Cumhuriyet, Can Dündar elinde bir light-Taraf haline gelmeseydi görmemiz biraz daha zor olabilirdi; aklını tekel demokrasisine kiralamış bir takım burjuva teknokratının yazı ya da düşünce diye ortaya koyduklarının, sefalet içinde yazamazlık ya da düşünemezlik demek olduğu, bu gazetenin sayfalarından her gün bütün açıklığıyla karşımıza çıkıyor.
İhtiyar ve küfürbaz Ara Güler’e, bir diktatöre sevimlilik ve meşruiyet kazandırıyor diye neden kızıyoruz? Tersinden de olsa, Nick Nolte’nin “Ateş Altında” filminde yaptığına benzer bir şey yapıyor, ölmüş devrimci gerillayı sağ göstermiyor da, siyasi ve felsefi olarak ölmüş bir iktidarın temsilcisini güçlü ve neşeli pozlarda resmediyor. Cumhuriyet gazetesinin “Olaylar ve Görüşler” sayfasında AKP eleştirisi diye şunlar yazılabiliyorken, Ara Güler’e bu kadar kızmaya gerek yok, bir fotoğrafçının görüşünü belirleyen merceğe sonuçta “objektif” diyoruz. 30 Aralık 2015 tarihli Cumhuriyet’in “düşünce yazısı” sayfasında yazan Gündüz Vassaf’a göre, Ara Güler’in objektifinden kitap okurken gülümseyen kişi, “Bugün, Türkiye tarihinin belki en karizmatik lideri”dir.
Liberallerin eleştirir görünürken övme komplosu
Gündüz Vassaf, bu işlere geç kalmanın telaşıyla olsa gerek, liberal Ak’istlerin övgü zamanı ile yergi zamanını karıştırmış görünüyor. Sözde eleştirmek için yazarken, “yetmez ama evet” döneminden kalma “karizmayı” da araya sıkıştırıyor. Seçilen apolitik kavramlardan, bir eleştirirken üç övme manevrasından liberal ya da sol liberal Ak’istlerin uzun dönemli repertuarını kullanmasından, Gündüz Vassaf’ın geç kalmış bir Ak’ist olduğunu anlayabiliyoruz. O henüz, “askeri vesayeti” ortadan kaldıran, 12 Eylül Anayasasını “yetmez ama evet” heyecanıyla değiştiren Akp ile Cumhuriyet’i bir light-Taraf’a çeviren Can Dündar’ı Silivri’ye kapatan Akp’yi birbirine karıştırmaktadır.
Gündüz Vassaf’a göre tarihimizin bu en “karizmatik” liderinin, “Cumhurbaşkanı’nın gücünü artırma tutkusu partisinde bile huzursuzluk” (Gündüz Vassaf, Cumhuriyet, 30 Aralık 2015, s. 16) yaratmaktadır. Hatta, bu “tutku”yu “onaylamayanlar da nüfusun yüzde 70’ini” aşmıştır. Gündüz Vassaf’ın mantığıyla düşünürsek, seçimleri ortadan kaldıran, 2015’in ikinci yarısından beri ülkeyi kan gölüne çeviren bir sürecin temel etkenini, bir “yetki artırma tutkusuna” bağlamamız gerekecektir ve Akp içinde de “huzursuzluk” yaratan bu tutkuya karşı, toplumun yüzde 70’inin direnci vardır.
Ekonomik ilişkiler, sınıfsal ve kişisel çıkarlar, emperyalist bağlar, toplumsal eğilimler üstünde biçimlenen bir politikayı bir kişinin tutkusuna indirgeyen liberal Gündüz Vassaf’ın, bize sevindirici haberleri vardır: “Geçmiş baskı rejimlerinde Türkiye’nin yurtdışında okuyan gençleri kendilerini vatan temsilcileri olarak görür, demokratik ilkelerin çiğnenmesine sessiz kalırlardı. Günümüzde iktidar partisinin mensuplarının yurtiçinde üniversitelere ayak basmaları olağanüstü baskı ve güvenlik tedbirleri gerektirirken, Türkiye’ye gelmeye hazırlananların çoğu, iktidarın istediği ‘turizm bakanı’ rolünü oynamadıkları gibi, demokrasi şiarıyla ülkelerine dönmek üzereler.” Gündüz Vassaf’ın bu iki cümlesinde ne demek istediğini ben tam anlayamadım ama “demokrasi şiarıyla ülkelerine dönmek üzere” olanlardan söz ettiğine göre, müjdeli bir haber verdiğini tahmin edebiliyorum. “Türkiye’ye gelmeye hazırlananlar” varmış ve “turizm bakanlığını” bile kabul etmeyecek vakurlukta, “demokrasi şiarıyla” dönmek üzereler. Yoksa bir “uzun 31 Mart” olan Akp’yi devirmek için yeni bir “Hareket Ordusu” mu yola çıktı? Gerçi Hareket Ordusu dışardan gelmemişti, o zamanlar sınırlarımız içindeki Selanik’ten, “hürriyeti” yerleştirmek için gelmişti.
