Son yıllarda çok ilginç protesto(!) biçimleriyle karşılaşıyoruz.
Üstelik bunlar tümüyle “organize işler” değil. Hollanda’yı protesto etmek için portakal bıçaklayanlar, doları satırla doğrayıp kıyma yapanlar, Amerikan tıraşı yapmayan berberler, iphone telefonu balyozla kıranlar, reisin fotoğrafını kafasına kazıtanlar, kefen diye beyaz çarşafla dolananlar vs
Doları protesto etmek için oğlunun üzerine ama dikkat, üst kısmına TL, alt kısmına dolar yapıştırıp dolaştıran vatandaşı da belki duymuşsunuzdur. Dudak uçuklatan cinsten bir “fantazmagori” örneği!
Kılıçla dizi izlerken çektiği selfiesini siyasi mesajla harmanlayan, oyuncak atın üstünde Osmanlı düşlerine dalan ya da fesli şalvarlı erkek adam pozlarını instagrama koyan bir kitle gündemde olan. Diriliş Ertuğrul’dan metrobüs kuyruğuna, Kurtlar Vadisi’nden arkası tuğralı Doblo’ya, tespih ve satırdan kahvehaneye uzanan bir düşler alemi var aslında.
Peki tüm bu itaat ve boyun eğme ayinlerinde dönüp dolaşıp “ideolojik hegemonyaya” mı bakacağız?
Kuşkusuz çok önemli. Yine de “ideolojik aygıtlar”, Adanalı bir kasaba dolardan kıyma yapması gerektiğini dikte ettirmemiştir diye düşünüyoruz. Yahut protesto için portakal bıçaklamak okullarda, camilerde kafalara kazınan bir endoktirinasyon motifi değildir diye tahmin ediyoruz.
Peki nasıl açıklayacağız? İnsanları bahsettiğimiz türden son derece tuhaf itaat ve boyun eğme ayinlerine, kraldan kralcı varoluş biçimlerine yönlendiren nedir?
Tarihsel olarak bakıldığında bizi de aşan bir gerçek şudur: İnsanlık tarihi boyunca güç karşısında itaat, boyun eğme ve tapınma, protesto, direniş ve kalkışmadan belirgin biçimde öndedir.
Protesto ve direniş gündelik olarak sessiz ve kenarda iken itaat ve boyun eğme gün be gün yeniden üretilir, kendini çeşitli biçimlerde faş etmekten geri durmaz. Dolayısıyla bugün olanlar ve belki yakın gelecekte çok daha fazlasını göreceğimiz “itaat eylemleri”, büyük yıkım, katastrofik bir çöküş, kıyamet alameti yahut “insanlığın sonu” gibi görünse de aslında tarih için hiç de böyle bir anlam taşımamaktadır.
Bunlar tarihte “olağan sahnelerdir”. Dahası bu bile biricik olduğu varsayılan kötülüklerin, zulmü alkışlayan kitlelerin, “reisime oğlum feda olsun” diyebilenlerin bizi lüzumsuz bir infial duygusuna ve karamsarlığa sürüklemesinin yanlış olduğunu ifade eder.
Reislerin, Putin’lerin, Trump’ların Avrupa’daki çılgın sağcı başkanların dünyasında kitlelerin de şirazesinden çıkmasında şaşılacak bir şey yoktur esasen. Ne ki bunun sürekli biçimde kötümserlik yaymasında sorun vardır.
Bu kötümserliklere bakacak olursak nokta yarım yüzyıl önce konmuştur.
Nazizmin yükselişinden savaş sonrası döneme kitlelerin de aktif rol aldığı barbarlıkların üstünü medya ve “tüketim toplumu” örtmüştür. Bu ortamın yarattığı dehşet duygusuyla Adorno, “Kültür endüstrisi, bilinçli bir şekilde kendi çıkarlarını savunacak özerk ve bağımsız bireylerin gelişmesine engel olmaktadır” diyecektir örneğin. (1)
Biz tekrar bugüne dönelim.
Kültüre, politik psikolojiye, özgül olarak coğrafyamızda olanların ötesinde “çağın insanının” özelliklerine daha fazla eğilmek gerekmektedir. Bunlar biraz tartışmalı ve “deneysel” yanları ağır basan konular olabilir. Ne ki yokmuş sanılması, “aman kurcalamayalım” denilmesi de büyük bir hata olacaktır.
Başlangıç niyetine söylenebilecek şudur:
Evet değişen yalnızca rejim değil. Hakkı hukukuyla varlığına çoktan rahmet okunan “yurttaş” da metamorfoz geçiriyor. Bir zamanların “nerede bu devlet” diyen yurttaşı çeşitli parodileştirmelere konu olsa da bugünün vatandaşından, yoksullaşmasını “Iphone telefonu tamiri yapmayacağını” söyleyerek protesto eden vatandaşından fersah fersah ileridedir.
Üstelik AKP rejiminin faşizm biçiminde kurumsallaştığını söylüyorsak, “yurttaştan” çok “kitle”(faşizm) odağımıza girecektir.
Ve kitle denilecekse…
“Doları satırla doğrayan adam” bize “kitlelerin” nasıl güçten düşürüldüğünü, siyaset yapma kanallarının nasıl tıkandığını göstermektedir.
Bu nedenle “…güçsüzleşen özne,(babaya karşı homoseksüel arzular içinde kıvranan negatif Oedipal bir tavırla) itaat ve boyun eğmelerden ‘orgazm düzeyinde’ haz alır ve bir anlamda ‘celladına aşık olarak’ kendi toplumsal uyumuna ulaşmaya çalışabilir”(2)
Ve hatta bir yoruma göre oyuncak at üstünde Osmanlı düşleri kurmak ya da kılıçla dizi izlemek gibi “emperyal fanteziler”, gerçek bir kitlesel regresyonu(çocuksuluğa gerileme) işaret etmektedir.(3)
Tüm bunlar zor sorulara davetiye çıkarmaktadır: Türkiye’nin insanı kimdir? Bugün nasıl bir dönüşüm yaşanmaktadır? Yukarıda bahsettiğimiz patolojik halleriyle “kitle”, ayağını bastığı faşizm zeminiyle birlikte “yurttaşı” yutacak mıdır?
Buradan devam etmek dileğiyle…
Notlar
1-Alan Swingewood, Kitle Kültürü Efsanesi, Bilim ve Sanat Yayınları(1996);s.40
2-Serol Teber ,“Tutunamayanların” Politik Psikolojisi, Okuyan Us(2014);s.19
3-https://ihtisastramvayi.com/2018/04/16/deliris-ertugrul/