Şimdi, Cengiz Gündoğdu’nun neden “milimetrik mücadele” dediğini daha iyi anlıyorum. Bir edebiyat mücadelesinde, kültür savaşımında, hayatın içinde bir felsefe kavgasında 25 yıl ayakta kalmanın, direnmenin temel yöntemi anlamına geliyor. Kafada yenilgiyi hiçbir zaman kabul etmemek ve milim milim mücadele ederek başkalarını da bu yenilgiden uzak tutmak demek oluyor. Milimetrik mücadelede hiçbir zaman kesin başarı yok, hep savaşım içinde, tarih bilinciyle bugünü kavramak ve geleceğe yürüyüş var. Çok uzaklardan geldiğinin bilinciyle hep çok uzaklara, insanlığın bütün sömürü ve yabancılaşmaları yeneceği çok uzaklara yürüyüşünü sürdüren bir uzak yolcunun yürüyüş yöntemi o.
Milimetrik mücadele, İnsancıl dergisini, sıradan bir edebiyat, kültür, sanat dergisi olmaktan çıkaran yöntem, onu tarih ve toplum içinde kalıcı izler bırakmaya, yeni insanlarla buluşmaya, hep hayata etkin biçimde katılmaya zorlayan mücadele anlayışıdır. Her taraftan düşman işgaline uğramış bir ülkede, “hattı mücadele yok, sathı mücadele var” ilkesine benzer bir ilkeyi, düşmanın görülmesinin neredeyse olanaksız olduğu, bilinçlerde bir işgal ve direnişin sürdüğü alanda, edebi ve kültürel alanda oluşturmak demektir. Milimetrik mücadele yenilgiyi kabul etmeyen ve geçici zaferlerin sarhoşluğuna kapılmadan insani varoluşun savaşımını sürdüren insan demektir.
Kapağına “İnsan İçin” yazan dergi
İnsancıl, nesnel koşulların, insan için, insani bir düşünüş ve sanat için en olumsuz zorunlulukları dayattığı günlerde, 25 yıl önce yayınına başladı. Reel sosyalizmin çöküşünü simgeleyen Berlin Duvarı’nın yıkılışıyla yaşıt olması tam da bu gerçeği anlatıyor. İnsanı bir üretim aracına, bir makine parçasına indiren emperyalist kapitalizmin zafer çığlıkları yükselirken, Türkiye’den, Cengiz Gündoğdu’nun çevresindeki beş on yazar, eline kalemi yeni yeni alan üç beş genç, ilk sayısının kapağında “İNSAN İÇİN” yazan bir dergiyle bu gerçeğe karşı yola çıkıyorlardı. İnsancıl gemisi, uçsuz bucaksız tarih ve toplum okyanusunda bütün insani değerlerin bir inkâr fırtınasına uğratıldığı kesitte, milimetrik varlığıyla bu durumun geçici olduğunu fısıldarcasına denize iniyordu.
Cengiz Gündoğdu, kaptan, ilk sayıda, ilk yazısında şu başlığı atmıştı: “Onlar yol arkadaşıydı”. Onlara, İnsancıl’ın milimetrik mücadelesini başlatanlara, gelecekten yazıyordu, eğer bu zorlu yürüyüşte yitip giderlerse, insanlığa katkı için yola çıkan bu gemide yenilgi olursa, onların hep insanlığın özgürlük yolunda yürüyen yol arkadaşları olduğu hiçbir zaman unutulmamalıydı.
Kaptan Cengiz Gündoğdu ve şair Berrin Taş’ın öncülüğünde, yol arkadaşları bu zorlu yolda, milimetrik mevzilerde tutunarak, direnerek bugünlere, İnsancıl’ın 25. Yılına ulaştılar. Çeyrek asır, bir mücadelenin kayıplarını ve kazanımlarını gözden geçirmek için iyi bir dönemdir. Bütün insani varoluş koşullarının yıkıma uğratıldığı böylesi bir dönemde ayakta kalmak, amaçlarından ödün vermeden yolculuğunu sürdürmek İnsancıl’ın temel başarısıdır. Edebiyat, felsefe, sanat ve bilim egemen sınıftan bağımsız varoluş olanaklarını bütünüyle yitirirken, İnsancıl, bunların sermayeden bağımsızlığını ve insani varoluşu besleyici niteliklerini öne koyarak milimetrik mücadelesini sürdürdü. Derginin yazarları değişti, gidenler ve gelenler oldu ama bu temel niteliği hep korundu. İnsan varoluşunu geliştirmek için, Cengiz Gündoğdu’nun kitabının adıyla söylersek, “estetik kalkışma”, bu yoldaki dört temel kalkışmadan biriydi ve İnsancıl bu kalkışmanın temsilcisiydi.
Yarin zülfünü kapatan toplumsal gerçek
İnsancıl dergisi, estetik kalkışmanın bir örgütleyicisi oldu. Cengiz Gündoğdu’nun kavramlaştırmasıyla, insanın dört temel kalkışması, bilimsel, felsefi, estetik ve pratik kalkışmasını kavramak için İnsancıl Atölyesi’nin katılımcıları, yol arkadaşları, yıllarca ortaklaşa bir bilgilenme sürecine girdiler. İnsanlığın kalkışmalarını dillendiren temel kitapları ders kitapları yaptılar ve incelediler.
