İki dev roman

Romanın içerisinde o kadar çok malzeme, o kadar çok öykü var ki, pek çok yazar sadece burada anlatılanları ayrı ayrı kitaplaştırarak tüm edebiyat yaşamını geçirebilir. Zaten pek çok yapıta da esin kaynağı olmuştur Sefiller.

Geçen yazım (1) için Su Manzaraları’na bakarken resimlerdeki balıkçılara takılmıştım. Hepsi çok tanıdık gibiydi. Elbette sıkça baktığım için doğrudan bu tablolardan tanıyor olabilirdim ama sanki fazlası vardı, sanki öykülerini biliyor gibiydim. Özellikle Charles Napier Hemy’nin balıkçılarının. “Nereden tanıyorum, nereden?” derken birden aklıma Deniz İşçileri geldi. Buradan olabilir miydi? Belki de. Uzun yıllar önce okuduğum bu Victor Hugo klasiğinin ayrıntılarını anımsamıyordum doğrusu. Tek çözüm tekrar okumaktı. Öyle de yaptım:

Tam olarak aradığımı bulduğumu söyleyemem, evet benzer noktalar vardı ama bütünüyle aklımdakiler değildi. Olsun, yine de iyi ki okumuşum diyebiliyorum. Deniz İşçileri denizi en iyi anlatan romanlardan biri diye bilinse de, benim bu kez dikkatimi başka bir şey çekti; gece karanlığını daha iyi anlatan, anlatmakla kalmayıp yapıtın ana denge unsuru haline getiren başka bir kitap anımsamıyorum. Sanırım başyapıt olmanın özelliklerinden biri de bu; her okumada farklı bir yönünü keşfetmek. Gerek anlatım gerek roman örgüsü olağanüstü. Sanki her cümle üzerinde uzun uzun düşünülmüş gibi. Sonradan çok yaygınlaşan ve özellikle küçük burjuvaları anlatan kitapların temel unsuru haline gelen bilinç akışı tekniği ustaca kullanılmış ama asla başat hale getirilmeden.

Romanın ana karakteri Gilliatt da edebiyat tarihinde benzeri olmayan sıra dışı bir gözlemci: “Madem deniz doludur, hava neden boş olsun?” sorgulamasına dek giden gözlemleri var. Ama asla her sayfada bir gözlem yapan karikatür bir tip değil; gözlemler kurgunun ilerlemesini sağlıyor. Bilimsel yönteme uygun olarak, gözlemle elde edilen veriler, sonrasında sınıflandırılıyor: “Rüzgâr, yöne göre sınıflandırılınca ölçüye gelmez; çeşidine göre sınıflandırılınca da sonsuzdur”.

Dozunda mizah da var romanda: “Rahip, ‘karşınızdakinin şeytan mı yoksa kocanız mı olduğunu anlamak için alnını yoklayın, boynuz bulursanız emin olabilirsiniz’ dediğinde kadın sorar ‘neden emin olabilirim?’” Ve başrahibin eleştirilen şu sözleri: “Hükümdarları Tanrı istemiştir…Kölelik kutsal bir kuruluştur…Ölüm cezası kutsal bir emirdir.” Geri planda da kapitalizmin ilk dönemi, denizlerde süren yelkenli-buharlı gemi rekabeti. Öyle ki Durande isimli buharlı yük gemisi romanın ana karakterlerinden birisi gibi.

KÜNYE: Deniz İşçileri. Kitapçılarda Dorlion ve İş Bankası baskıları var, etiket fiyatları 150, 160 TL.

Diyeceksiniz ki hiç mi beğenmediğin yeri yoktu kitabın? Elbette kusursuz değil; bana göre geminin kurtarılmasıyla ilgili teknik ayrıntılar okumayı güçleştiriyor ama bu kadarcık kusur…Daha iyisi için bu haftanın diğer kitabına bakmalısınız.

