Vakti zamanında biz buna kompartımanlı bilinç diyorduk. Bölmeli bilinç. Kompartıman, İngilizce compartment, “bölme”, sözcüğününün söylenişine göre birebir Türkçe yazımıyla tirenlerin odası için kullanılırdı. Eskiden Ankara’ya giderken tireni kullanırdım. Şimdi, hızlı tiren var ama Pendik’ten binebilmek için tirenin hızıyla kısalttığı zamana yakın bir ön yolculuk yapmak gerekiyor. Bir kere daha, yapıyoruz diye, yıkanların iktidarında yaşamın her alanının bozulmasına tanık oluyoruz. Hızlı tirende de kompartıman yok zaten, otobüslerdeki koltuk düzeni var.
Tireni ve tiren kompartımanı sözünü daha az kullandığımız günlerde kompartımanlı bilinç yaygınlaşıyor, herkeste ve her yerde sık sık kendini gösteriyor. Kompartımanlı bilinç, yaşama bütünlüklü bakamayanların bilincidir. Yaşamın bir parçasını ele alıp çözüm ararken, kalıplaşmış deyimle, ağaçlardan ormanı göremeden, iş yapmaya çabalamak anlamına geliyor. Yaşamın bir parçasını değiştirmek isterken, bir başka yandan üstümüze bir çığ iniyor.
Birkaç gündür e-postama bir imza kampanyasına çağrı metni geliyor: TDK’nın “müsait” sözcüğünü tanımlarken kullandığı parantez içindeki “kadın” sözcüğünün çıkartılmasını talep ediyor. Tamam da, bu sözlükte yazan, “Müsait: Flört etmeye hazır olan, kolayca flört edebilen (kadın)” tanımından “kadın” sözcüğü çıkarılınca geriye kalan doğru değil ki. Bütünlüklü bakış açısıyla, desem ki, bu tanım hepten yanlış, onun çıkartılması gerekir, yine de kompartımanlı bilincin tuzaklarından kurtulmuş olamam. Yalnızca kompartımanı, parantez içi “kadın” sözcüğünün atılmasından, tanımın kendisinin atılmasına, biraz daha büyütmüş olurum. Geriye kalan binlerce sözcük, bu sözcüklerin ak-dilciler elinde aldığı saçma sapan tanımlar ne olacak?
Hangi uydurukçu TDK?
Bu sözlüğü bütünüyle atmak ve yeni bir sözlük yazmak gerekiyor. İyi de bu işi kim yapacak? Kompartımanlı bilincin bir başka görünümü mü demeliyiz; TDK’nın 12 Eylülcülerce ele geçirilmesi üzerine cumhuriyetçi çizgide sürdürmek için kurulan Dil Derneği’nin sözlüğünde de aynı tanımın yer alması ne kadar acıdır.
Eskiden, 12 Eylülcülerin ele geçirip bu hale getirmelerinden önce, 1970’lerde gericiler, TDK’nın Türkçe çalışmaları için “uydurukça” derlerdi. Türkçenin yenilenmesi ve gelişmesi için yapılanları aşağılamak için bin bir yalan uydururlardı. Bu uydurukçayı kendileri yapar, “hostes” için TDK’nın “gök konuksal avrat” dediğini uydurur ve bu yalanı herkese yayarlardı. TDK, “İstiklal Marşı” için de “ulusal düttürü” karşılığını önerdi diye uydurdukları yalana feryat ederlerdi. Kahramanmaraş’ı “kanrevanmaraş” yapmak için, faşist film gösteren sinemayı kendi elleriyle bombalamaları gibi. Sivas’ta halkı kışkırtmak için, ezan okunurken davul çaldılar, yalanını kullandıklarına benzer yalanlarla, dil işini, Türkçeyi, istedikleri gibi belirleme kinlerini, faşizmin iktidar programının maddelerinden biri yapmışlardı. 12 Eylül faşizminin ilk işlerinden biri, bu nedenle, Atatürk’ün vasiyetini hiçe sayarak Türk Dil kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nu ele geçirmek, bağımsız hukuki yapılarını bozmak ve iktidara bağlamak olmuştur. Devrimci katliamıyla birlikte dil katliamı da böyle başlatıldı.
