Sandık gafleti

"Bu da ne demek oluyor şimdi?" diye sorduğunuzu duyar gibiyim, bu başlığı okuduktan sonra. “Şunun şurasında sandığa birkaç hafta kalmışken, sandıklara onca umutlar bağlanmışken… dahası, belki de birileri bütün umutları sandığa bağlamışken…”

Gaflet diye adlandırdığım da bu zaten.

Bütün beklentilerin ve umutların sandıklara bağlanması. Boşuna yitirilen tüm zamanların, tüm yılların ardından, sanki o zamanlar yitirilmemiş de demokrasi uğruna verilen savaşımlarla tıka basa dolu geçirilmiş gibi, tek bir seçim gününde her şeyin sandıklardan beklenmesi.

“Sandıktan çıkacak sonuçlara bağlı …”

Bir anlamda doğru. Ama nedir o “sandıktan çıkacak” olanlar?

‘Sandık’ sözcüğünün sanki sandıklar kim olduğunu aslında kimsenin bilmediği, ama gücü her şeye yeten bir sihirbazın karıştırdığı bir demokrasi kazanıymış gibi vurgulanması.

İçinde atılan oyların fokur fokur kaynadığı, gücü sınırsız sihirbazın da devasa bir kaşıkla bütün oyları demokrasi çorbasında erittiği bir kazan.

Hayır.

Aslında hiçbir şey sandıktan ‘çıkacak’ sonuçlara bağlı değil.

Çünkü sandıktan ancak o sandığın ‘öncesi’ çıkar. Her şey, sandık başına gelindiğinde artık bitmiştir.

Demokrasilerin ve özgürlüklerin savaşımları verilebilmiş ya da verilemememiştir.

Bu savaşımlar sandıkta verilmez. Olsa olsa sandıkta noktalanır.

1933’de Almanya’daki sandıklardan Adolf Hitler çıkmıştı. Ama Hitler, zaten öncesinden belliydi. Bilimde, teknikte, felsefede o zamana kadar pek görülmemiş bir çıtaya erişmiş olan Alman halkı, bu çıtayı tarihte bir eşi daha görülmemiş bir diktatörün kanlı silahına çevirdi.

Sandıktan hemen önce halkına: “Bana on yıl verin, Almanya’yı tanınmaz hale getireyim!” sözünü veren bir diktatör.

Adolf Hitler, sözünü on yılda değil, ancak on beş yılda yerine getirebildi. Ama fazlasıyla. Çünkü 1945 Nisanında Berlin’deki sığınağında beynine kurşun sıktığında, sadece Almanya’yı değil bütün dünyayı tanınmaz hale getirmişti.

Sandık gafletine düşmeyelim.

Sandıklardan önceden belli olmayan hiçbir şey çıkmaz.

Sandık başı, bir ‘Godot’yu Beklerken’ sahnesi değildir. Godot’lar, aslında hep sandıklara ya uzaklardan alaylı bakışlarla bakanlardır.

Kalabalıklara söyledikleri de hep aynıdır: “Siz sandıklarda arayadurun, bizler çok önceden beri buralardayız! Üstelik de bizi buralara hep siz getirirsiniz, ve ondan sonra tek yapabildiğiniz, bizi getirmenin sorumluluğunu sandıkların sırtına yıkmaya çalışmak olur!”