Arkadaşımdan bir e-posta geldi. Üç hafta önce, “Hikmet Kıvılcımlı’nın 18 Brumaire‘i” yazısında söz ettiğim, bana 27 Mayıs’ı Kıvılcımlı’dan okumam gerektiğini hatırlatan arkadaşım, yazıdan pek memnun kalmamış olacak ki, mektubuna şöyle başlamıştı:
“Sevgili Sadık Dostum,
Marx’a gönderme yapan afili bir başlıkla, aramızda geçen özel konuşmalarla süsleyerek yazdığın, Kıvılcımlı’nın ‘27 Mayıs ve YÖN Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi’ kitabıyla ilgili yazını okudum. Kitapta asıl görmen ve göstermen gereken çok önemli meselelerin üzerinden atladığını belirtmeden edemeyeceğim. Beni kaygılandıran, bunları gerçekten göremedin mi, yoksa kısa bir gazete yazısı sınırları içinde dile getirmeyi beceremediğin için mi eksik bıraktın sorusudur. Eğer birinci şık doğruysa, senin adına üzülmekten başka elimden bir şey gelmez. İkinci seçeneğe sığınacaksan, bu durumda biraz umut var demektir; sana, işini daha doğru dürüst yap, az sözle çok şey anlatmayı öğren tavsiyesinde bulunurum.”
Gelin de bozulmayın. Elektronik mektubun burasına gelince okumayı bıraktım. Hatta devamını okumama kararıyla “çıkış” düğmesine basarak yazıyı kapattım ve hemen sözü geçen yazıyı açtım. Arkadaşımı benim adıma kaygılandıran yazıyı yeniden okudum. Bu yazıda bu kadar ağır eleştiriyi haklı çıkaracak büyük eksiklikler neydi, doğrusu, pek bir şey göremedim. İnsan kendi yaptıklarına eleştirel açıdan körlükle baktığı için mi böyleydi?
Küçük burjuvanın tipolojisi
Merak etmiştim; tekrar arkadaşımın mektubuna döndüm. Bakalım, nelerin üzerinden atlamıştım.
“Yazında,” diye devam ediyordu şom ağızlı arkadaşım, “27 Mayıs dersini çalışmaktan söz ediyorsun. 27 Mayısçıların ‘küçük burjuva sınıfsal konumlarının kaypaklığı’ndan dem vuruyorsun ama kitabın, yöntemsel açıdan da en kalıcı analizlerini es geçiyor, yani küçük burjuvanın, toplumsal mücadelede sınıfsal özelliklerini açığa çıkaran çözümlemelerden tek söz etmiyorsun.”
“Yok ama,” dedim kendi kendime. “Kendi yazımı tekrar okumakla kurtulamayacağım. Bu adam bana Kıvılcımlı’nın kitabını da yeniden okutacak.”
Haklı mıydı, peki? Ben kitapta 27 Mayıs’ı anlamaya odaklanmıştım. Bir bakıma öteki temaları yeterince dikkatli görememiş olabilirdim. Kitaba adını veren YÖN Hareketiyle ilgili çözümlemeleri bile bir yana bırakmış, bir gazete yazısı sınırları içinde, kaba çizgilerle bir 27 Mayıs haritası çizmeye çalışmıştım.
Bana yazmam için ev ödevi veren arkadaşım, oturmuş şimdi de bu ödevin notunu veriyordu. Ödevde, “önemli meselelerin üzerinden atlamıştım”. Arkadaşım şom ağızlı mektubunu sürdürüyor, notunun gerekçesini açıklıyordu:
“Hikmet Kıvılcımlı bu kitapta, 27 Mayıs ve YÖN’ü çözümlerken, eksiksiz bir küçük burjuva tipolojisi de çıkarır. Senin yazında bu tipolojinin t’sini göremedim. Şöyle yazar: ’27 Mayıs Silahlı Kuvvetlerin eseriydi. Silahlı Kuvvetlerin yüzde 1’i büyük burjuva Devletlûları, yüzde 99’u küçük burjuva Kapı-kulları’dır. İster silahlı, ister silahsız olsun Küçük burjuvazi, modern bir sosyal sınıf değildir. Ya üst (Finans-Kapitalist) zümrelere katılmak ve sivrilmek ‘mutluluğuna’ kavuşacaktır (Paşalar gibi); yahut alt (işçi) sınıfına karışıp onun kaderini paylaşacaktır.’ (Hikmet Kıvılcımlı, 27 Mayıs ve YÖN Hareketinin Sınıfsal Eleştirisi, s. 226-227, Sosyal İnsan Yayınları, 2008, İstanbul) İşte, küçük burjuvazinin bu aradaki konumu onun toplumsal güvensizliğini ve güvenilmezliğini belirler. Kararsızlık, istikrarsızlık, ilkesizlik tutumu bu sallantılı toplumsal yapıdan kaynaklanır. Kıvılcımlı bu psikolojiyi şöyle çizer: ‘Birbirine düşmek diye tanınan ve adım başında rastladığımız davranış çaprazlığı, kişileri belirlendiren sosyal sınıf olamamak veya sosyal bir sınıfın oturaklı durumunu bilincine çıkaramamış olmak yüzündendir.” (s. 227)