Victor Hugo hakkında yazmak zor bir iş elbette. Kimilerine göre dünyanın gelmiş geçmiş en büyük yazarı olması bir yana, yine dünyanın hakkında en çok yazılan kişilerinden olduğu da söylenir. Demek istediğim, yazdıklarınızın özgün olma olasılığı düşüktür; illa ki herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda yazacaklarınızı daha önce birileri söylemiştir.

Paris Komününün en ilginç kişilerinden birisidir Victor Hugo. Aslında bir burjuva demokratı olmasına karşın o günler için solda sayılıyor. Marks’a göre ise ‘sözde liberal ama büyük romancı ve şair.’ Hugo da, Paris işçileri de cumhuriyetçidir ama işçiler daha ilerisini talep ettiklerinde Hugo ile anlaşamazlar. Şöyle der Victor Hugo: “Meclis ne kadar saldırgansa Paris Komünü de bir o kadar salak. Her iki taraf da deli. Ama sonunda Fransa, Paris ve Cumhuriyet kazanacaktır.” (2) Bunları Hugo’yu tam olarak anlatabilmek için yazıyorum. Marks’a göre “Victor Hugo, hükümet darbesini yapan Louis Bonaparte’a acı ve ince sitemlerde bulunmakla yetiniyor. Olay ona durgun bir gökyüzünde çakan şimşek gibi gözüküyor. Bu adamda, tarihte eşi görülmemiş bir kişisel teşebbüs gücü var olduğunu kabul etmekle, onu küçültmek değil, tersine daha da büyütmekte olduğunun farkına varmıyor.” (3)

Bunların en doğru izlenebileceği kitap Sefiller olsa gerek. Bilirsiniz, Victor Hugo’ya göre insanın hem gereksinim duyduğu hem de savaştığı üç şey doğa, toplum ve dindir. Yazar Deniz İşçileri’nde ilkini, Sefiller’de ikincisini anlatır. (4) Bu açıdan Sefiller sadece edebiyat bağlamında değil, toplumsal tarih açısından da önemli bir yapıttır. Karl Marks’ın ünlü üçlemesi Fransa’da Sınıf Savaşımları, Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i ve Fransa’da İç Savaş kitaplarının tamamlayıcısı olduğu ve kesinlikle birlikte okunmaları gerektiği kanısındayım. Genel politik değerlendirmenin ötesinde sokakta ne yaşandığını anlayabilmek bu gerekli.

Hugo Sefiller’de Fransız Restorasyon Dönemi’ni anlatmaktadır. 1815’te hapisten çıkan Jean Valjean yoksulluğun, baskının, adaletsizliğin her gün arttığı bir Fransa ile yüz yüze gelir. Diğer yandan toplumsal huzursuzluk yükselmekte, ayaklanma koşulları oluşmaktadır. Kitabın tarihsel arka planı esas olarak böyledir. Hugo sadece yoksul kesimleri değil, burjuva mahallelerini de ayrıntılı bir biçimde anlatırken, sınıfsal çelişkileri de gözler önüne serer. Edebiyat tarihinin en önemli kişiliklerinden biri olan Jean Valjean öyle ustaca kotarılmıştır ki, onun yaşamındaki değişikliklerle birlikte toplumun her sınıfının, her kesiminin yaşamına doğrudan girilir.

Sefiller, hiç abartmıyorum, ‘roman nasıl olmalı’ sorusunun yanıtıdır. Her sayfasının didik didik edilip incelenmesi gerekir bu işi öğrenebilmek için. Hugo, çağdaş anlatı tekniklerinin neredeyse tümünü kullanıyor. Düşle gerçeğin birbirine karıştığı durumlar, bilinç akışı tekniği, roman boyu eksik olmayan küçük gerilimler ve bunun yarattığı sürükleyicilik, politik tartışmalar, felsefi değiniler…Ve bunların tümü dozunda ve bir diğerini bastırmadan kullanılıyor. Okurken, olayları ayrıntılarına dek anımsamama, hatta neredeyse bir sonraki paragrafta ne yazacağını bilmeme karşın (5) okumaktan kendimi alamıyordum. Bence Hugo’nun dehasıydı bu.