Boğaziçi Üniversitesi’nin tipik ürünü
Gündüz Vassaf’ın bu Türkçe ve fikir yoksulu yazısını okuyunca, bu konularda uzmanlığına güvendiğim arkadaşım yazar Ali Şimşek’e kim olduğunu sordum. Robert Kolej, Boğaziçi Üniversitesi’nden yetişmiş, postmodernizmin vasat mütercimlerinden biri olduğunu söyledi. Aklı ve toplumsal düşünüşü kurutan postmodern sam yelinin Türkiye acentalarından biri, Gündüz Vassaf, light-Taraf’taki makalesinde şunları da yazıyor: “Cumhuriyet’in ilk vatandaşlar kuşağından annemle babam, demokrasi inançlarıyla çelişse de Ebedi Şef Atatürk’süz Türkiye düşlemeyi akıllarından geçirmezlerdi. Şu ya da bu nedenlerle, 12 Eylül anayasasıyla Evren’in başkanlığına evet diyenler de halkın yüzde 91 oranındaydı.” Osman Çutsay’ın kulakları çınlasın, bir din türünden “demokrasi inancı” ve ne yazık ki, önlenemez bir Atatürk aşkı… Gündüz Vassaf’ın, tekellerin dini “demokrasiye” mensup ana babasının yenemediği Atatürk aşkından “çelişki” diye söz etmesi ve sonraki cümlede yüzde 91’lik desteğiyle Kenan Evren’e geçmesi ne anlama geliyor? Atatürk ile Kenan Evren’i benzeştirmek mi istiyor? Bunun tarihsel gerçeklere bütünüyle ters olduğunu Akp Türkiye’sinde bütün açıklığıyla görebildik. Atatürk, Cumhuriyet Türkiye’sinin kurucusudur, Kenan Evren ise Cumhuriyet’in yıkıcısı Akp’nin yirmi yıl önceden, gerçek kurucusudur. İslamı, Türkiye insanının afyonu yapmak için darbe yapmıştır.
Yalçın Küçük’ün yeni kitabı Çıkış 2 ile şunu biliyoruz; Boğaziçi Üniversitesi, en büyük korkusu Atatürk ve Cumhuriyet Türkiye’si olan akademisyenler ve yazarlar yetiştirme yuvasıdır. Çıkış 2’de, Boğaziçi Üniversitesi yayınlarının yayımladığı bir kitap inceleniyor, Esra Özyürek’in Modrenlik Nostaljisi. Bir patoloji düzeyine varan Atatürk nefreti ve korkusu bu kitabın sayfalarından taşmaktadır. Boğaziçi’li Esra Özyürek de, ana babasının evinde, Atatürk fotoğrafı asılı olmasını en büyük çelişkisi yapanlardan biridir. Gündüz Vassaf ile Esra Özyürek, Boğaziçi Üniversitesi’nin düşünemezlik ve yazamazlık örnekleri yetiştiren iki tipik verimidir.
Liberal gericiliğin klişe repertuarı
Vassaf’ın Cumhuriyet’teki “Ankara Rüzgârı” başlığını taşıyan yazısının geri kalanı, Türkiye gericiliğinin ve aynı anlama gelmek üzere liberalizminin bayağı klişelerini tekrarlamaktan ibaret. Bir soğuk savaş yalanı, Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den toprak ve üs talebi şöyle yineleniyor: “Soğuk Savaş’ta Stalin’in Kars, Ardahan ve Boğazlar’da söz sahibi olma talebi ülkeyi yalvar yakar NATO’nun kucağına itti.” Görülüyor ki, determinizm düşmanı postmodernistler, söz konusu olan emperyalist politikanın çıkarları ise, en ilkel neden-sonuç ilişkisini kurmakta hiçbir sıkıntı duymuyorlar: Stalin istedi, Türkiye’yi NATO’nun kucağına itti. Postmodernizm bu itilmede herhalde “yalvar yakar” ikilemesindedir; çünkü itilenin mi, itenin mi yalvar yakar olduğu pek belirsizdir.
