Çok bilinen bir özdeyiştir, ama konumuzla yakın ilgisi nedeniyle bir kez daha alıntılayalım.
Her yönetimin acımasız eleştirmeni, ünlü Fransız yazarı ve düşünürü Marquis de Sade (1740-1814); Bastille zindanına atıldığında, çağlar boyunca geçerliliğini koruyacak bir imza niteliğindeki şu sözü söyler : “Ey insanlar! Asıl şimdi korkun benden, çünkü beni düşüncelerimle başbaşa bıraktınız!”
Böyledir işte!
Sanatçının, bilim adamının, düşünürün, gerçek anlamda aydın kişinin tek silâhı ve tek sesi, düşünceleridir. Bu nedenledir ki, düşüncelerin kılıfı olan bedeni bir yere kapatmakla veya öldürmekle o beden içersindeki düşüncelerin de yok edilebildiğine kültür tarihinde hiç rastlanmamıştır.
Ya da bir örnek daha verelim. Dünya edebiyatında deneme türünün babası diye bilinen Montaigne (1533-1592); düşünen insan’ın birincil görevinin kendi düşünce evreninde bir ‘iç kale’ inşa edebilmek olduğuna inanır. O ‘iç kale’, dış dünyadan yöneltilebilecek bütün darbelere karşı koyabilecek kadar sağlam ve hiçbir yıkıcı etkinin ulaşamayacağı kadar derinlerde yapılmış olmalıdır.
Ve – yine Montaigne’e göre – düşünen insan, dış dünyanın en büyük çalkantılarının ve en dipsiz kaoslarının ortasında erdemlerini ve düşüncelerini ancak böyle bir ‘iç kale’ye çekildiği takdirde koruyabilir.
Hayatlarını düşüncelerin rehberliğine bırakmak yerine hep kör inançlarla, ne kadar süreli olabileceğine hiç bakmadıkları dünya iktidarlarıyla ve türlü bağnazlıklarla dolduranlar, yukarıda sözünü ettiklerimize elbet yabancıdırlar. Tıpkı birkaç gün önce çarptırıldığı hapis cezasını çekmek üzere demir parmaklıkların arkasına geçen bilim adamımız Prof. Dr. Rennan Pekünlü’ye bu cezayı verenler ile, bu olay karşısında sessiz kalanlar gibi!
“Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü’nde görev yaptığı sırada türbanlı bir öğrenciye Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarını hatırlatarak öğrencileri uyaran Prof. Dr. Rennan Pekünlü, “eğitim ve öğretim hakkını engellediği” gerekçesiyle İzmir 4. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından 2 yıl 1 ay hapis cezasına mahkum edilerek cezasının 4 ay 10 günlük infazını geçirmek üzere cezaevine girdi…”
Prof. Pekünlü, daha yargılanması sürerken üniversitedeki görevinden de uzaklaştırılmıştı.
Prof. Pekünlü’nün hapse gireceği gün öğrencilerine veda edişi, hiçbir yeryüzü sarayında eşine rastlanamayacak kadar görkemli ve onurlu oldu. Bilimin bu onurlu evladı, hapisten önceki son saatlerini öğrencilerine ders vermeyi sürdürerek, yani katıksız bir bilim insanına ve hocaya nasıl yakışıyorsa öyle geçirdi. O dersin ‘son ders’ diye anılmasına da şu sözlerle karşı çıktı : “Bu, son ders değil; çünkü daha yapacak çok işimiz var!”
Bu kısacık cümle, aslında bu ülkede yıllardır ‘dindar gençlik’le, kız ve erkek öğrencilerin evlerde ve taşıtlarda hangi kurallara uyarak bulunabilecekleri ile bozmuş olanların sayfalar ve programlar dolusu bütün söylemlerini yerle bir edebilecek güçte.
Ama elbette ki, anlayana!
Çünkü ne yazık ki, anlamayanların, anlamak istemeyenlerin sayısı da hayli kabarık.
Prof. Dr. Rennan Pekünlü, “Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarını” uyguladığı için hapis cezasına çarptırıldı. Uygar dünyada böyle bir gerekçeyi anlayabilecek bir hukukçu, hele bir anayasa hukukçusu bulunabileceğine inanmıyorum.
Ama bizde var.
Hatta, üniversitelerde profesör olup öğrencilerine ‘anayasa hukuku’ öğretmekte olanlar bile var!
Bu ülkedeki hukuk fakültelerinde dekanlık, ‘Anayasa Hukuku Anabilim Dallarında’ da hocalık yapan, ama bir bilim adamının “Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarını” uyguladığı için hapis cezasına çarptırılması karşısında SUSAN tüm akademisyenlerine soruyorum : AYNAYA BAKTIĞINIZDA NE GÖRÜYORSUNUZ ?
Böyle suskunlukların yaşandığı ülkelerde adına ‘adalet’ denilen erdem, tası tarağı toplayıp hukuku terk eder.
Adalet tarafından terk edilmiş hukuk kalıntılarında hâlâ hocalık ve bilim insanlığı yapmaya çalışanlar ise ancak çok, ama çok acıtıcı birer alay simgesi olarak kalırlar!