İrade, iktidar, sol

Eğilimlerin, çizgilerin, siyasal tutumların hızla netleştiği günlerden geçiyoruz. 

Siyaset ortamını, öne çıkan, başat hale gelen çelişki ve karşıtlıklar belirliyor. Tarihte ve siyasette  “sonuç”, karşıt kutuplar arasındaki ilişki ve mücadelelerin belirlediği bir tür bileşke olarak ortaya çıkıyor. 

Kutuplaşmanın, öznel siyaset ve tutumlardan belli ölçülerde bağımsız, “nesnel” diyebileceğimiz bir mantığı var. 

Olayların gidişinin olağandışı bir seyir ve tempo kazandığı koşullarda ortamın istediği kesin, açık tutumları alamayan arada kalır, siyaseten etkisizleşirler. Çok, pek çok örneği var. 

***

Erdoğan’ın tarz-ı siyaseti, her uğrakta ana hedefi ve “baş düşman”ı tanımlamak,  ittifak yapılacak, tarafsızlaştırılacak güçleri belirlemek, toplumu dost-düşman karşıtlığı çizgisinde kutuplaştırmak olarak özetlenebilir. Koşullara bağlı olarak bu siyasetin biçimleri, müttefikleri değişebiliyor; özü değişmiyor.  Örnek olsun, şu sıralar yaşandığı gibi, cemaat ve liberallerle işinin bittiği yerde, askerlerle, ulusalcı odaklarla ittifak kurabiliyor.

Erdoğan, siyasetin bir irade ve iktidar pratiği olduğunu biliyor. Yapma ve yaptırım gücünü tartışmalı, kuşku duyulur duruma düşürecek her şeye karşı bütün gücüyle savaşıyor. 

Somut duruma bakalım. Önce kendi evini toparladı. Fidan, Arınç, Davutoğlu çıkışlarını kararlılıkla püskürttü; kimseye önemli bir ödün vermeden iradesini egemen kıldı. Seçim taktiğinin gereği olarak “çözüm”ü buzdolabına aldı; izleme heyeti vb. konularda Davutoğlu’na, Arınç’a, Akdoğan’a tükürdüklerini yalattı. AKP’nin seçim bildirgesini başkanlık referandumu içeriğiyle dikte etti; AKP vekil adayları listesinde son sözü söyledi.

İç savaş yasasını onayladı. Seçmen yurttaşı, başkanlığa geçiş için 400 vekillik oy çıkmazsa iç savaşla tehdit etti. “Bu sistemle buraya kadar” dedi. Yeni Türkiye’nin bir şirket gibi yönetilmesi gerektiğini buyurdu.

10 Nisan’dan bu yazının yazıldığı 14 Nisan sabahı arasında olanlar daha da aydınlatıcıdır: Yeni Türkiye Araştırma Merkezi açıldı. Yeni Türkiye marşı açıklandı.  Polislere, “arkanızdayım, devam edin” mesajı verildi. Diyadin’den “çatışma”, ölüm haberleri geldi.  

Erdoğan’ın seçim taktiği, HDP’yi baraj altında bırakmak üzerine kurulmuştur. Şu ana kadarki anket ve işaretlerden anlaşıldığı kadarıyla HDP barajı aşmaktadır. HDP’yi baraj altında bırakmanın etkili yolu olarak bu partiye oy vermeye eğilimli seçmen kitlesini caydıracak, Türk-Kürt düşmanlığını körükleyecek provokasyonlar bekleniyordu. Diyadin’de, Tendürek dağlarında yapılan budur. Ancak, her olayda ortaya çıkıyor, AKP valileri çok yeteneksizler. Ağrı valisi de, kör gözüm parmağına misali, beceriksiz  provokasyon girişimiyle  Erdoğan ve AKP iktidarını kamuoyu önünde suçüstü durumuna düşürmüş, HDP’liler serinkanlı  tutumlarıyla komployu püskürtmeyi başarmışlardır. 

Bu devletin ve bu iktidarın, daha “becerikli” provokasyonlar yapabilecek yetenekte olduğunu , yeniden deneyeceklerini biliyoruz. Ancak bu kez, ne yaparlarsa yapsınlar,  istedikleri sonucu alma olasılıkları giderek zayıflıyor. Toplum bu kez, 7 Haziran’da Erdoğan’ı ve AKP’yi geriletecek seçeneğe doğru kutuplaşıyor.

***

Bu ülkede, siyasetin hiçbir düzeyi için önemsiz sayılamayacak bir sol/sosyalist birikim, potansiyel var.  Siyasal partilerimiz, örgütlerimiz ise ne yazık ki, bugün için toplumsal ölçekte düzen karşıtı bir kutup, çekim gücü oluşturacak, potansiyel enerjiyi kinetik enerjiye dönüştürecek güçte değiller. Bu bilinen ve çokça yinelenen saptamaya, bu durumdan çıkışın çaresi olarak sunulan, “tek başına olmuyor, o halde birleşerek olur” formülünün de kendi başına çözüm getirmeyeceği görülmelidir. 

Yapılması gereken, dönemin, tarihin, sınıf mücadelesinin istemlerine yanıt verecek siyasetin, programın, mücadelenin üretilmesidir.  Teorik olarak, birleşmiş güçlerin böyle bir niteliği üretememesi de, var olan özne ve güçlerden birinin/birkaçının bu görevi yerine getirmesi de olasıdır. Sorun, nicelikte değil, niteliktedir. Bir noktadan sonra, sosyalist  siyasetin içeriğiyle, öznenin irade ve iktidar kapasitesiyle ilgilidir.  Lenin’in, kitlelerin sempatisini kazanmak için ne söylemek gerektiğinin tartışıldığı bir toplantıda, “güçlü olduğumuzu gösterebilirsek kitlelerin sempatisi bizimle olur” dediği söylenir. Konu tam da budur. 

Siyaset, yalnızca devlet erkini almak ve kullanmak anlamında değil, siyasal bir öznenin kendisini var etmesi, toplumsallaştırması bağlamında da bir iktidar pratiğidir. “İktidar”ı, yalnızca ve her durumda devlet iktidarıyla özdeşleştirmek, onu da “iktidar perspektifi” kavramıyla bir hedef ve niyet beyanına indirgemek yanılgılarımızdan biridir. 

İktidar, yapma ve yaptırım gücüdür. Sözle eylemin birleştiği yerdir.  Yalnızca yapma kararlılığı ve gücü değil, aynı zamanda yaptırmama iradesi ve gücüdür. Devrimci parti, devrimci toplumsallık iktidara henüz  bir muhalefet hareketiyken yapma ve yaptırmama gücünü ortaya koyarak yürür. 

15-16 Haziran 1970 ayaklanması ve Haziran 2013 isyanı,  toplumsal muhalefetin yaptırmama gücüyle iktidarını ortaya koyduğu iki somut örnektir. Birincisinde, o günkü iktidarın DİSK’i kapatma kararı, iradesi felç edilmiştir. İkincisinde, yalnızca Taksim meydanı kurtarılmamış, AKP rejimine ilk kez iktidarsızlık tattırılmış, topluma yeni dönemin açılacağı yol gösterilmiştir. 

8 Haziran sabahına umutla, yeni bir enerjiyle uyanmak isteyenlerin, 7 Haziran seçimlerini diktatörü başkan yaptırmama irade ve iktidarına dönüştürmek için tüm güç ve olanaklarıyla mücadele etmeleri gerekiyor.