Halil Serkan Öz, Yalova Valisi’nce öğrencilerinin önünde azarlanan ve sınıftan çıkartılan matematik öğretmeni, bu hakareti onuruna yediremedi. Birkaç gün içinde öldü. Kendisinden kalan fotoğraflardan öğrencilerince çok sevilen bir öğretmen olduğu anlaşılıyor. Bir fotoğrafta öğrencileriyle gülüşürken bir arkadaş, bir ağabey, bir baba gibi yakın olduğu görülüyor. Bir fotoğrafında da Schopenhauer’in bir kitabına kendini kaptırmış okurken poz vermiş. Halil Serkan Öz, “Fen Lisesi”nde matematik öğretmeniydi, onu anlatanlar, en önemli özelliğinin edebiyata düşkünlüğü olduğunu vurguluyorlar. Halil Serkan, dünya ve Türk edebiyatının klasiklerini okumakla kalmamış, öğrencilerine ve arkadaşlarına okuma sevgisi aşılamak için elinden geleni yapmış. Okunacak kitaplar listesi hazırlamış. Çevresindekilere okurluğun kapılarını açmış.
Halil Serkan Öz kaynakçasına şöyle yüzeysel bir bakış bile ne kadar geniş görüşlü, araştırıcı bir insan olduğu görmeye yetiyor. Klasik edebiyatı ve 20. Yüzyılın yenilikçi yazarlarını okumuş ve özümsemiş. Müthiş doymaz bir edebiyat tutkunu olduğu bu listeden anlaşılıyor.
Arkasından, Birgün gazetesinde onun anlatan bir arkadaşı, vize alıp Marcel Proust’un Paris’teki mezarını ziyarete gidecek kadar tutkulu bir okuru olduğunu yazdı. Kırılgan, duyarlı Halil Serkan çevresindeki insanların çelişkili karakterlerine güvensizlikle bakıyormuş.
Kitapsızların iktidarında taammüden katledildi
Halil Serkan’ı, biraz, bizim kuşağı çok etkileyen “Ölü Ozanlar Derneği” filmindeki Robin Williams’ın canlandırdığı öğretmene benzettim. Ama o öğretmenin daha derini, daha duyarlısı ve kırılganı. O öğretmen isyanı ve başkaldırısını öğrencilerine taşıyordu; anlaşılan Halil Serkan, isyanını içine yöneltiyordu; eylemi Robin Williams gibi gösterişli değildi. Masanın üzerine çıkıp öğrencilerine kofluğu belli kitap sayfalarını yırttırmıyordu. Öğrencilerine ve arkadaşlarına kitap okumanın hazlarını tattırmaya çalışıyordu; okumaya dalınca o sayfalar zaten bilinçlerde yırtılıp atılacaktı.
Onunla ilgili anlatılanlardan anladığıma göre, Halil Serkan, okuyarak insanlıktan nasibini almaya çalışıyordu ve daha iyi bir insan, daha yetkin bir öğretmen olmak istiyordu. İnsanlıktan hiç nasibini almamışların iktidarında, Serkan’ın babasının da söylediği gibi, tek bir kitap okuduğu bile şüpheli bir valinin hakaretine dayanamadı. Taammüden katledildi.
Amerikalı Prof.’un ABD’de açamadığı fen liseleri
Fen Lisesi’nde matematik öğretmeni Halil Serkan’ın edebiyat tutkunu olması şaşırtıcıydı. Fen liseleri, Türkiye’de Amerikalıların bir projesiydi; ders programlarında hiçbir sosyal bilime yer vermeyerek yalnızca fen bilimlerini bilen teknikerler yetiştirmeyi amaçlıyordu. Yusuf Ziya Bahadınlı’nın “Türkiye’de Eğitim ve Sosyalizm” kitabında, fen liselerinin kuruluşu sırasında, bir öğretmen grubunun yerinde inceleme yapmak üzere ABD’ye gidişleri anlatılıyor: “Öğretmenler, Amerika’da bir de görüyorlar ki: Türkiye’de uygulanmak istenen fen lisesinin bir benzeri Amerika’da yok! Zaten Amerikalı profesör de durumu şöyle itiraf etmiştir: ‘fen lisesi müfredat programını Amerika’da kabul ettiremedim. Türkiye’de deneyeceğim...’” (Yusuf Ziya Bahadınlı Türkiye’de Eğitim Sorunu ve Sosyalizm, s. 115, Hür Yayınevi, Eylül 1968, Ankara)
Amerikalı profesör ABD’de kabul ettiremediği eğitim tasarımını, Türk çocuklarını denek olarak kullanarak Türkiye’de uyguluyor. Oysa Türkiye’nin dünyaya da örnek olacak kendine özgü bir eğitim deneyimi var: Köy Enstitüleri. Bundan 75 yıl önce 17 Nisan’da çıkarılan bir yasayla, ülkenin bütün illerini kapsayacak biçimde 21 yerde açılmış bu okullardan, eğitimin iş yapabilme becerileri gelişmiş, hayata etkide bulunan, hür düşünceli, eleştirel bakan insanlar yetiştirmek demek olduğunu öğrenmiş köy öğretmenleri çıkmışlardı.
