Bu cumartesi Pazar, 25-26 Nisan 2015 günleri öğleden sonra İzmir Kitap Fuarı’ndayız. Pazar günü saat 18.00’de Yalçın Küçük hocamızla, “Obama Doktrini ve Türkiye” başlıklı söyleşimiz var. Şair dostum Mustafa Göksoy ile Doğu Kitabevi standında, bir yıl içinde çıkan kitaplarımız “Dünyalaşan Gözlerim”, “Fırtına İkliminde” ve “Okuma Yazmanın Izdırapları”nın okurlarıyla buluşacağız. Yola çıkmadan, matbaadan “Cinayet Olan Edebiyat”ı da aldık; mürekkebi kurumadan İzmirli okurlara götürüyoruz.
Geçenlerde gazetelerden birinde çok önemli bir edebiyat haberi çıktı; Orhan Pamuk, yeni romanının ilk cümlesini yazmıştı. Eskiden star sistemi yazarlarının medya şebekesiyle bağlantısını anlatmak için uydurduğumuz abartılı bir örnek, bugün Cumhuriyet gazetesinde önemli bir haber olmuştu. Sistemin yazarının ilk cümlesi haber olurken, bizlerin, sistemin yazarını eleştirme cüretini gösterenlerin yayımlanmış kitapları bile haber olamıyor. Bırakın gazeteleri, kitabevi raflarına bile giremiyor.
Yalnızca medya şebekesinde değil, sisteme muhalif basında da yazdıklarımızın herhangi bir haber değeri bulunmuyor. Örnek olsun, bu yazıyı okuduğunuz İleri Haber için de böyledir; “Okuma Yazmanın Izdırapları” kitabım için, önsözden parçalar yayımlayarak, kendi haberimi kendim vermiş olmam dışında, burada da bir gören olmadı. Bunun acı bilgisiyle, “Cinayet Olan Edebiyat”ın haberini de kendim yazıyorum.
Yine önsözünden seçmelerle…
***
Edebiyat, insanın kendini anlamasının ve anlatmasının temel yollarından biridir. Bu demektir ki, insanın kendini doğru anlayıp doğru anlatabilmesi için buna elverişli bir edebiyata gereksinimi vardır. O yüzden çağların yok edici yıkımından kurtulup gelen edebiyat yapıtlarının büyük bölümü, insan ve toplumu gerçekçi yöntemle yansıtmayı başaranlar olmuştur.
İnsan, toplumsal bir varlık olduğu için edebiyat da alabildiğine toplumsaldır. Toplumsallığın savaş, azgınlaşan sömürü, çürüme dönemlerinde zayıflaması, edebiyatta da yansımasını bulur. Edebiyatta toplumsal ilgi ve değerlerin azaldığını görürseniz, o toplumda bir bunalım çağının yaşandığı teşhisini hemen yapabilirsiniz.
Elinizdeki kitabın adındaki, “Cinayet Olan Edebiyat”, toplumsallığın çöküntüye uğratıldığı bir bunalım çağının edebiyatıdır.
***
O iki cümleyle, Mithat Cemal’in görkemli romanı “Üç İstanbul”da karşılaşmıştım: “Katil, cinayetini müddeiumumi muavininin ağzından tanımadı. Cinayet güzelleşmiş, hutbe olmuş, edebiyat olmuştu; eserdi.” 1938’de yayımlanan “Üç İstanbul”dan bu iki cümleyi defterime özenle not ettim. Bu pek açıklayıcı cümleler, edebiyat eleştirisinde çok işime yarayabilirdi.
Tomris Uyar’ın “Otuzların Kadını” kitabını incelerken, Mithat Cemal’in cümlelerinin yerini birdenbire buldum. İnsanı sömürü ilişkileri içinde lime lime eden kapitalist düzenin olağan cinayetlerini, haksızlıklarını süsleyerek, güzelleştirerek meşrulaştıran yazıcıların bir açıklayıcısına dönüştürdüm. Kapitalist sistemin sınıfsal hiyerarşisini meşrulaştıran ve kendine bu sıradüzende daha yüksek bir yer elde etmeye çalışan burjuva yazarının yaptığını, Mithat Cemal’in bu iki cümlesi çok iyi anlatıyordu. Kapitalizmin sömürü ve cinayetlerini süsleyerek, gizleyerek okurlara benimseten, bu işlevle kendisi “Cinayet Olan Edebiyat”a buradan geliyoruz.
***
Cinayetin güzelleşmesi, eser olması, edebiyatlaşması, günümüz egemen edebiyatının temel özelliğidir.
