İleri’deki arkadaşlarımın yazılarını okuyorum. Çoğu ülkenin ve dünyanın siyasi durumunu analiz ediyor. Solun, sosyalistlerin yaptıkları, yapamadıkları, önündeki görevler ortaya konuyor. Çok şey öğreniyorum, coşkulanıyorum. Özeniyorum onlara. Shakespeare, Yaşar Kemal şundan bundan söz etmek kesmedi beni. Büyük siyasete el atmalıyım dedim ve dayanamadım, bu özentiyle ben de bu yazıyı yazdım.
Ama nereden başlamalı. Ustalardan bir alıntı her zaman iyi gider.
Engels Anti Dühring’de şöyle der: “1848 burjuva demokrasisinin burjuva olduğu ve proleter olmadığı için gerçekleştiremediği şeyi –çalışan yığınlara içeriği kendi sınıf durumlarına karşılık düşen bir istenç verme işini-, sosyalizm kuşkusuz başaracaktır.” (Friedrich Engels, Anti Dühring, çeviren Kenan Somer, Sol Yayınları, 1977, Ankara, s. 283) Bence bugün sosyalizmin en büyük sorunu, tam da budur; milyonlarca çalışanı bir sınıf olduğunun bilincine vardıracak ve sömürücülerin iradesi altında, kölelik koşullarında sürüp giden yaşamını dönüştürecek devrimci bir irade kazandırmak. Bu devrimci istenç yeterince gelişip güçlendiğinde iktidarı alması ve toplumu emekçi sınıfların çıkarları doğrultusunda dönüştürmesi mümkün olacaktır.
Alıntı tamam da, bu çok genel bir şey oldu. O kadar genel ki, yüz elli yıl öncesi için söylenen bir şeyi aldım, “tam da budur” diye yazdım. Bu iş, siyasi yazı yazmak, göründüğü kadar kolay değilmiş. Ama başladık bir kere… Bugüne gelelim en iyisi.
2013 Haziran’ı bu sınıfsal devrimci bilinç ve istencin yokluğunda bile halkımızın ne kadar yaratıcı mücadele gizilgücü taşıdığını göstermiştir.
Engels, 1848 Devriminin verileriyle, burjuva demokrasisinin çalışanlara, kendi sınıfsal konumlarına uygun bir bilinç ve iradeyi kazandırmayacağı gerçeğinden yola çıkarak, bu işi sosyalizmin yapacağını yazıyor. Devrimci durumda, sınıfsal çıkarlar kitleleri eyleme geçirmede ne kadar belirleyici olsa da, politik bilinci ve örgütlülüğü gelişmiş olanlar yönetimi ele geçiriyorlar. 1848 devrimlerinde de işçi sınıfı ayaklanmış ama iktidarı burjuva sınıfının adamları ele geçirmiştir.
Hükümetin meşruiyeti yoktur
Bugün Türkiye’deki hükümet bütün meşruiyetini kaybetmiştir. İktidarın öteki adı hırsızlık ve yolsuzluk olmuştur. Emekçi sınıfların en küçük hak arayışına karşı acımasızca saldırı ve şiddet uygulayan bu iktidarın tek meşruiyet kaynağı pervasızca kullandığı polis ve ordudur. Adliyelerde, üniversitelerde, fabrikalarda, subaşlarında faşizmin tipik görüntülerinin sahneye çıkarıldığı bu günlerde bu gerçek bütün çıplaklığıyla ortadadır.
İktidarda bulunmasını hiçbir toplumsal çıkara ve onaya dayandırma çabası bile göstermeyen, devletin zor aygıtlarıyla yerinde tutunan bu hükümetin, burjuva düzeni çerçevesinde de meşruiyeti kalmamıştır.
Siyasi yazım sarpa sardı. Olmuyor. Gazetelerde her gün yazılan şeyleri makale yapıyorum. Yeni bir şey söylemek gerekmiyor mu?
İki ay sonra yapılacak seçimlerin hiçbir toplumsal heyecan ve çözüm beklentisi yaratmaması da bu durumun göstergelerinden biridir. İktidarda bütünüyle emekçi ve halk düşmanı bir hükümet vardır ve bunun yol açtığı milyonlarca insanı saran derin bir öfke ve hoşnutsuzluk dalgasına rağmen ufukta köklü bir değişim belirtisi yoktur. Haziran kalkışmasında meydanlara çıkan milyonlarca insan, örgütsüz ve partisiz, bu gayrimeşru hükümetten kurtulamamanın sancısını duymaktadır.