Kompartımanlı bilinçten kurtulmuş bir bakış açısıyla düşünürsek, “müsait”e yüklenen ak-dilci anlamı bu sürecin zorunlu bir sonucudur. Aydın dilcilerimiz bu sözlükleri baştan sona inceleseler, buna benzer daha ne uydurukçalara tanık olacağız.
Doğan Kuban’ın “müsait” tanımı
Tarih ve mimarinin bütünsel bakış açısını içselleştirmiş düşünür Doğan Kuban, “müsait” skandalıyla ilgili şöyle yazıyor: “Müsaid Arapça Suud yardım eden, uygun, elverişli, müsaade eden, izin veren kökünden gelir. Seksle ilgisi yoktur. Biz müsait sıfatını bu anlamda hiç kullanmadık. Şimdiki azgelişmiş Osmanlıcılar icat etmiş olmalı. Ama ‘müsait’ sözcüğü genç bir Türkün Arapça bilgisi içinde ortaya çıkmış olamaz. Hiçbir erkeğin bir kadına ‘Müsait misin?’ diye laf attığını işitmedim. Bunu icat eden ‘dilci’nin kafasından çıkmış olmalı?” (Cumhuriyet, 13 Mart 2015) Kendi aralarında konuştukları bir dili, argo bile denemeyecek ölçüde marjinal bir kullanımı, sözlük tanımı yapmışlar. Kompartımanlı bilinç bile diyemeyiz. Bilinç fazla geliyor.
Türkiye’nin cahiliye çağındayız. Osmanlının çöküş döneminden daha kötü. Bu çöküşten çıkışta mücadeleye girişen aydınlar, bütünlüklü bir bilinçle işe giriştiler. Türkçenin ilk sözlükleri 19. Yüzyılın sonlarında yazıldı. İlk sözlüğümüzü hazırlayanlardan Şemsettin Sâmi, ilk romanımızı, Taaşşuku Tâlat ve Fitnat’ı da yazmıştı. Halkı etkilemek ve bilinçlendirmek için ilk gazeteleri çıkaranlar, ilk tiyatro oyunlarını yazan bu Osmanlı aydınlanmacıları, dilin ortak bir kültür ve toplumsal bilinç oluşumunda ne kadar önemli olduğunu biliyorlardı.
Dille uyanış
Namık Kemal ilk romanlardan birine, adı uyanış anlamına geldiği için sansürlü yayımlanan İntibâh’a, şöyle başlıyordu: “Dil, öyle taş kovuğunda yetişen incir ağaçları gibi kendi kendisine olgunlaşmaz. Yüzyıllarca hayatını kamuoyunun eğitimine hizmet için adamış birçok edebiyatçının, bilge kimselerin (var olması) gerekmektedir ki, bir dilin pek iyi düzenlenmesi, zenginleşmesi için imkânlar ortaya çıkabilsin.” (Namık Kemal, İntibâh, Sergüzeşt-i Ali Bey, s. 29, Hazırlayan: Kemal Bek, Bordo Siyah Klasik Yayınlar, İstanbul, 2003) Namık Kemal’ler, Şemsettin Sâmi’lerle başlayan edebiyatımızın 19. Ve 20. Yüzyılda ortaya koyduğu eserler dilimizi geliştirdi, zenginleştirdi. 12 Eylül Darbesi ve onun has çocuğu AKP karşıdevrimi her alanda olduğu gibi, dilde de bizi yeniden taş kovuğuna, mağaraya götürmeyi amaçlıyor.
Çoktan unutulup gitmiş, Türkçeyle hiç ilgisi olmayan “fıtrat”lar, “velev”ler bu taş kovuğundan çıkıp gelmediler mi? Osmanlının yeniden dirilişi, “ba’sü badel-mevt”i mi demeli, Doğan Kuban’ın can alıcı nitelemesiyle, azgelişmiş Osmanlıcıların dil mühendislikleri eliyle inşa ediliyor. Sözgelimi, politikada kullanımı meşrulaştırılan “kul” sözcüğü, yurttaşlığı, laikliği, toplumsal bilincimizi kemiriyor, Osmanlının da gerisine götürüyor.
