Adını ilk kez dokuz on yaşlarında bir çocukken duymuştum. Doğuya açılan uzak bir İç Anadolu köyünün yaz sıcağında, öğlen saatlerinde radyonun başına toplanıyorduk. Bu günlerde boşa harcayacak beş dakikaları bile olmayan köylüler, tarlada orakla ekin biçmeyi bırakıyor, dağdaki çayırın kurumasına aldırmıyor, günün o saatlerinde radyonun başına koşuyorlardı. Yaşar Kemal’in İnce Memet romanından uyarlanan radyo tiyatrosunu dinlemek için. Günlerce dağa çıkan İnce Memet’i, Hatçe’yi hapisten kaçırışını, Hürü anayı ve Asım Çavuş’u konuşuyorduk. Yaşar Kemal’in, bir olay karşısında, eskiçağ tragedyalarındaki korolar gibi konuşturduğu köylülere benziyorduk. İnce Memet işlerin en civcivli zamanında, köylüleri, kahramanı kendileri olan bir destanı tartışmaya sürüklemişti. Yediden yetmişe herkes İnce Memet’le yatıp İnce Memet’le kalkıyorduk.
Yetmişlerin ortalarıydı. Türkiye halkının toplumsal bilincinde sola açılan bir dönüşüm vardı. Rüzgârı köylere kadar ulaşan umut ve arayış yıllarındaydık. İnce Memet bu rüzgârın en sarsıcı kaynaklarından biri olmuştu.
Çarşı düzeninin cinayetleri
Benim de ilk okuduğum Yaşar Kemal kitabı İnce Memet oldu. Eğitime devam edebilmek için İstanbul’a gelmiştim, Edirnekapı surlarına komşu, Tekfur Sarayı’nın önünden geçen sokaktan inilen bir çukurda inşa edilmiş Alpaslan Ortaokulunda öğrenciydim. Bu uzun sokağın bir ucunda da Edirnekapı Halk Kütüphanesi vardı. Şanslıydım, eğitimimi okuldan çok bu kütüphanede sürdürmeye başlamıştım. “Üç Kemaller”in, Orhan Kemal, Kemal Tahir ve Yaşar Kemal’in ilk okuduğum kitaplarını buradan ödünç aldım.
Yaşar Kemal’in gazete yazılarından oluşan Baldaki Tuz’u, Demirciler Çarşısı Cinayeti ve Yusufçuk Yusuf’u bir solukta okumuştum. Uzun uzun yağan yağmurlarla ve Yaşar Kemal’den kalan en önemli sözlerden biriyle başlayan bu iki kitaplık Akçasazın Ağaları dizisi, Çukurova’daki feodal yapının çözülüşünü, kapitalist toprak mülkiyetinin yerleşmesinin kanlı kavgalarını romanlaştırıyordu. Romanda, Taner Timur’un anakronik bularak eleştirdiği ironik bölümler vardır; yetmişlerin ırkçı milliyetçi hezeyanları alaycı bir dille itibarsızlaştırılır.
Yaşar Kemal’den halka malolmuş en güzel sözlerden biridir: “O iyi insanlar o güzel atlara bindiler gittiler.” Türkçenin Toroslarca coşkulu renk renk, çağıl çağıl bu büyük yazarı da onların arkasından gitti.
Evdale Zeyniki’nin destan söylediği evin çocuğu
Doğuşu, halkın dilini, türküsünü, destanını derleyerek, özümseyerek olmuştu. Çocukluğu Karacaoğlan’ı yaratan halk kültürünün ve dilinin, coşkun bir doğanın bağrında, Çukurova’da geçti. Annesinden Kürt dengbejlerinin destanlarını dinleyerek büyüdü. Anılarında, o doğmadan önce, Rus işgalinden kaçmak zorunda kaldıkları Van Ernis’teki evlerinde, efsane destancı Evdale Zeyniki’nin destan söylediğini sık sık tekrarlar. Ailenin soyluluğunun en önemli ölçütü budur; Yaşar Kemal, Evdale Zeyniki’nin konuk olduğu ve destanlarını dinlettiği bir evin çocuğudur. Bunun etkisiyle olabilir, daha sekiz yaşında o da halk âşıklığına özenmiş ve ağıtlar söylemeye başlamıştır. Okuma yazma öğrenme düşüncesinin, bu şiirlerini unutmamak, yazıya geçirme gereksinmesinden doğduğunu belirtir.
Halk yaratıcılığıyla, destanlar, türküler, ağıtlar içinde yoğruldu. Halk gerçeğini anlamak ve anlatmak için bir şansı daha oldu. 1950’lerin başında Cumhuriyet gazetesine girdi, yollara düştü, “Bu Diyar Baştanbaşa” dolaştı. Türkiye gerçeğini özümsedi. Röportajcılığın müthiş örneklerini verdi. O iyi insanların zamanında büyük yazarlar, gerçeği anlamak ve anlatmak için gazetelerde röportaj yazıyorlardı. Ne yazık, edebi röportaj türü de onlarla birlikte gitti.