Değerli Sadık Arkadaşım, sen de çok iyi bilirsin ki; küçük burjuvazinin okumuş yazmış kesimleri, burjuva sınıfının ideoloji üretiminde istihdam edildikleri için bugünlerde en çok onların sesi duyuluyor, toplumsal ilkeleri ve ölçütleri onların ufkundan görmeye şartlanmış bir kamuoyu ortaya çıkıyor. Kapitalist toplumda belirleyici iki sınıfın, burjuvazi ile işçi sınıfının arasında yuvalanan ve hangisi güçlüyse ona yamanmaya koşan bu sınıfın tutarlı, bütünlüklü bir dünya görüşü, insan ve toplum tasarımı geliştirmesi mümkün değildir. Bugün sermayeleşen kitle iletişim sisteminde, sanat piyasasında, şirket bürokrasisinde yuvalanan küçük burjuvazi kendini bütünüyle burjuvazinin işlediği sömürü ve cinayetleri örtbas etmeye memur etmiştir. Onların fikir diye pazara çıkardıklarının altında süslenmiş sermaye çıkarları vardır. İşte, Kıvılcımlı, 27 Mayıs’ı yapan subayların düştüğü açmazların küçük burjuva sınıfsal konumlarından kaynaklandığını ortaya koyarken, bu sınıfın temel özelliklerini de açımlar. Bir tipolojinin ana çizgilerini ortaya koyar. Kitapta senin hiç göremediğin şey, bu küçük burjuva tipolojisidir.
“Eli nasırlılar”ı yetersiz bulanlar
Türkiye’de neredeyse bütün sol örgütleri kuranlar ve yönetenler küçük burjuvalardır. Küçük burjuva sınıfından çıkan devrimcilerin anlaşılması için de Kıvılcımlı’nın ortaya çıkardığı tipolojinin bugün çok işlevsel olduğunu düşünüyorum. Bugün demişken, Ali Şimşek’in, yakınlarda yayımlanan ‘Yeni Orta Sınıf-Sinik Stratejiler’ kitabını da analım. Günümüzde küçük burjuvazinin temel kişiliğine dönüşen ‘sinik’ tavrının, 90’lar özgülünde edindiği saldırganlığı ustalıkla çözümlüyor. YOS’a terfi eden küçük burjuvanın dizginsiz yozlaşmasından çarpıcı izdüşümler sunuyor.
Kıvılcımlı şöyle yazmıştı: ‘Hiçbir sistem, insanı ‘Düşüncede silahsızlandırmaya’ uğratmadıkça yenemez.’ (s. 95) İşte, işçi sınıfını ‘düşüncede silahsızlandırma’ işini sermaye sınıfı küçük burjuvalara vermiştir. Küçük burjuva romancı, asgari ücretle ömür tüketen emekçiye yaşamın anlamsızlığını anlatır. Şair, hiçbir şeyin değişmeyeceğini, bütün güzelliklerin metafizik bir evrende olduğunu ezberletir.
Kıvılcımlı’ya göre, insanı ‘düşüncede silahsızlandıran’ eğilimlerden küçük burjuva mistisizmi de, onun sınıfsal konumundan kaynaklanır: ‘Ancak küçük burjuva mistisizmi, sosyal ‘nalla mıh arası’ durumu yüzünden, bilmemeyi esrar kabağı gibi çekiştirmekle avunur. Sosyal durumu modern toplum içinde belirli olan sınıflar ayık gezmeği tercih ederler. Hele modern işçi sınıfı, en ufak aldanışıyla hem kendi kaderini, hem ülke alınyazısını karartabilir.’ (s. 104) Küçük burjuva mistisizminin politikadaki temel yansımalarından biri, Türkiye’de sınıf yok ya da ‘gerçek burjuva yok’ safsatasıdır. Bunu diye diye, burjuvaziyi açıkça övmek için bir taktik geliştirdiler. Sözde batıda burjuva kültürlüydü, bilimi ve sanatı desteklemişti. Bizde burjuva olmadığı için sanat açıkta kalıyordu. Bu safsatayla Türkiye’nin TÜSİAD’çı patronlarını İKSV’yi kurdukları için öve öve yere göğe sığdıramayan küçük burjuva yazıcılar okuduk yıllarca. Kıvılcımlı, küçük burjuvanın bu yanılsamayı dayandırdığı maymuncuğu da gösterir: ‘aydınlarımız gene Batıdan bir ‘azgelişmiş’ lafını öğrenmişlerdir.’ (s. 110) Bunu tekrarladıkça Türkiye’nin toplumsal gerçeğini açıklamış olurlar. ‘İdeal gerçeklerin’ olduğu Batı’ya göre Türkiye’yi kıyaslamak küçük burjuvaya fikir sanısı vermiştir. Oysa, ‘sosyal bir sınıf olarak işverenlerimiz yeryüzünün hangi memleketindeki işveren sınıfından daha az egemendir? Daha az sömürücüdür?’ (s. 123)
