Bertolt Brecht, 1939 yılında, İkinci Dünya Savaşı başlamazdan hemen önce “Lukullus’un Sorgulanması” (“Das Verhör des Lukullus”) başlıklı bir radyo oyunu kaleme aldı.
Oyun, ünlü Romalı general Lukullus’un ölümünden sonra öbür dünyada, Ölüler Mahkemesi tarafından sorgulanışının öyküsüdür. General, yaşarken ne yapıp ettiyse tümünün hesabını bu mahkemenin önünde verecektir. Sorgulanmasının ardından olumlu ve olumsuz eylemlerinin ağır basmasına göre, ya öbür dünyadaki hayatına başlayacak ya da hiçliğe mahkûm edilecektir.
General Lukullus, Ölüler Mahkemesi tarafından kendisine söz verilir verilmez hayatı boyunca kazandığı parlak zaferlerini sayıp dökmeye başlar. Bunların hepsi, Roma’ya şan ve şöhret kazandırmış olağanüstü zaferlerdir ve Lukullus, Ölüler Mahkemesi’nin önünde çok parlak bir sınav vereceğinden emindir. Gelgelelim konuşmaya başlamasının hemen ardından, düş kırıklıkları birbirini izlemeye başlar. Çünkü yaşarken kazanılmış askeri zaferlerin hiçbiri öbür dünyada önemli sayılmamaktadır. Her zaferin ardından Roma’nın şanının ve şöhretinin değil, fakat savaşta ölenlerin, onların geride kalan ailelerinin acılarının ve genelde savaşların yol açtığı yıkımların hesabı yapılmaktadır.
General Lukullus, hiç beklemediği bu durum yüzünden neredeyse mahkemenin önünde ne diyeceğini bilemez hale gelir. Hele sorgulamanın sonuna doğru mahkeme başkanının şu sorusu karşısında iyice çaresiz kalır : “Şimdiye kadar yalnızca kazandığınız zaferlerin kanıtlarını sundunuz. Peki aklınıza hiç insanlığınızı kanıtlayabilecek zaaflarınız gelmiyor mu?”
Lukullus, bu soruya verecek karşılık bulamaz. Çünkü hayatı boyunca bir kumandan olarak öylesine zafer sarhoşu olmuştur ki, günün birinde insan olduğunu kanıtlamak için insani zaaflarından söz etmek zorunda kalacağını hiç düşünmemiştir.
Sonunda sıra, tanıkların dinlenmesine gelir. Ama tanıkların ifadeleri de Lukullus bakımından hiç umut verici değildir. Konuşanların hepsi, generalin zaferlerinin büyüklüğünden değil, neden olduğu acılardan söz ederler. Bu arada tanık olarak dinlenen bir ordu aşçısı, bir seferden söz ederken : “Hatta o seferden dönüşte Lukullus’un emriyle Roma’ya bir de kiraz ağacı getirmiştik”, der.
Onca zaferi hiç önemsemeksizin dinlemiş olan mahkeme başkanı ve üyeler, bir kiraz ağacından söz edildiğini duyunca dikkat kesilirler. Peki, canlı bir kiraz ağacı mı getirilmiştir? Evet, Roma’ya o askeri seferden dönüşte bir canlı kiraz ağacı getirilmiş ve dikilmiştir. Ve o ağaç, bundan böyle kuşaklar boyunca meyve verecektir.
Sonunda Ölüler Mahkemesi, kararını oybirliği ile verir. Kararda General Lukullus’un zaferlerinden hiç söz edilmez. Yargıçlara göre Lukullus, hayatı boyunca tek bir olumlu iş yapmıştır: Seferlerinden birinden dönerken, Roma’ya canlı bir kiraz ağacı getirip diktirtmiştir.
İnsan sormadan edemiyor : Acaba o mahkeme, altı bin canlı zeytin ağacını dallarındaki zeytinlerle birlikte bir gecede yok eden sanıkları yargılamak durumunda kalsaydı, onları nasıl bir HİÇLİĞE mahkûm ederdi ?