Gerçekçiliğin “mecbur insanı”
Yaşar Kemal, edebi röportajlarında halkın yoksulluğunu, çaresizliğini, acılarını, sevinçlerini ve bunları dile getiriş biçimini özümsedi. Sarı Sıcak’ta, Çukurova’nın acımasız koşulları içinde yaşamak için mücadele eden insanları yazdı. Onun kahramanları, “mecbur insanlar”dı. Gerçekçi yazarlar, toplumsal ve tarihsel koşulların biçimlendirdiği, direnmeye ve başkaldırmaya zorunlu kıldığı bu “mecbur insanlar”ın yazarlardır. Yaşar Kemal’in en ünlü “mecbur insan”ı, ağalara başkaldırmaya zorunlu İnce Memet’ti. Onun gibi başkaldırıp dağa çıkamayan, örgütsüz ve bilinçsiz köylüler, 1970’lerde, İnce Memet, günlük aralıklarla radyo oyunu olduğunda, tarlalarındaki işlerini bırakıp radyoların başına koşacak kadar özgür insanlar olmuşlardı.
Yoksulluğun “Yer Demir Gök Bakır” olduğu Toroslar’daki bir dağ köyünde, Taşbaşoğlu da, kendilerine bu kalpsiz dünyada bir sığınak arayan köylülerce evliya katına çıkartılmaya zorunluydu. Ortadirek’in ana kişisi Ali’nin oğlu Hasan’ın alevlerde gördüğü düşlercesine kısa ömürlü bir düştü bu; karların eriyip baharın gürlediği zaman, aynı köylüler, Çukurova’da gündeliğin ve ekmeğin güvencesine kavuştuklarında, Taşbaşoğlu’nu değil evliya, insan yerine bile koymayacaklardı.
Yaşar Kemal, bu halkın bağrında yeşeren “Ölmez Otu”nu bulup günışığına çıkarmak için romanlar yazdı. Hürü Ana’da, Meryemce’de, en çok da bu halkın çileli ve direşken kadınlarında vardı bu ölmez otunun kılcal kökleri.
El koyarak birikim döneminin yazarı
Yaşar Kemal, Türkiye’de ilkel birikim ya da daha doğru deyişle, el koyarak sermaye birikimi döneminin romanını yazdı. İnce Memet’te ve Akçasazın Ağaları’nda geniş Çukurova toprakların yağmalanmasını, pay pay edilmesini anlattı. Dört kitaplık Bir Ada Hikâyesi roman dizisinde, emperyalizmin paylaşım savaşları için öldürülen, yerinden edilen, dünyada sığınacak bir yer bırakılmayan yirminci yüzyıl insanının trajedisini yazdı. Kimsecik kitap dizisinde çocukluğundan yola çıkarak, çocukların büyük dünyasına görkemli bir pencere açtı.
Geç gelmiş bir destancıydı.
Halkın içinden çıkmış ve halkı yazan bir yazardı. Ezilen, yoksul insanı, roman kahramanı yaptı. Gençliğinde birçok işte çalışmıştı. Traktör sürücülüğünü denedi. Adliyenin önünde arzuhalcilik etti.
Bir gün bir köylü gelmiş arzuhal yazdırmaya. Köylünün derdini bir iyice dinledikten sonra güzelce yazmış dilekçeyi. “Oku bakalım”, demiş köylü, “ne yazdın?” Yaşar Kemal, yazdıklarını okumuş. Dinledikçe, kendisiyle ilgili yazılanlar karşısında köylünün ağzı açık kalmış. Sonunda, “Ağam”, demiş, “ölmüşük de habarımız yok.”
Yaşar Kemal, bu halkın edebi arzuhalcisi oldu. Onun gerçekliğini, yoksulluğunu ve ezilişini güzel bir dille, bütün çıplaklığıyla ortaya koydu. Ölmüşlüğümüzü önümüze koydu ve yeniden doğmamız gerektiğini gösterdi.
O iyi insanlar o güzel atlara bindiler gittiler. Yaşar Kemal’in eseri, daha iyi insanların, daha güzel atlara binip geri dönmesi gerektiğini anlatır. Kötülüğün kaynağını kurutmuş, yaratmanın, paylaşmanın, sevmenin, barışın sevincine kavuşmuş bir insanlık özleminin yazarıdır.
Toprağa verdiğimiz gün, onu, “zulme karşı hepimiz İnce Memet’iz” haykırışıyla uğurlayan binlerce insan, bu özlemin halkın bağrında yerleştiğini ve gelişmeye devam ettiğini gösteriyor. Bu özlem, yaşama bütünüyle egemen olduğunda Yaşar Kemal’i daha iyi okuyup, daha iyi anlayacağız.