Gericiliğin Gündüz Vassaf eliyle tekrarlanan bir başka klişesi de 27 Mayıs ile 12 Mart ve 12 Eylül’ü özdeşleştirme politikasıdır. Bu üçünü, biçimsel olarak askeri darbe benzerliğinde, niteliksel olarak da ortaklaştırmaya çalışırlar. 27 Mayıs’ın Akp benzeri bir Dp diktatörlüğünü yıktığını ve burjuva demokratik devrimin son halkası olduğunu toplumsal bilinçten kazımaya çalışırlar. 27 Mayıs’la, işçilere sendikalaşma ve sosyalist partiler kurma özgürlüğü, üniversiteye özerklik, senato ile parlamentoya daha toplumsal bir çalışma süreci kazandıran bir anayasa yapıldığını unutturmaya çalışırlar. Vassaf’ın tekrarı budur ama bu özdeşleşmeyi yaparken Akp açısından üzülmektedir. “27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül askeri rejimlerini, başta ABD, NATO ülkeleriyle Batı basını destekledi. Günümüzde, sivil darbe yapmakla itham edilen iktidar, uluslararası ilişkileri ve imajı açısından müttefikleri nezdinde bile güven telkin etmeyen, Cumhuriyet tarihinin en yalnız rejimi” İşte, burada da bir ölçüde postmodernizm bulabiliyoruz; “sivil darbe yapmakla itham edilen” bir iktidar vardır ama bu ithamı kim yapmaktadır bilmiyoruz. Sonra bu itham doğru mudur, Heisenberg’in belirsizlik ilkesinden daha belirsiz bir durumdur. Anlaşılan Vassaf, “iktidar, uluslararası ilişkileri ve imajı açısından müttefikleri nezdinde bile güven telkin etmeyen, Cumhuriyet tarihinin en yalnız rejimi.” diyerek bir geç Ak’ist olarak üzüntüsünü yazmaktadır. Üzülmeyin Vassaf Bey, birkaç üs, birkaç milyar dolarlık ihaleyle, sizin, bu müttefik nezdinde yalnızlık dediğiniz şey, “imaj ve güven” tazelemesine dönüşüverir…
Oligarklar Akp’yle çatışıyor
Geç Ak’ist Vassaf’ın üzgün Akp eleştirisi, vehimlere de yol açıyor. Şöyle yazıyor: “Geçmişte askeri rejimler Türkiye’de sermaye gruplarının desteğini almıştı. Günümüzde ülkenin güçlü gruplarıyla çatışan iktidar sıkıştığı köşede bindiği dalı keserken, özelleştirmelerle beslediği varlığını hızla tüketmekte.” Gündüz Vassaf’la, herhalde, ayrı Türkiye’lerde yaşıyoruz, bırakın “çatışmayı”, oligarklardan henüz Akp’ye ciddi bir eleştiri yapıldığını gördünüz mü? Postmodern yazı ve politik çözümleme ancak bu kadar oluyor; “iktidar sıkıştığı köşede bindiği dalı keserken, özelleştirmelerle beslediği varlığını hızla” tüketiyor. Vassaf’ın üzüntüsü bir kat daha artıyor.
Ciddi bir editörün önüne gelse çöp sepetine gönderilecek böyle bir yazı, Cumhuriyet’te “Olaylar ve Görüşler” köşesinde makale niyetine yayınlanıyor. Light-Taraf’ta ya da postmodernizm dünyasında her şey her yerde olabilir. Düşüncelerin doğrulukları kendinden menkuldür, herhangi bir ölçüte gerek duyulmaz. Ama yine de, hiç olmazsa Türkçe bilgisi aransaydı, demekten de kendimi alamıyorum. Vassaf’ın bir başka müjdesidir: “Siyasetin, parti aitliği ve seçimlerde oy vermekle sınırlı addedildiği günler geride kaldı.” Böyle bir Türkçe cümle, “parti aitliği” nitelemesini okuyunca, postmodernizmin yapı bozumculuk olduğunu, dili de bozmayı en birinci işlerinden biri yaptığını nasıl unutursun diye kendimi avutmaya çalışıyorum. Ama ne de olsa ben eski paradigmada sıkışıp kalmışım, neden-sonuç aramakta direniyorum.
Geç Ak’ist Gündüz Vassaf’ın, sıkışan Akp diktatörlüğüne eleştiri yapıyor görünürken yardım etmeye çalışmasını nedenlere bağlamak istiyorum. Yazısını son bir müjdeyle şöyle bitiriyor: “Günümüz Türkiye’sinde kitlesel demokrasiyi güçlendiren emarelerin, Ankara’yı endişelendirdiği kâbuslardan ancak biz kurtarabiliriz.” Geç Ak’ist Gündüz Vassaf, “emarelerin” “kâbus” gördürdüğü Akp’ye kurtarıcı olmak istemektedir. Kaşarlanmış Ak’istlerin her gün Akp önünde nasıl takla atacaklarını şaşırdıkları günlerde, Boğaziçi Üniversitesi’nin cumhuriyet, aydınlanma ve akıl düşmanı tedrisatından geçmiş, vasatlığıyla istikrarını hep korumuş ve geç kalmakla, yıpranmamış bir geç Ak’ist, anlaşılan light-Taraf’ta durumdan vazife çıkartmıştır.
Yazıdaki bozuk Türkçe ise, büyük ihtimalle, batıdaki TESEV türünden bir kuruluşa yazılmış, bir raporun tercümesi oluşundan ve müellifinin iflah olmaz bir düşünemezlik ve yazamazlık örneği olmasından kaynaklanmaktadır.