Bu egemen edebiyatta, günümüzün temel sorunu, küçük bir azınlığın, sermaye sınıfının, toplumun bütün emeğine elkoyarak, iktidarı ele geçirmesi ve kullanması sorunu, gözardı edilir. Bu temel sorunun alabildiğinde uzağında konu ve temalar hikâye, roman, şiir yapılır. Oysa yaşamın temelinde, Refik Halit’in açıklığıyla bakarsak, bu kapitalist sömürü cinayeti vardır ve bütün alanları belirleyen bir yok edicidir. İşi, insan yaşamını anlamak ve edebiyatın diliyle anlatmak olan yazarın bunu görmezden geldiği yerde bayağı bir edebiyat ortaya çıkar. Elinizdeki kitapta tekelci burjuvazinin çıkarlarını güzelleştiren bu edebiyata karşı köklü bir eleştiri getiriyorum. Toplumsallığın çöküntüye uğratıldığı tekellerin ortaçağında buna karşı isyan etmeyen bir edebiyat, bu ortaçağın bir parçasına, üreticisine dönüşmüştür. Bunu göstermeye ve karşı çıkmaya çalışıyorum.
***
Elinizdeki kitap on sekiz yıl önceden, 1997’den geliyor; “Gül Olan Toprak”ın ikinci baskısıdır. Adını, yeni baskısında “Cinayet Olan Edebiyat” biçiminde değiştirdim. Bugünlerin gerçeğinde bu adın kitabın içeriğini ve tartıştığı sorunları daha iyi anlattığını düşünüyorum.
Kitabın birinci bölümünde, “Nâzım Hikmet’in Asimilasyonu”, ilginç bir rastlantıdır, benzer bir adlandırma ve isim tartışması bulunuyor. Memet Fuat’ın “komünizm” kavramını Türkçeleştirmek isterken “ortaklama” biçiminde çevirmesine itirazlarımı dillendiriyorum. Buradan Lenin’e ve 1917 devrimlerinin fırtınası ortasında partisinin adını, Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nden Komünist Partisi’ne çevirme girişimine uzanıyoruz. Lenin’e göre devrimin yarattığı yeni gerçeklikte, eski adın açıklayıcılığı yeterli değildir ve buna uygun daha doğru bir kavramla ve adla yola devam etmek gerekmektedir.
“Gül Olan Toprak”ı, “Cinayet Olan Edebiyat”a dönüştürürken de benzer bir gerekçeyi öne sürebilirim. Tekellerin egemen olduğu bir dünyada, tarihin akışı ve diyalektiği zincirlere sarılmıştır. Toprak ele geçirilmiş, gülün genetiği değiştirilmiştir. Bu kitabın yazıldığı zamanlarda, henüz başlangıç düzeyindeki belirtilerini gördüğümüz olumsuzluklar, bugün bütünüyle kültürü ve edebiyatı belirleyici konuma gelmiştir. Kitaptaki eleştirinin şiddeti bu gidişe isyandan kaynaklanıyor ve “gül olan toprak” adı bu isyanı anlatmakta biraz hafif kalıyor. Günümüzde iktidar güdümlü her türden düşünsel etkinlik cinayete ortak olmak anlamına geliyor. Soma’da, Ermenek’te katledilen emekçilerimize, Haziran gençlerimize, Özgecan benzeri öldürülen kadınlarımıza yapılanlara göz yummak demek oluyor. Bu yüzden “cinayet olan edebiyat”, bu işbirlikçi yazıyı daha doğru ve doğrudan anlatıyor.
***
Yirmi yıl öncesinin heyecan ve kavgalarının bir belgesidir. Edebiyatın gücünü ve etkinliğini insanın yaratıcılığını, hürriyetini, toplumsallığını geliştirmek için kullanmayı temel alan bir çalışmadır.
Yer yer bir çığlığı andırıyor. Kitabı yeniden yayına hazırlarken geçmişten gelen bu haykırışın beni bile şaşırttığını belirtmem gerekiyor.
En çok da yeni baskısını neden bu kadar geciktirdiğime şaşırdım ve neden Haziran Türkiye’sinde yeni baskısını yapma konusunda harekete geçtim?
***
Özellikle, “Şiirde Yenilik Diye Sunulan Gerilik” bölümü, günümüzde anlamsızlığı ve etkisizliği bütünüyle ortaya çıkan şiiri anlamak açısından bütünlüklü bir çerçeve çiziyor. “Noterler ve Edebiyat” kitabımdaki “Günümüz Şiiri Üzerine Notlar”ı da bu çerçeveyi geliştiren bir bölüm olarak buraya almayı gerekli gördüm. Mehmet H. Doğan’ın şiir yıllığına on yıl aradan sonra tekrar dönüyorum ve bir belge olarak kullanarak, günümüz şiirinin bazı özelliklerini örnekliyorum.