Romanın içerisinde o kadar çok malzeme, o kadar çok öykü var ki, pek çok yazar sadece burada anlatılanları ayrı ayrı kitaplaştırarak tüm edebiyat yaşamını geçirebilir. Zaten pek çok yapıta da esin kaynağı olmuştur Sefiller. Örneğin ilk kez 1960’lı yıllarda çekilen ve sonrasında defalarca yeniden çekimi yapılan kült televizyon dizisi Kaçak (The Fugitive), bence buna en iyi örnektir. Buradaki Dr. Kimble ve polis komiseri karakterlerinin, Sefiller’deki Jean Valjean ve komiser Calvert’den esinlenildiği o kadar belirgin ki. Polis deyince, Hugo’nun şu saptamasını aktarmadan geçemeyeceğim: “Bir kısım polis memurlarının ayrı bir yüz ifadesi vardır; bu ifadeye bir de alçaklığa, bayağılığa karışan bir otorite havası da eklenir.” Garipsediyseniz çıkın sokağa bakın, ne denli doğru saptama olduğunu göreceksiniz.

Victor Hugo, roman akışını kimi yerlerde kesip, hatta bir anlamda romandan uzaklaşıp, politik ortam, çevre gibi konularda yorumlar yapıyor. Örneğin Waterloo savaşı ya da Paris kanalizasyon sistemi gibi. Bu yorumlar bazen dönemin Fransız entelektüellerin tartışmaları şeklinde aktarılıyor. Elbette kendisinin toplumsal eleştirilerini de burada izleyebiliyoruz. Sanırım Sefiller’i yazıldığı dönemde okusaydım, Marks gibi düşünür, Hugo’yu sosyalizm karşıtı bulurdum. Üzerinden yüz elli yıldan fazla geçince bunlara aldırmayıp, olağanüstü bir toplum yansıtması olarak görüyorum (Demek ki bir metni sevmem için illa sosyalizan olması gerekmiyormuş), çünkü şu sözlerin tümü Sefiller’den: “Her beş hırsızlıktan dördü açlık nedeniyledir…Çalışmak bir haktır…Doğanın adı kaderse, toplumun adı önlemdir…Çağdaş toplum hayatının alt tabakaları kayıp çocuk izleriyle doludur.” Sanki bu günleri anlatıyor. Ama yine de “eşit dağıtım üretimi engeller” sözünü kabullenemiyorum.

Victor Hugo Sefiller için, “Bu kitabın başta gelen kişisi sonsuzluktur; insan ikinci kişidir” diyor. Doğru olabilir ama insanlara da ince ince dokunduğunu söylemeliyim. Özellikle din adamlarının zihinsel dönüşümü benim açımdan çok etkileyiciydi. Kişide sevginin oluşması bile farklı anlatılıyordu: “Bazı kimseler birinden nefret etmeden başkasını sevemez…Anladı ki zekasını artırmak kinini artırmaktı.”

KÜNYE: Sefiller. Kitapçılarda tam metin 2-5 cilt, Kapra, Karbon ve İş Bankası baskıları var, etiket fiyatları 65-
145 TL arası.

Doğal olarak bu kitapta da sevmediğim noktalar oldu. Özellikle kurguda, olayların birbirine bağlanmasında tesadüflerin fazla kaçtığı kanısındayım. Ama yine de istisnasız okuma yazma bilen herkesin okuması gereken kitaplar olduğunu düşünüyorum Deniz İşçileri ve Sefiller’in.

 

(1) https://ilerihaber.org/yazar/evdeki-galeri-154232

(2) Hugo V. 1871 Paris Komünü Günleri. Çev.: Akseki EÖ, Kırmızı Kedi Yay., 2020.

(3) Marks K. Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i. Çev.: Belli S, Sol Yay., 1976.

(4) Üçüncüsüne, yani dine, Notre Dame’ın Kamburu’nda değinir ama bu hafta yok, belki ileride.

(5) Bu sadece kitabı daha önce okumuş olmamdan değil, filmini izlemekten de (sanırım dizisi de çekilmişti) kaynaklanıyordu.