Umut ve öfkeyi örgütlemek
Haziran’ın sokağa döktüğü bu yığınlara, Akp iktidarı karşısındaki toplumsal durumlarına uygun düşen bilinç ve irade kazandırma ve onları eyleme geçirerek bu iktidarı alaşağı etme görevi, Engels’in yüz elli yıl önce yazdığı gibi, sosyalizmin ve onun Türkiye’deki taşıyıcılarının omuzlarındadır.
Yığınların kendiliğinden, bu iradeyi ortaya koyması ve sonuç almasının mümkün olmadığı, en azından milyonların polis terörüne karşı ülkenin her yerinde ayaklandığı Haziran’dan beri anlaşılmış olmalıdır. Haziran, iktidar karşısında bilenen öfkenin milyonları muazzam bir politik güce dönüştürdüğünün, iktidarı sallayan bir istenç yarattığının örneğini sunmuştur. Ama bu istencin toplumsal bir içerikle, devrimci bir program ve bilinçle, bunun temsilcisi güçlü bir örgütle donatılmadığında sonuç alamadığını da ortaya koymuştur. Sosyalistler, umut ve öfkeyi örgütlemekle yükümlüdürler.
Türkiye’de sosyalizmin taşıyıcılarının Haziran’dan beri yaptıkları, bu eksiklikleri giderme konusunda, ne yazık ki yeterli olmamıştır. İktidarın bütünüyle meşruiyetini kaybettiği koşullarda, halkın toplumsal uyanışının, Akp’nin 13 yıldır sokmaya çalıştığı dinci gömleği birçok alanda parçalamaya başladığı görülürken, bunu örgütlemede ve politik iradeye dönüştürmedeki eksiklerimiz yaşamsaldır.
2013 Haziranı ile 15-16 Haziran
Türkiye sosyalizmi, geçmişin derslerini iyi çalışmalı, güzel geleceğin kurucusu iradeyi, emekçi sınıfların bağrında örgütlemelidir. O zamanın DİSK Genel Sekreteri Kemal Sülker’in kitabının adıyla, “Türkiye’yi Sarsan İki Uzun Gün”, 15-16 Haziran kalkışması, 2013 Haziran kalkışmasıyla birlikte incelenmelidir. 2013’te eksikliğini duyduğumuz sınıf, işçi sınıfı, 1970’te İstanbul-İzmit hattında iki gün iktidarı ele almıştı. 12 Mart generallerine, “sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı” vecizesini söyleten ve darbeyi yaptıran bu hareketti.
İşçi sınıfına 15-16 Haziran’ı yaptıran istenç, 1960’lar boyunca örgütlenen sendikalar aracılığıyla ortaya çıkartıldı. TİP, öteki sol örgütler ve bunları işçi sınıfıyla iç içe geçiren güçlü sendikal örgütlenme, kapitalist sınıfı korkudan ülkeden kaçırtacak bu büyük hareketi doğurdu.
Bugün de, sosyalist hareketin en büyük eksiği buradadır. İşçi sınıfını yaşamı içinde, fabrikada, patronla çatışma arenasında kucaklayacak sendikal örgütlenmelere ihtiyaç vardır. Sosyalizme örgütleme ile sendikaya örgütleme iç içe geçirilmelidir. Çalışan sınıfları, toplumsal durumlarına uygun bilinç ve iradeyle donatmak ancak bu örgütlenme ile başarılabilir.
Sosyalist hareketin, bu sendikal örgütlenmenin yeterli olmadığı koşullarda üreteceği en harika siyasal açılımlar bile pek işe yaramayacaktır. Engels’in dediği gibi, sosyalistler, çalışan yığınlarda, sınıfsal durumlarına uygun bir bilinç ve istenç yaratamazsa, sosyalist istemlerin hayata geçirilmesini sağlayacak yığınları örgütleyemezse, havanda su dövmekten başka bir şey yapmayacaktır.
Türkiye sosyalizminin gündeminde sendikal örgütlenme vardır. Bunu söylerken mevcut sendikaları aşacak, günümüz koşullarına uygun yaratıcı çözümlerle örgütlenmeyi sağlayacak bir sendikal mücadeleden söz ediyorum. Sosyalizmin bilinç ve irade yaratması ancak işçi sınıfının örgütlenmesiyle mümkündür.
Yine bir genellemeyle bitirdik. Ama kolay değilmiş. İyi bir ders aldım, bu ilk siyasi yazı denemelerimden biridir. Ne dersiniz umut var mı?