Yeni bir uyanış, dil uyanışı olarak da başlamak zorunda.
Kuşadası Limanı’nda Türkçe kavgası
Kompartımanlı bilince biz de kapılmayalım, ufkumuzu açalım, Kuşadası’nda yaşayan Av. Hüseyin Alevci’nin iki yıldır süren dil mücadelesine kulak verelim. Kuşadası Limanı’nın girişinde limanın adı tabelaya şöyle yazılmış: “Port of Kuşadası”. Hüseyin Alevci, yetkili kuruluşlardan basit bir talepte bulunmuş; tabelaya limanın Türkçe adını da yazar mısınız? Bunu silip Kuşadası Limanı yazılsın demiyor, yanına Türkçesini de ekleyin, diyor. Önce Kuşadası Kaymakamlığına dilekçe vermiş. Sonuç alamamış. Aydın Valiliğine başvurmuş, olmamış. Kuşadası Belediyesine gitmiş, şirkete başvurun denmiş. Alevci, Ulaştırma ve Denizcilik Bakanlığına dilekçe vermiş, “Limanlar yönetmeliğinin maddelerinde talebinize uygun bir madde veya hüküm bulunmamaktadır” cevabını almış. Yaşadığı şehirde, limanın adını tabelaya ülkesinin diliyle, Türkçe yazdırabilmek için iki yıldır yılmadan mücadele eden Hüseyin Alevci, şimdi mahkemeye gidiyor. Şöyle diyor: “Dükkân, işyeri tabelalarının neredeyse tümüyle yabancı dilde yazılı olduğu bir ülkede, hiç olmazsa sınır kapısının girişinde Türkçe yazı olmasını istedim. Bu amaçla yola çıktım. Bugünkü durum ancak sömürge ülkelerinde görülebilir. Kendi ülkemin sınır kapısında Türkçe isim olmaması anlaşılır, kabul edilebilir bir durum değildi.” (Mete Kızık, Cumhuriyet, 13 Mart 2015) Böyle diyor Hüseyin Alevci ve liman ismini Türkçe yazdırana kadar da mücadelesini sürdürmeye kararlı.
Böl, parçala, yönet
Dil kompartımanlı bilincin sağaltıcısıdır. Ne idüğü belirsiz bir sermayeye Akp’nin sattığı bir liman var. Limanın adını bile Türkçe yazdırmayan hakim sermaye ve onun uşağı devlet kurumları, sömürge ülkesi kavramını çağrıştırıyor; dilini yazmaktan, bağımsızlığını kazanmaya, bir sözcükten bütün bir dünyaya açılıyoruz. Dilden politikaya, uluslararası ilişkilere giriyoruz. Dille, kendimizi anlamaya ve anlatmaya, sorunları aşmak için çözümler üretmeye koyuluyoruz.
Emperyalizmin eskimeyen politikasıdır: Böl, parçala, yönet. Balkanlar ve Ortadoğu coğrafyası bu politikanın ateş çemberinde yanıp yakılıyor.
Kompartımanlı bilinç de bunun toplumsal bilinçteki yansımasıdır. Olayları, olguları birbirinden kopararak düşünmek ve anlamaya çalışmaktır. Aklın örgütlenmesinin önüne duvarlar çekilmesidir. İnsanların arasına yanlış bilinç bariyerleri dikilmesidir.
“Dil Denen Mucize”, dille ilgili çok sevdiğim bir kitabın adıdır. Gelişmiş, zenginleşmiş bir dille düşünüp yaratmak, bilinçlerdeki kompartımanları yıkarak örgütlü evrensel bilince yürüyüşümüzde, tarihi ve talihimizi değiştirmek için aradığımız kuvvetin önemli bir kaynağı bu mucizede saklıdır. Devrimcinin işlerinden biri de kendisiyle mücadele etmek, kompartımanlı bir bilincin tuzaklarına düşmekten kendini korumaktır.