmeyen, ama özgün ürünlerinin niceliği ve niteliği epey tartışmalı bir kavramı, yani ‘bilim’ kavramını, gerekliliğini ve uygulamalarını somut örneklerle gözler önüne seriyor.
Bu çalışmaları Şubat ayı ile birlikte başlayacak ikinci yarıyılda başkaca dersler izleyecek. Sözü edilen çalışmalar, yeni dersler ve yine ikinci yarıyılda şimdilik ayda bir olarak planlanan workshop’larla birlikte, çağımızda çağdaş bir kafanın/beynin içermesi gereken asgari temelleri temsil ediyor.
Çünkü ACKA, ‘yeterince bilinen’ bir dünyada bütün kötülüklerle birlikte savaşların da kendiliğinden azalacağı inancıyla kuruldu …