Bir zamanlar bir kitap tasarlamıştım. O zamana kadar yayınlanmış deneme kitaplarımdan seçtiğim alıntılardan oluşacaktı. Yani denemeler arasından denemeler değil, aklıma esen, o anda gözümün tuttuğu denemelerden kısalı uzunlu alıntılar yapacaktım. Bu arada alıntı yaptığım denemelerin özgün adlarını ve yazıldıkları tarihleri vermeyecektim. Böylece amaçladığım veya belki de merak ettiğim, serseri mayınlar gibi zamanın denizlerine bırakılan deneme parçalarının yine zamanın denizinde kendiliklerinden farklı anlamlar kazanıp kazanmayacaklarıydı …
Epey alıntı seçtim. Ama kafamdaki tasarı hiçbir zaman kitaplaşmadı. Alıntı yapmayı ise arada sırada sürdürdüm. Bu arada ‘özgürlük’ konusunda yazdıklarımın eskiler arasında neredeyse başı çektiğinin de farkına vardım. Belki de çok doğaldı. Çünkü bu iklimde özgürlük üzerine konuşmadığımız, neredeyse hiç olmadı. Tıpkı özgürlük üzerine kafa yormadığımızın da neredeyse hiç olmadığı gibi.
Öte yandan uzun zamandır bir şeyin daha farkındayım. Belki bu, ancak özgürlükler giderek artan bir hızla yitirilmeye başlandığında boy veren bir farkındalık. Konuşmuşuz konuşmasına, ama konuştuklarımızın ne kadarı konuşmaya değermiş, ne kadarı gevezelik olmaktan öteye geçememiş? Ve bu soru, özgürlük üzerine kafa yorma bağlamında da geçerli. Yorduğumuz kafaların ne kadarı düşünmüş, ne kadarı sadece yorulmakla kalmış?
Ve birleştirici soru : Nasıl bir bilgi eksikliği, konuşulanların gevezelik olmasına, yorulan kafaların da düşünceye teğet geçemeden yorulmakla kalmasına yol açmış?
Bu alıntı parçalarını seçtiğimden bu yana epey zaman geçti. O yüzden içlerinden özgürlük üzerine kaleme alınmış ikisini yeniden ve bu kez buradaki satırlara alıyorum. Belki geçen zamanla birlikte sorular ve yanıtlar da değişmiştir diye…
Birinci alıntı : “Özgürlüklerin sahiplerine karşı korunması uğruna verilen savaşımlar, özgürlüğün tarihinde özel ve küçümsenemeyecek bir yer tutar. Bunun nedeni, özgürlüklerin sahiplerince kötüye kullanılmasının en az onların başkalarınca bize tanınmaması kadar büyük bir tehdit oluşturmasıdır. Dahası, kötüye kullanmanın bu bağlamda özgürlükler için çok daha öldürücü bir tehlike olduğu da söylenebilir. Çünkü kötüye kullanma yoluyla sahibi tarafından yıkıma uğratılan bir özgürlüğün varoluş gerekçesini başkalarına karşı inandırıcı biçimde savunabilmek, neredeyse olanaksızlaşır. Böyle bir durumda, bir kez kötüye kullanma yoluyla kendi varlık gerekçesini yadsımış bir özgürlüğün gerekliliğini kanıtlamak, çoğu kez o özgürlüğün başlangıçta elde edilebilmesi için verilmiş savaşımlardan çok daha çetinlerini zorunlu kılar; o özgürlüğün gerekliliğine ilişkin inancı yeniden uyandırabilmek, kimi zaman onu başlangıçta kazanmaktan çok daha zordur.”
Ve bu da ikincisi : “Tanzimat’tan günümüze kadar uzanan süreç içersinde Türk insanı, sonuçta özgürlüğün doğal bir erdem anlayışıyla toplumun tüm kesimlerince özümsenmesini sağlayacak bir özgürlük eğitiminden geçebilmiş değildir. Batıdaki gelişmelerin aksine, sınıfsal yapısı organik yoldan, atılan her adımın bedeli ödenerek değil, çoğunlukla ithal kavramlar aracılığıyla belirginleşmiş bir toplumda özgürlük kavramının bulanık kalması, ekmek ve su kadar gerekli bir besine dönüşememesi, kaçınılmaz bir yazgıdır. Bugüne kadar Türk toplumunun özgürlük uğruna çektiklerinin en ağırı bile, Batı toplumlarının aynı türden savaşımlarda ödemiş oldukları bedellerin yanında çok hafif kalır. bundan ötürüdür ki yaşadığımız toplumda özgürlük, bunca ucuza alınabilir ve satılabilir olmuştur.”
Son anda iki parça daha gözüme ilişti. onları da buraya almadan edemedim. Üçüncüsü : Özgürlüğün kurumlaşma yolunda verdiği savaşımın sınırsız istemlere dönüştüğü noktada artık özgürlük değil, kaos başlar. Böyle bir kaos ise giderek özgürlüklerin özgürlük adına yok sayılması gibi korkunç bir sonuca yol açabilir. Bu nedenle, özgürlük bilinci diye adlandırdığımız kavramın kendi sınırlarının bilincine varması, özgürlüğün varlık koşuludur.”
Ve nihayet dördüncüsü, yani son parça : “Özgürlüğün kendi sınırlarının bilincine varma konusunda sergileyebileceği yetersizlik, özgürlük için en az dışarıdan gerçekleşen el uzatmalar kadar tehlikelidir. Özgürlüğün kurumlaşma yolunda verdiği savaşımın sınırsız bir isteme dönüştüğü noktada artık özgürlük değil, ama kaos başlar. Bu kaos ise giderek özgürlüklerin özgürlük adına yok sayılması gibi korkunç bir sonuca yol açabilir. Bu nedenle, özgürlük bilinci diye adlandırdığımız kavramın kendi sınırlarının bilincine varmaya yönelik bir tutumu da içermesi, özgürlüğün varlık koşullarının en önemlileri arasında sayılmak gerekir.”
Kim bilir, belki onca yıl boyunca özgürlüğe öylesine tutkun kaldık ki, bu tutku yüzünden özgürlük üzerine düşünmeye uzanan yolu göremez olduk !