Ateşsiz silahların atası kılıçtır…
Farklı uygarlıklara özgü sayısız örneği olagelmiştir. Romalılara özgü olanına ‘gladius’, Japonlarınkine ‘katana’ ve Türklere özgü olanına da ‘yatağan’ adı verilmiştir. Romalıların kılıcı kısa boyludur. Ucu sivri iki ağzı keskin elde taşınması ve kullanılması kolay olmak gibi çeşitli özelliklere sahip olduğu söylenir.
Roma’nın fetihlerinde bu silahın payı büyük olsa gerek ki, Roma egemenliğinin de en önemli sembollerinin arasında olmuştur… Böylece, bir Roma kılıcına verilen ad yani ‘gladio’, daha sonraları gücün ve yaptırımın sembolü olarak da kullanılagelmiştir…
***
Gladyo; NATO’nun kurulmasından az sonra, ilk olarak 1952 de İtalya’da, Varşova paktından gelecek bir işgal tehdidine karşı, yeraltı askeri direniş ya da kontrgerilla (stay-behind) operasyonları için yapılan örgütlenmenin kod adı olarak konmuştur. Kuşkusuz, Romalıların soyundan gelen İtalyanların kendilerine, Roma kılıcının adını sembol seçmelerinden daha da uygun bir şey yoktur.
NATO ülkelerinde benzer askeri örgütlenmeler pıtrak gibi artmıştır. Ne ki neredeyse hemen hepsi CIA kontrolü altında, bulundukları ülkelerde de siyasi konjonktüre uygun operasyonlar düzenleyen yerli uzantılar olarak şekillenmiştir.
Türkiye, yakın tarihinde yerli kontrgerilla operasyonlarının her biçimini yaşayarak öğrenmiştir.
Kuşkusuz bu kabil olgular itirafa konu değildir. Yani devletin yetkilileri ortaya çıkıp tamam bunu falan filan gizli örgütümüzle biz tertip ettik demez. Ne ki, karine payına bakılırsa, Suruç olayından IŞİD operasyonuna kadar gelişmekte olan süreç, yeni bir Gladyo ile karşı karşıya olduğumuzu anımsatmaktadır.
***
Yakın tarihin dönüm noktası diye Haziran direnişini kerteriz alırsak, bu toplumsal direnişin AKP’nin mutlak gücünün sınandığı bir eşik olduğu hususu, doğru bir saptamadır. Gerçekten, direniş sonrası Türkiye, ondan önceki Türkiye olmaktan çıkmıştır.
Haziran 2015 seçimi adeta 2013 Haziran’ının bir devamı niteliğinde gelişmiştir. Seçimin içinde Türkiye’nin geleceğine sol damgası vuracak bir siyasi öncülük olmasa dahi, Haziran direnişinin halkı bu kez de AKP’nin karşısına onu tek ve mutlak seçenek olmaktan çıkaran yeni bir yol haritası koymuştur. Kötünün iyisi bu seçenek, ancak bir koalisyon dayatması olabilmiştir. Yani halkın önüne gerçek bir seçenek konabilmiş de, halk bunu tercih etmemiş diye düşünmemek gerekir. Siyaset sahnesinde gerçek bir sol seçeneğin olmadığı bu denklem, ancak bu kadar sonuç verebilmiştir.
RTE’nin, anayasal bağlamıyla başkanlık hayalleri, seçim denkleminin sonucuna bakılırsa, şimdilik olanaksızlaşmış, muktedirlerin tek başına iktidar saltanatları aniden koalisyon hesaplarına yuvarlanmıştır. Bu laf şuraya denk gelmez. Yani AKP ve RTE buradan yeni bir siyaset çıkaramazlar ve yeni hamle yapacak dermanları kalmamıştır sonucuna varılmamalıdır. Yani işin bam teli tam da burasıdır. Davutoğlu elli günden fazla, koalisyon peşrevleri çekerek hükümet etmekte ve RTE de erken seçim ya da olağanüstü durum yaratma stratejileri içinde Türkiye’yi bir laboratuvar olarak kullanmaktadır. Ve adeta hem Suruç, hem de IŞİD harekâtı, yeni siyaset provası ve hamlelerinin bu anlamda vücut bulduğu bir sahneyi yansıtmaktadır.