Buna ek olarak, yeni baskıda iki inceleme daha ekledim. “Nâzım Hikmet Üzerine Tezler”, Nihat Ateş ile ortaklaşa hazırladığımız ve Sol Meclis’in Kumkapı toplantısında sunduğumuz bir bildiriydi. Hem Nâzım Hikmet için bütünlüklü bir bakış hem de asimilasyonuna ilişkin yeni veriler içeriyordu, buraya uygun düştü. Nihat Ateş’e ortaklaşa çalışmadaki katkısı için teşekkür ediyorum.
***
Memet Fuat, komünizmi “ortaklamacılık” biçiminde çeviriyor, kitapta itirazlarımı yazdım. Ama belki “ortaklaşmacılık” diyebiliriz. Hikmet Kıvılcımlı’nın “Türkçenin Kapıları” çalışmasından esinle, Türkçenin harika “Ş” kapısı, burada önümüzü açabilir. “Ş” yapım eki, dünyanın başka dillerinde olmayan bir güzelliği Türkçeye kazandırmaktadır; birlikte, el ele, iç içe, karşılıklı, ortaklaşa yapılan etkinlik ve işleri dillendirmemizi sağlıyor. “Ş” kapısıyla konuşmaya, sevişmeye, dövüşmeye, dayanışmaya, dönüşmeye açılıyoruz. Ortaklaşma da, “Ş” kapısının açtığı bir güzelliktir, toplumsallığa ve kitapta yeri bulunan Christopher Caudwell’in kuramıyla bakarsak, toplumsal olanın güzelliğine, estetiğe buradan giriyoruz.
Ortaklaşa yapılan üretimlerin yetkinliği ve güzelliği bundan kaynaklanıyor. Cinayet Olan Edebiyat kitabı da ortaklaşa bir üretimin içinde doğdu. Bütün heyecanı ve bulunursa, güzelliği, bu ortaklaşmanın rüzgârından çıkıyor.
Ne zaman ortaklaşmanın heyecanına kavuşsam yazı kavgalarımda önümün açıldığını görüyorum. Hep ortaklığı ve ortaklaşmayı arıyorum.
***
Cinayet Olan Edebiyat, edebiyatımızın “Ş” kapısını kapatanlara karşı bir kitaptır. Toplumsallığı nasıl çöküntüye uğrattıklarını sergilemeye çalışıyor. Yüzümüze indirilen kapıları kırmaya çalışıyor. Tekellerin gökdelenleri ve bayağı edebiyatıyla ufkumuza örülen duvarları yıkmaya çağırıyor.
***
Eleştirinin etkinliği ve gücü konusunda neler söyleyebiliriz?
Cinayet Olan Edebiyat’taki eleştirilerden yola çıkarak bazı sonuçlardan söz edebilirim. Nâzım Hikmet’in şiirlerine uygulanan sansürün büyük bölümünü, başka yazarların bu konudaki yazılarıyla birlikte burada yazılanlar ortadan kaldırdı. Gerçi sermaye sansürü hiçbir zaman bitmez ve yeni yollar bularak, emekçilerin edebiyatını yok etmeyi hep deneyeceklerdir.
Burada çok ağır eleştirilen iki yazarın, Tomris Uyar ile Pınar Kür’ün, eğer yanılmıyorsam, yeni bir eseri yayımlanmadı. Tomris Uyar, bu dünyadan ayrıldı ama Pınar Kür’den yeni bir kitap çıkma olasılığı hâlâ var ve bunun eleştirilerden yararlanarak, insanı yabancılaştırıcı, metalaştırıcı değil, insanlaştırıcı ve özgürleştirici bir edebiyat olmasını diliyorum.
“Tekerleme edebiyatı” olarak nitelenen Romantik kitabının yazarı Adalet Ağaoğlu ise, uzun yıllardan sonra bir “roman” çıkardı. Sistemin övgü memurları bile, bu kitabı överken, satır aralarında alay ediyorlardı. Ağaoğlu’nun sonraki edebi ve politik pratiği, buradaki eleştirileri bütünüyle haklı çıkarmıştır.
Eleştiri, ne kadar görmezden gelinirse gelinsin, gerçeklerle buluştuğu ölçüde yargısını yürütecektir. Toplumsal gerçeklere bağlı bir eleştirinin kendisinden daha güçlü bir doğrulayıcısı ve taşıyıcısı vardır: Tarih.
Yirmi yıl önceden gelen Cinayet Olan Edebiyat’ın ikinci baskısını yapmakla, bu doğrulayıcının sınavına yeniden sokmuş oluyorum.
Eleştirinin tarih ve toplum karşısında, okur bilincinde hakkını almasını diliyorum.