Küçük burjuva unutkandır. Dün ateşli bir biçimde savunduğunu ertesi gün unutup bambaşka bir fikrin peşinde savrulur. Küçük burjuva solcu olduğunda işçi sınıfını yetersiz bulur. Hikmet Kıvılcımlı bu konudaki eleştirilerini yalnızca YÖN’le sınırlamaz, 1960’ların TİP’i de aynı hastalıkla maluldür: ‘Şimdi bir an başımızı eğip utançla düşünmeli değil miyiz? Yarım yüzyıl sonra TİP adına sahneye çıkanlar, Millet Meclisine beylerden başkasını seçmediklerine gerekçe olarak: seçimden önce meddahlığını yaptıkları ‘eli nasırlıları’ ‘yetersiz’ bulabiliyorlar.’ (s. 121) Kısa sürede ortaya çıkan parti içi çekişmeler, tasfiyeler ve bölünmeler bu küçük burjuva kişiliğinin duruma hakim olmasını gösterir. Küçük burjuva solcuları, “sırf yazmak ve okumakla doğru yolun bulunabileceğini sanıyorlar. Pratiği, işi, yığınlar içinde çalışmayı hiçe sayıyorlar.” ‘s. 124)
Kafadan silahsızlandırılan halk
Küçük burjuva sınıfsal konumunun güvensizliğiyle, hep bir “aşağılık kompleksiyle” damgalı düşünür. Sınıflı toplumun her bireyinin azçok bu kompleksle malul olduğunu belirten Kıvılcımlı, ‘bütün küçük burjuva geniş yığınlarının, bir avuç kurnaz büyük burjuva elinde oyuncak olmalarını sağlayan odur’ (s. 160) der. ‘Burjuvalar da hastadırlar. Ama sosyal sınıf olarak davrandılar mı, birbirlerini kıracaklarına sınıf bilinciyle birleşirler ve toplumda kendilerine, halka karşı yardımcı güçler arar bulurlar.’ (s. 160) İşte, budur, Sadık Kardeşim. Biz sosyalizm iddiasındaki küçük burjuvalar, bir örgütü bile birleştirmeyi, yönetimini paylaşmayı beceremezken, tekelci piyasada kıran kırana birbirinin boğazına sarılan kapitalistler sınıfsal ortak çıkarları için hemen kenetlenirler. Onlara taşeron iş yasaları çıkaran ve köleci çalışma koşulları sağlayan despotun önünde ceketlerini ilikler, hazır ola geçmekte onur kırıcı bir durum görmezler. Küçük burjuvanın ise ekşimiş bir gururu vardır. Hele solculuk görüntüsüne bürünmüş küçük burjuvaların, herkesin ve her şeyin önünde kendi egosu olmak zorundadır.
Ne diyor Hikmet Kıvılcımlı, 60’ların sonunda üstelik, gürül gürül sol rüzgârlar eserken, çürütücü o eğilim için: ‘Her gün her yerde, en gericisinden en ilerici geçinenimize değin bütün Akım, Yayın, Parti, Dernek v.b. çevrelerimiz, o küçük burjuvaca kendini beğenmiş keskin sirkeliğin tortu batağı içinde bocalamaktadır.’ Buna karşılık burjuvazi, toplumun en asalak ve gereksiz sınıfı: ‘Bir sosyal sınıf önderliğini beceren Finans-Kapital azınlığı ise, 30 milyon insanı (bugün 75 milyon-b.s.a.) hep o zayıf yerinden vurup çil yavrusuna çevirmekte, bir taşla iki kuş vurmakta, en sonunda üstün gelebilmektedir. Bu hepimizin milli felaketinin bile bile ladesidir.” (s. 166) Buna daha ne eklenebilir ki.
"Sadık Dostum,
Eleştirilerim için alınmamanı dilerim. Açık sözlülüğümü dostluğumuzun derinliğine ver. Hemen küçük burjuva duyargalarınla kızıp köpürme. Sanıyorum, küçük burjuvanın bu bozuk tipolojisini anlamak ve bütün yönleriyle ortaya çıkarmak emekçi sınıflar ve yazgısı onlarla birleşik küçük burjuvalar için bir zorunluluktur. Mektubumun son sözünü de Hikmet Kıvılcımlı’ya bırakıyorum: ‘Bugün en büyük silah: Top tüfek değil, fikirdir. Türk milleti kafadan gayrı müsellah edilmiştir. Halka elle tutulur, açık, duru, gerçek bir ülkü, ancak sosyalist kadroyla verilebilir.’ (s. 113) Cumhuriyetin yıkıldığı bugün, bu daha çok böyledir. Sevgilerimle.”
“Küçük burjuva duyargalarınla” bozulmaymış. Ben sana yapacağımı biliyorum. Mektubunu yazı yerine yayınlatayım da gör.
Sana gelen eleştirel e-postaları ileteceğimden emin olabilirsin.