Başlıktaki ifade, çalışma yaşamında birbirinden ayrı düşünülemeyen, az da olsa birbirini tamamlayan üçlüyü içermektedir.
Sermaye sahibi işveren üretim tesisi kuruyor, üretim yapılmasının yolunu açıyor, artı değer yaratanlardan da azami ölçüde yararlanmaya çalışıyor.
Bunun için gerekli olan bütün araçları da kullanıyor.
Sendika, işverenin tek başına at oynatmasına izin vermemek, üretimi sağlayan ve artı değer yaratan emek gücünün ortaklaşmasını sağlamak için zemin oluşturuyor. Üyeleri arasında dayanışmayı sağlamasının yanı sıra işverenin daha fazla sömürü için kullanacağı araç olmamak için direniyor, azda olsa yeni kazanımlar elde ediyor.
Tabi, kazandıklarını elinde tutamadığı zamanlar da oluyor…
İşçi, sermayenin gücü ve sistemin boyunduruğu altında kıvranarak yan yana gelmenin yolunu arıyor. Bu arayış ekseninde sık sık işverenle, az da olsa sendikayla çatışıyor.
İşte, bu üçgen de, son dönemlerde garip gelişmeler yaşanıyor.
Özellikle de işçi havzalarında yaşanan bu çarpıklık, bardağı taşıran son damla oldu. Doğal yansıma olarak da, metal ve otomotiv sektöründe geçen yılın mayıs ayında yaşanan başkaldırma eylemleri, çalışma yaşamının paradigmalarını da altüst etti.
Kocaeli açısından bakıldığında, bu üçgen ilişkileriyle dönen çalışma yaşamında büyük altüst oluşlar yaratan gelişme olmadı. Ancak, işçilerin, sendika-işveren ilişkisinden duyduğu rahatsızlık su yüzüne çıktı, gizlenemez hale geldi.
İzmit ve Gebze’den birer örneklemeyle somutlamaya çalışacağım…
ENPAY fabrikasında, işçiler metal ve otomotiv sektöründe domino etkisi yaratan dalgalanma sonucu üyesi oldukları Türk Metal Sendikası’ndan istifa etmiş ve sendikal örgütlenme özgürlüğünü kullanmak istemiştir.
Ancak, iş yaşamındaki gelişmeleri belirleyen üçgenin iki halkası, üçüncü halkaya karşı hemen işbirliğine gitmiş ve özgür irade kullanımı talebini bastırmanın yolunu aramıştır. Uzun vadede ise bu ikili ittifak kazanan taraf gibi görünmektedir.
Evet, Enpay fabrikasında çalışan 730 civarındaki işçiden önemli bir bölümü, sektördeki dalgalanmadan da etkilenerek, çalışma yaşamında işçiyi yalnızlaştıran ittifakın önemli ayağı olan Türk Metal Sendikası’ndan istifa ederek, Birleşik Metal-İş Sendikası’na geçme hamlesi yapmış, sonunda işten çıkartılmıştı.
‘’Sarı sendika istemiyoruz’’ diye ayaklanan o işçiler, işsiz kaldıktan sonra hukuki zeminde hak arayışına girmiş ve bu süreçten kazanımla çıkmıştır. Ama, bu durum, işsiz kalışlarını gidermeye yetmemiştir.
Yani, üçlüden ittifak yapan güçler kazanımlı çıkmıştır. İşçiler ise kendi sınıf arkadaşlarıyla bile yeterince ittifak yapamadığı için, kısa vadede kazanım sağlamış gibi görünse de kaybeden taraf olmuştur.
Benzer durumlar olmasa bile hemen her fabrikada, bu üçlünün uyum içinde çalışması her zaman mümkün olmuyor.
Söz konusu ittifakı gerçekleştiren ikili, çok sayıda fabrikada işçi çıkarımlarının altına birlikte imza atıyor. Buna karşı çıkan işçileri de, aforoz ediyor.
Şimdilerde, dönen çarkın tekerine çomak sokulan yerlerden biri de Gebze Plastikçiler OSB’de bulunan İnci Plastik ve Jüt Sanayi A.Ş oldu.
Hak-İş Konfederasyonuna bağlı Öz-İplik İş Sendikası’nın örgütlü bulunduğu bu işyerinde, sendika temsilcisinin işten atılmasını protesto eden fabrika çalışanları, bu işlemden geri adım atılana kadar eylemlerine devam edeceklerini ifade ediyor.
İşçi, 2014’ün Ekim ayında 3 temsilci seçmiş ve haklarını savunması için onları görevlendirmiştir. Bu işçiler, 2 ay öncesine kadar çalışanların hakkını savunma mücadelesinden vazgeçmedi. Ama, bu süreç tersine çevrilmeliydi, çünkü işverenin işine gelmiyordu. 2 ay önce başka illerde aynı sözleşmeden yararlanan aynı sendikanın üyeleriyle fikir alışverişi yapınca, söz konusu kutsal ittifak tarafından istenmeyen insanlar ilan edilip görevden alındılar.
Ve, baş temsilcinin işine ‘’işyeri huzurunu bozmak’’ gerekçesiyle son verilmesi bardağı taşıran damla oldu. İşçiler, tepki olarak fabrikada yemek yemiyor, geceleri fabrikanın önünde bekliyor ve hak arayışını sürdürüyor.
Yani, kutsal ittifak karşısında her zaman olduğu gibi yalnızlaşan işçi, kendi gücüne dayalı bir çıkış arıyor.
Bu hamle ve mücadele çok kıymetlidir. Sonucunda, kutsal ittifakı oluşturan ikiliye önemli ders verecektir.
İşveren-sendika-işçi ilişkisinde yerli yerine oturtulan düzenlemeler olmalı. Bu sağlanamazsa, işyerlerinde iş barışı ve huzuru sağlamak pek olası değil.
1991 yılındaki bahar eylemleriyle ölü toprağını üzerinden attığını gösteren işçi sınıfı, zaman zaman yaptığı kolektif çıkışlarla kazanımlar elde ediyor. Ama, sistemin sahibi konumundaki sermaye bu kazanımları boşa çıkartmak için gereken yasal düzenlemeleri hemen yapıyor, adeta kölelik yasaları düzenlenmesini sağlıyor.
Yaklaşık 2 milyona yakın nüfusu olan, bu nüfusunun 500 binine yakını işçi olarak çalışan bir kentte iş barışı ve huzuru sağlamanın yolu, bu üçlü ilişkisinin belli bir hukuka dayalı olmasından geçer.
Üçlüden ikisi birlik olup diğerini yok saymaya başlarsa, işyerlerinde hiçbir zaman iş barışı sağlanamaz. Bu durum da, uzun vadede sermayeye kaybettirir.
İşçiye mi ?
Onlara kaybettirmez, çünkü mevcut durumda ayaklarındaki zincirlerden başka kaybedecek bir şeyleri kalmadı. Aksine, o kutsal ittifak, dönemsel olarak başkaldırının altına imza atan işçi sınıfının birikimini güçlendirir.
Yaza doğru, hem bu kentte hem de Türkiye’de yeni bir dalgalanmanın ayak izlerini görür gibiyim…