30 Mart yerel seçimlerinin ardından hepimizin dilinde aynı cümle vardı.
Bir adım bile geri çekilmek yok!
Şimdi, yani Tayyip Erdoğan’ın Köşk’e çıkmasının ardından, yeni bir cümlemiz var.
Bir adım ileri!
Bu cümle, bir niyet ya da beklentiye değil, önümüzdeki dönemin koşullarına ve bu koşulların sunduğu olanaklara vurgu yapıyor.
O zaman tartışmayı buradan açalım.
AKP iktidarının 2011 yılındaki seçimlerle birlikte kritik bir evreyi geride bıraktığını söylemiştik. Bu evre, 1923 referansıyla tanımlanan Birinci Cumhuriyet’in tasfiyesinin sona erdiği, İkinci Cumhuriyet rejiminin inşasının ise başladığı noktayı işaret ediyordu. Türkiye’de siyasal ve toplumsal boyutlarıyla yeni bir rejim kuruluyordu.
Daha doğrusu, kurulmaya çalışılıyordu.
Söz konusu inşa henüz ilk adımlarındayken dahi, İkinci Cumhuriyet rejiminin kalıcı olamayacağını, kalıcılık bir kenara, doğru düzgün kurulamayacağını dile getirmiştik.
Haksız değildik. Haksız olmadığımızın ortaya çıkması için çok fazla zaman geçmesi de gerekmedi.
2013 Haziran’ı, Türkiye toplumunun AKP rejiminin sınırlarına hapsedilemeyeceğini, ülkemizin ilerici ve çağdaş birikimine kolay kolay boyun eğdirilemeyeceğini gösterdi.
O gün ortaya çıkan direnç, aradan geçen bir yılda azalmadı, eksilmedi. Kast edilen Haziran direncinin kendisini eylemliliklerle, sokak savaşlarıyla, kitlesel pratiklerle gösteren yüzü değil sadece. Kitle hareketlerinin genel karakterini bilenler için, eylemliliğin yükselip alçalması, farklı boyut, ölçek ve mekanlarda görünüp kaybolması gibi özellikler şaşırtıcı sayılmaz. Dolayısıyla, AKP rejimine karşı ortaya çıkan ve bir yılda tükenmediğini iddia ettiğimiz direnç, kendisini asıl olarak AKP karşıtlığının siyasal kulvarında gösteriyor.
AKP’nin ve Erdoğan’ın didinip durup da bir türlü yüzde 50 sınırını aşamaması, tersinden söylersek, bu ülkenin yarısı kadar büyük bir topluluğun AKP rejimi karşısında geri çekilmemesi, siyasetin ve iktidarın kuralları açısından kabul edilemez bir veri olmayı, haliyle AKP için baş ağrıtmayı sürdürüyor.
Daha açık bir deyişle, AKP’nin meşruiyet ve yönetememe krizi devam ediyor.
Bir açıdan bakınca, meşruiyet ve yönetememe krizi, tek başına AKP ile AKP karşıtı toplumsallık arasındaki bir denklem olarak değerlendirilemez. AKP, aynı zamanda, dış politikadan ekonomik göstergelere kadar çok çeşitli alanlarda hızını kaybetmeye başlamış, bir zamanlar olduğu gibi ataklarının sonuçlarını daha zor alır hale gelmişti. Bu, meşruiyet ve yönetememe krizinin sonucu olarak değerlendirilebileceği gibi, aynı krizi derinleştiren bir sıkışma olarak da görülebilir.
Cumhurbaşkanlığı seçimi, eğer arzu edilen sonuca ulaşılabilseydi, Erdoğan’ın en azından bir süre rahat nefes almasına izin verebilirdi.
Olmadı. AKP ve Erdoğan sürekli toslayıp durduğu duvara, bir kez daha çarptı.
Önümüzdeki günlerin somut olarak ne gibi gelişmelere ya da olaylara yol açacağını tahmin etmek kolay değil elbette. Fakat mevcut kriz halinin, aşılamadığı sürece, rejimin meşruiyetini kemirmeye devam edeceği şimdiden belli.
Sol açısından bakıldığında, güncel siyasal görevlerin yanı sıra, mevcut rejimin kriz başlıklarını takip etmek ve etkili müdahalelerle krizin boyutlarını derinleştirmek, bilindik bir strateji. Yakın vadede bu stratejinin hayata geçirilmesi ise, solun bazı başlıklarda adım atmasını, cesaret ve kararlılık göstermesini gerektiriyor.
Kısacası, AKP rejiminin kriz olasılığını saptamakla yetinmeyip, söz konusu krizi derinleştirecek siyasal ve toplumsal adımların planlanması, hazırlanması ve nihayetinde atılması gerekiyor.
Bunun olanaklarının belirmediğini düşünmenin, günümüz Türkiye’sinde devrimci bir konumlanışı ifade etmediğini söylemek zorundayız.
Çünkü AKP’nin Türkiye’ye dayattığı siyasal ve toplumsal varoluş tarzı, halk ile sosyalizm düşüncesi arasında gündelik yaşam düzeyinde dahi bir ortaklık yaratmıştır. Diğer bir deyişle, sosyalizm bugün bir hülya, uzakta bir vakitte yaşanabilecek bir ütopya ya da halkın gündelik dertlerine yanıt veremeyen bir “theoria” değil, basbayağı gerçek, somut ve hissedilebilir bir seçenek haline gelmiştir.
AKP rejimi ülkeyi o kadar hızla ve şiddetle geriye çekmiştir ki, burjuva düzenini geleneksel kanalları mücadele gereksinimini “kesmez”, tatmin etmez olmuştur. Artık gerilikten, vasatlıktan, yozluktan, yolsuzluktan ve yobazlıktan kurtulmak için, ortalamaya sarılmak değil, ileriye, daha da ileriye sıçramak bir zorunluluğa dönüşmüştür.
Tam da bu nedenle, ülkenin yarısı AKP’ye boyun eğmemişken ve AKP de bu yarının eşiğinde tepinip de bir türlü direnci kıramazken, gericiliğin ve geriliğin baskınlığından rahatsız olan tüm kesimlere, emekçilere, gençlere, kadınlara, Alevi ve Kürt yurttaşlara, yurtseverlere, aydınlara ve sanatçılara sosyalizmi önermek, her birini sosyalizm mücadelesinin etrafında kenetlenmeye çağırmak için vakit gelmiştir.
Gereksindiğimiz, bu cesarete ve özgüvene sahip solun bir adım öne çıkıp göreve talip olmasıdır.
Şimdi bir adım ileri atmanın vaktidir.
Bir adım ileri...
Sonra bir adım daha...