Meğer ne çok NATO’cu varmış…

Bugün ilginç sayılabilecek durum, hepsi bir şekilde “solcu” olduklarını söyleyen  geleneksel-Kemalist çevrelerle bir dönem AKP yandaşlığı yapıp bugün rejime karşı duran liberallerin NATO’culukta buluşmasıdır.

Açık konuşmak gerekirse, bu kadarını beklemiyorduk…

Beklemediğimiz, Türkiye’de belirli bir batı kültürüyle yetişmiş, demokrat, özgürlüklerden yana, kendini en geniş anlamıyla solda gören ve bugün mevcut rejime ikirciksiz biçimde karşı olan “aydın” denebilecek kesimden bu kadar NATO’cu çıkmasıdır… 

Durumu belirgin kılan, ebette Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısıdır.

Peki, evveliyatından söz edebilir miyiz?

***

Türkiye’de en geniş anlamıyla soldan söz ediyorsak, solun batıda gelişen düşüncelerle beslendiği, böyle belirlendiği bir gerçektir ve bize göre bu durum bir sorun oluşturmaz. Gelgelelim, 1952-53 yıllarından başlatırsak, solun tarihinde batının askeri-saldırgan örgütü olarak NATO’ya olumlu bakıldığı örnekler bulmak hemen hemen imkansızdır.

“Sol tarafıyla” CHP’den söz edilecekse, burada NATO’cu bir damar elbette hep olmuştur. Ancak, soğuk savaşla birlikte 1990’ların başına kadar varlığını sürdüren dünya koşullarında gerek İsmet Paşa’dan miras kalan denge idareciliği gerekse kendini toparlayan ve zaman zaman ABD dışı bir referans olarak görülebilen Avrupa’ya yakınlık,  CHP’deki bu damarın nispeten örtük kalmasını sağlamıştır.

İşlerin daha sonra değiştiği anlaşılıyor.

Ne zaman, hangi vesilelerle?

***

Hafızalarımızı biraz yoklarsak, henüz 2000’lerin ilk yarısında dillendirilmeye başlayan bir endişeyi hatırlayabiliriz: Türkiye’nin dış politikasında “eksen kayması”…

Rusya’nın son Ukrayna saldırısı bir yana, daha bu ülke kendini doğru dürüst toparlayamamışken  şu “eksen” denilen şey endişelere yol açacak ölçüde nereye kayıyordu? Kayması endişe yaratan bu eksen neydi, nereye oturuyordu?

Şangay Beşlisi, Avrasyacılık, “batıya karşı yükselen doğu”, vb. derken AKP iktidarının bu tür yönelimlerin etkisi altında kalarak yüzünü batıdan doğuya çevirdiği düşünülüyor ve bu durum “eksen kayması” şeklinde tanımlanıyordu. Sonuçta Cumhuriyet gazetesinden geleneksel Kemalist çevrelere ve kendini solda gören Cumhuriyetçi kesimlere uzanan genişçe bir çevre bir dönem bu “eksen kaymasını” kendine dert etti.  CHP’nin diplomasiden gelme dış politika kurmayları da böylece partilerindeki NATO’cu damarı biraz daha kabartma fırsatı bulmuş oldular.  

Hepsi bu değil kuşkusuz.

***

Bugün ilginç sayılabilecek durum, hepsi bir şekilde “solcu” olduklarını söyleyen  geleneksel-Kemalist çevrelerle bir dönem AKP yandaşlığı yapıp bugün rejime karşı duran liberallerin NATO’culukta buluşmasıdır.

Bu buluşmayı yaratan süreçlerde her iki kesim için de ortak sayılabilecek kimi yönler bulunabilir. Ancak biz temel dinamiğin iki kesim için farklılaştığı kanısındayız.

Geleneksel-Kemalist çevreler, AKP’nin “Avrasyacılığını” gereğinden fazla ciddiye almışlardır.   Dahası, batıdan (NATO ittifakını da içerecek biçimde) kopuşun Türkiye’yi radikal İslamcı kesimler başta olmak üzere her tür gericiliğin hüküm sürdüğünü düşündükleri coğrafyalara ve ortamlara mahkum edeceği endişesine kapılmışlardır.   

İşin içinde bir de “iktidar alternatifi olma”, “AKP’nin yerini alma” iddiası vardır ki bu da iktidar değişiklikleri için bir tür icazet merkezi sayılan batıya güvenceler verilmesini gerektirmektedir. Laiklik ve demokrasi konularındaki endişeler bir yerlere tutunmayı (da) gerektiriyorsa, bu yer neden batı olmasın ve bu tercih son Ukrayna krizi dolayısıyla neden bir de NATO ile “taçlandırılmasın”?

***

Liberallerin öyküsü ise biraz daha farklıdır.

Liberallerin bir dönemki başlıca tezi ya da önerisi şöyle özetlenebilir: Türkiye, 1950’lerde olduğu gibi öyle dümdüz batıcılık ve NATO’culuk yapmasın; bu kampın ve ittifakın bir parçası olarak özellikle kendi bölgesinde (Orta Doğu) belirli bir hareket serbestisinden yararlansın;  Cumhuriyet’le birlikte koparıldığı ilişki ve yakınlıklarını tazelesin ve (burası elbette bu kadar açık söylenmemekle birlikte) batı dünyasına hizmet edecekse böyle etsin…

Ne var ki hem bu öneriye çerçeve oluşturan “Büyük Ortadoğu Projesi” iflas etmiş hem de AKP dış politikası “bunları yapacağım” derken her tür ölçüyü kaçırmış, ülkenin başına yeni ve ciddi dertler açmıştır.

Liberal kesim,  bir dönemki tezlerinin bu şekilde iflas ettiğini  ve içerdeki tehlikeli (anti-demokratik) gidişatı görünce bu kez yeniden ve üstelik daha sıkı biçimde  batının ipine sarılma ihtiyacı duymuştur.   20 yıl kadar önce “Türkiye’ye kendi dinamikleriyle demokrasi gelmez, bari AB’nin ipine sarılıp hiç olmazsa onun zorunlu kıldığı ‘uyum süreçlerinden’ yararlanalım” diyenler bu kez aynı şeyi artık AB bağlamında olmasa bile NATO’yu da katarak batı için söylemektedir.  

***

İyi de böyle bir durumda NATO’ya ve NATO’culuğa olduğu kadar  Putin politikalarında matah hiçbir yan göremeyenler, Rusya’nın yayılmacı hareketlerine karşı çıkanlar ve barış isteyenler ne yapacaklar?

Bugüne kadar ne yaptılarsa onu yapacaklar. Yani NATO’ya da Rus yayılmacılığına da aynı anda karşı çıkacaklar. Bu tutum, solun iflah olmaz “ya şundansın ya bundan” mantığına pek bir şey ifade etmeyebilir.

Etmezse etmesin; kimin umurunda?