Hem RTE ve hem de AKP siyaseti, düne kadar, yani seçim öncesi, Kürt siyasetinin hemen tüm temsilcileriyle halvet olmuştur. Halvetin adı ‘barış süreci’ konmuştur ve varılan noktası da Dolmabahçe mutabakatı olmuştur. Mutabakata dair mızıkçılık, seçim öncesindeki propaganda döneminde başlamış, RTE’nin böyle bir anlaşma olmadığı söylemi, bu sıralarda ihtiyatlı bir suskunlukla karşılanmıştır. Yani bu söylem, bir seçim ajitasyonu olarak düşünülmek istenmiştir. Oysa seçim sonuçları, HDP’ye sadece eşik atlatmamış, neredeyse bir Türkiyelileşme penceresi açmıştır.
Bu sonuç, iç siyaset ve AKP açısından bir hüsran ve özelinde de, başkanlık istiaresine yatmış saray için kendine yönelik derin bir bühtan olmuştur.
AKP dış politikası, Suriye denkleminde bir defa daha iflas etmiştir. AKP’nin, Suriye Aleviliğinin sembolü gördüğü Esad, ardına koyduğu Rusya ve Hizbullah desteği ile dimdik ayakta durmaktadır. Irak’taki Şii egemenliğinde de, tüm IŞİD yüklenmelerine karşın, bir sarsıntı bulunmamaktadır. Kürt coğrafyasındaki bu iklim Türkiye, Irak, Suriye üçgeninde giderek daha güçlenerek kalıcılığa dönüşme sürecindedir. Kuşkusuz bu denklemin şekillenmesinde ABD’nin esas oğlan rolünü iyi görmek gerekmektedir.
Diğer yandan İsrail beğenmese bile, ABD ve İran anlaşmış durumdadır. Bu Ortadoğu da, Rusya ve Çin ittifakına, şimdi İran’ın çok daha güçlü bir biçimde katıldığının resmidir. Nitekim İran, Türkiye’ye izlediği yoldan dönmesi konusunda yakın zamandır hayli öğüt vermektedir. IŞİD hem bir öz varlık hem de besleme taşeron bir örgüttür. Duruma bağlı gelişmesine izin verilen ve durumdan çıkan vazifeye göre dizginleri çekilen bir yapıdır. Dizginlerin çekilmesi konusunda, Türkiye koalisyon güçlerine İncirlik vasıtasıyla entegre edilmiştir. Bu IŞİD’in dışarıdan değil, içeriden bir tehdit unsuru olduğunun gösterilmesiyle sağlanmıştır…
RTE, seçim sonuçlarından kuşkusuz memnun kalmamıştır. Barajı aşamayan bir Kürt gerçekliği, kendisini tek başına başkanlığa taşırken, şimdi hesapları tepe taklak eden bir sonuca yol açmış olması, onun açısından hazmedilemez bir noktadır. Dolayısıyla olası bir erken seçimde, Kürt realitesinin yeniden minimize edilmesi ve dizginleri elde tutulan bir muhalefet mertebesine indirgenmesi için adeta IŞİD harekâtı yeni bir vasıta olarak kullanılmaktadır. Suruç’ta vurdurulan gençlerin ölümü üzerinden, yeniden silahlar konuşmaya başlamış ve böylece, dışta-içte, PYD-PKK ve HDP üzerine yüklenme fırsatı yaratılmıştır.
İlginç olan, bu yapılan edilenleri ve senaryoya uygun çekilen yeni filmleri bu kez halkın içinden daha geniş kesim, çok daha ihtiyatlı izlemektedir. Yani eskide olduğu üzere vurulsun, kırılsın, dökülsün diyenlerden daha çok, ülkede barış çağrısı yapılmaktadır.
Kuşkusuz bu bir senaryo ise, filmin çekimi durmaz. Kolluk güçlerinden insanlar bir biçimde katledilmeye şimdilik devam eder. Olan önce kurban edilen gençlere, onların ve asker-polis katledilenler ve ailelerine ve Türkiye’nin geleceğine olmuştur.
IŞİD operasyonu adı altında, şimdilik Kürt siyasetine, Alevilere ve radikal sol diye nitelenen ögelere yüklenilmektedir. Esas kapsama alanı ise, neredeyse her gün işaret edilen Haziran hareketidir. Zira dizginleri eline alan “yeni gladyoyu” ana ölçek olarak yeni bir Haziran Hareketi korkutmaktadır.
Yani olası bir erken seçimde, AKP’yi tek parti iktidarına yeniden taşıyacak hayalin önündeki en önemli engel yıkılmalıdır.
Haydi, buradan Lafonten fablerindeki gibi bir sonuç çıkaralım…
Kısacası Haziran’ın bir daha ayağa kalkması lazım…
nuriabaci@gmail.com