Kim takar Yalova kaymakamını!
1950’lerde artan ABD güdümüyle bu okullar kapatılırken fen liseleri açılıyordu. Köy Enstitülerinin yetiştirdiği yazar Yusuf Ziya Bahadınlı, fen liselerinin yetiştireceği insanın bir “makine adam” olacağını yazıyor: “Bir okul ki, programında mantık, felsefe, sosyoloji gibi sosyal bilimlere yer vermezse, teşebbüs kabiliyeti, eleştirme alışkanlığı, toplumsal kaynaşma gibi insanı ön plana alan özellikleri çocuğa vermezse, o çocuk düşünemiyen, duygulanamayan, toplum sorunlarıyla ilgilenmiyen bir ‘makine adam’ haline gelir elbette...” (s. 116) Bugünün eğitim sistemi için artık “makine adam” yetiştirmek bile bir bütünlük içerdiği için fazla gelmektedir. Çocuklardan makine parçaları, dişliler, vidalar imal etmeyi amaçlamaktadır. 4’lü ucube, toplumsal bakışı köreltilmiş, öte dünya masallarıyla kafası ketlenmiş, eleştirel bilinci kazınmış insanlar üretmek için tasarlanmıştır. Taşeron çalışma düzenine boyuneğen, bütünlüklü düşünme ve ortaklaşa hareket etme yetenekleri dumura uğratılmış insanlar…
Halil Serkan’ın çağımıza fazla gelen bir romantik olduğu anlaşılıyor. Öğretmenliğine ve onuruna dokunulunca kahredip ölecek ölçüde duyarlı bir insan. Fen liselerinin “makine insanı”nın zıddıdır. Oysa insanlıktan nasibini almayanların hakaretlerinden alınacak ne vardı sanki; halkımız bunun için yıllar önce sözünü söylemiş be Serkan: “Kim takar Yalova kaymakamını!”
Vali olan Taşova kaymakamı
Köy Enstitülerinden yetişmiş bir başka yazar, Osman Bolulu’nun da, “hakaret düşkünü” bir kaymakam öyküsü vardır. Bolulu, enstitüden yeni mezun, daha 19 yaşında Taşova Yerkozlu köyünde öğretmen. Köylüler resmi dairelere dilekçelerini hep ona yazdırırlar. Bir köylünün bir memurdan şikâyet dilekçesini yazıyor. Buna çok kızan kaymakam, dilekçeyi veren köylüye, “Öğretmen mi, avukat mı o eşşekoğlu eşşek, her taşın altından çıkıyor” demiş. Köylü gelip kaymakamın sözlerini anlatınca, Osman Bolulu hemen kasabanın pazarına gidiyor: “pazardan birisi büyük, öteki küçük iki yular alıp kaymakamın karşısına vardım:
-Ben devletin öğretmeniyim, siz de bu ilçede devletin en büyük yetkilisisiniz.
-Buyur hoca, otur.
Oturmuyorum. Gösterişli biçimde, elimde tuttuğum yulara bakıyor.
-Siz bana eşşekoğlu eşek, demişsiniz.
-Derim elbet, üstüne vazife olmayan işlere karışıyorsun!
-Devletin öğretmeni eşek olursa, onun başındaki kaymakam ne olur? Bu yularların büyüğünü sizin için, küçüğünü de kendim için aldım.
Orada Jandarma komutanı, savcı ve hükümet tabibi var. Doktora:
-Doktor bey hemen bir rapor düzenleyin, bu zıpırı tımarhaneye gönderelim.
-Siz, inceleme, soruşturma yaptırdınız mı benim için? Bu, bir. İkincisi: Tımarhane işi, tek tabip raporuyla olmaz. Tam teşekküllü hastane raporu gerekir. Doktor beyden yapamayacağı bir iş istiyorsunuz. Üçüncüsü: Benim, bu noktada duracağımı sanmayın! Diyelim ki kavgaya tutuştuk, sizi dövdüm. Hapse atılır, cezamı çeker çıkarım. 17 kilometre ötedeki köyümde çiftçilik yaparım. Siz vali olabilir misiniz?” (Osman Bolulu, Köy Enstitülülerden Biri, s.125, Kanguru Yayınları, 2011, Ankara)
Oldular be hoca, vali olmakla kalmadılar, bakan da başbakan da daha başka şey de oldular. Halil Serkan Öz gibi, duyarlı öğretmenlerimize hakaretlerini arkasından değil, öğrencilerinin önünde yapacak kadar pervasızlaştılar.
İnsani duyarlığı gelişmiş, onurlu, kırılgan öğretmenimiz Halil Serkan’ı sözleriyle vurdular. İnsanlıktan nasibini almayan özleriyle vurdular.
Halil’in hesabını soracağımız Türkiye, insanlıktan nasibini almamışların iktidarından kurtulduğumuz Türkiye olacaktır.