Gılgamış’tan başlayarak, insanlığı büyüten kitapları okumak, bugünün estetik ve pratik kalkışmasında onlardan yararlanmak için çalışmak demekti. Milimetrik mücadelede yapılan her işin bir işlevi vardı. İnkâr fırtınasının gürültüsü içinde sanat işlevsiz, keyfi, gerçekle bağı bulunmayan bir anlamsız etkinliğe indirgenmek isteniyordu. İnsancıl en başta buna karşı çıktı. Toplumsal işlevi ve anlamı olması, edebiyat ve sanatın temel varoluş koşuluydu. Sanatı anlamsız ve sanatçı dehasının engin kaprislerine indirgemek isterken sermayenin bir aleti yapanlara karşı en temel mücadele bu alanda verildi. İlkçağın şiiri, Homeros, Hesiodos, Askülos, Sofokles, Safo incelenirken apaçık görülebilen bu gerçek, toplumsal yaşama, üretim ilişkilerine sıkı sıkıya bağlı bir sanat, neden günümüzde bu özelliğinden yoksun olsundu? İnsanın bilişsel niteliklerinin köle yaşamını aratmayacak ölçüde köreltildiği günümüz koşullarında sanatın bunu kırmak için daha işlevli ve anlamlı yapılması gerekiyordu.
Bir cahiliye çağında edebiyat ve sanatın bilişsel nitelikleri ön plana geçmeliydi. Kimileri bunu göremediklerinden İnsancıl’ı “didaktik” olmakla eleştiriyorlardı. Eğer insanlığın bir iletişim bombardımanında bilgisizliğe mahkûm edildiği koşullarda yaşıyorsak sanat eserinin bilgisizliği yırtacak hançerlere dönüşmesi kaçınılmazdı. Cehaleti mistisize ederek sistemin ödüllerini kazananlara karşı İnsancıl mücadeleyi hep açıklığa, aydınlığa taşıdı. Nasreddin Hoca’nın kayıp parasını hep ışıkta aramasını örnek aldı. Kaybolan vicdanı, çalınan alınterini, sevgilinin perdelenen zülüflerini tarihsel ve toplumsal koordinatlar içinde gördü ve göstermeye çalıştı. Edebiyata ve sanata düşen, insani bir felsefe ve bilime gereken temel yöntem de buydu; gerçekçilik yöntemi.
Gerçekçi felsefe, gerçekçi sanat, gerçekçi bir edebiyat İnsancıl’ın temel arayışıydı. Eğer bunlar insanın insanlaşma mücadelesinde katkıda bulunacaksa gerçekçi olmak zorundaydı. İnsancıl’ın gerçekçilik anlayışı, şu noktada önemliydi; eserde değil, eserin oluşturulma yöntemi olarak gerçekçilik. Edebiyat eserindeki imgelerin biçimi değil, özü gerçekçi olmalıydı. İmgelerin gerçekle uyuşmaması, düşler, fantezilerle dolu olması, o eserin gerçekçi olup olmamasının ölçütü değildi; bu imgelerin anlatmaya çalıştığı bütünün, insan varoluşunun gerçekçi bir kavrayışını, diyalektik bir sürecini getirip getirmemesiydi asıl ölçüt. Gerçekçiliği bir akım değil, bir yöntem olarak görmesi ve göstermeye çalışması İnsancıl’ın gerçekçiliğe en önemli katkısıydı. Bu bakışla Lukacs-Brecht tartışması daha iyi anlaşılıyordu ve İnsancıl’ın milimetrik mücadelesinde her ikisinin de başköşede yeri vardı.
İnsancıl’ın 25 yılına tanıklık kitabı
İnsancıl Emekçileri, 1990’ların başında bir kültür sanat dergisinin yapıcıları için kendilerine uygun gördükleri bu niteleme, 25 yıl boyunca milimetrik mücadelede doğruluğunu kanıtladı. Kasım ayında İnsancıl Emekçileri, İnsancıl’ın çeyrek asırlık mücadelesini belgeleyen bir yapıt yayımladırlar: “Kuşatmaya Karşı 25 Yıl”. Bu 25 yıla emek vermiş kültür emekçilerinin yazı, şiir, çizgilerle mücadele sürecini ortaya çıkardıkları bir İnsancıl kitabı var karşımızda. Türkiye toplumunda kültür ve sanatın 25 yılından çarpıcı çizgiler ortaya koyan bir kitap. Milimetrik emek ve mücadelenin kanter içinde yeni bir halkası da diyebiliriz. Uzak yolcuların, yol arkadaşlarının sistemin sanatına nasıl başkaldırdığını, sermayenin sanat ve edebiyatını ne büyük bir cesaretle “Geçersiz!” ilan ettiklerinin bir belgesi.
Bu belgede sosyalistlerin ve solcuların kurumsal yapılarından hak ettiği ilgi ve yardımı görmeyen bir İnsancıl gerçeği de çıkıyor. İnsani bir toplumda ortaklaşmacılığı, eşitlik ve kardeşliği kurma mücadelesinde olanların birbirine bu denli uzak ve kayıtsız kalması inanılır gibi değil.
Belki de milimetrik mücadele, böylesi bir inanılmazı aşmak, uzak ve kayıtsızı dönüştürüp İnsancıl savaşıma katmanın da yolu ve yöntemidir. İnsancıl’ın bundan sonraki çeyrek asrında, milimetrik mücadeleyle, bu buluşma ve dönüşmenin güzelliklerini yaşayacağımıza güvenebiliriz.