Yıl 1988’di. On beş günlük öğrenci dergisi Üniversiteli’yi çıkarıyorduk. Aylardan nisandı, ya ikinci, ya da üçüncü sayının hazırlıkları sürüyordu. Ben dergide, karikatür ve mizah editörlüğü görevini üstlenmiştim. Hem yazılara karikatür ve desen çiziyor hem de aralarında tanınmış çizerler Alp Tamer ve Seyfi Şahin’in bulunduğu genç karikatürcülerden çizgi roman, çizgi bant ve tek karikatürler alıp yayınlıyordum. Felsefe öğrencisi arkadaşım Kazım Polat da yazılara desen çizmekle yetinmiyor, haber de yazıyordu. Öğrenci yaşamını işleyen bir hikâyesini Seyfi Şahin çizgi roman yapmıştı.
Yarım gazete sayfası büyüklüğünde yayımlanan Üniversiteli, gazete bayilerine dağıtılmıyor, üniversitelerdeki arkadaşlarımızca elden satılıyordu. Üstünden otuz yıla yakın bir zaman geçmiş, ilk sayısının beş binle on bin arasında satıldığını ve üniversitelerde yoğun ilgi gördüğünü hatırlıyorum.
Turan Emeksiz kim?
Aksaray’da Namık Kemal Caddesine çıkan sokaklardan birindeki dergi yazıhanesinde, Nisan sonu sayısının hazırlıkları sürerken, derginin genel yayın yönetmeni Mehmet Kırarslan, “Sadık”, dedi, “bu sayıya bir Turan Emeksiz portresi gerekiyor.” “Tamam, çizerim,” dedim. Ama sormaya utandım; Turan Emeksiz kimdi? Yirmili yaşlarda, azçok okumuş çizmiş bir gençtim, böyle bir dergide çalıştığıma göre, öğrenci hareketinin içindeydim ve Turan Emeksiz’in kim olduğunu bilmiyordum.
Portresini çizmem için bir fotoğrafına ihtiyacım vardı. İmdadıma Hürriyet gazetesinin grafik bölümünde çalışan karikatür hocam Raşit Yakalı yetişti. Hürriyet’in arşivinden bana dosya kâğıdı büyüklüğünde bir Turan Emeksiz fotoğrafının fotokopisini verdi. O zaman fotokopi tekniği çok ilkeldi. Fotokopide portre koyu ve gri lekelerden oluşan bir siluete dönmüştü.
Bu arada, bilenlerden sorarak, belki de o zaman azçok yararlanmayı öğrendiğim Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nden araştırarak Turan Emeksiz’in kim olduğunu öğrenmiştim. Bayar ile Menderes’in Demokrat Parti diktasına karşı ayaklanan gençlerin ön saflarında olanlardan biriydi. 28 Nisan 1960’ta Beyazıt Meydanındaki büyük öğrenci gösterisinde polislerce öldürülmüştü. Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz, Malatyalı bir emekçi ailesinin çocuğuydu. Onunla birlikte bir başka genç daha, lise öğrencisi Nedim Özpolat da vurulmuştu. 29 Nisan’da Ankara’da üniversite öğrencileri ayaklandı ve güvenlik güçleriyle çatıştı. DP hükümeti, polis ve askere öğrencilere saldırı emri vermişti. Atlı polisler, atlarını gençlerin üzerine sürmüşlerdi. İstanbul Üniversitesi rektörü Sıddık Sami Onar’ın, polisin üniversiteye girmesine karşı çıkması üzerine polislerce dövülmesi, üniversitelilerin 28 Nisan Kalkışmasında bardağı taşıran damla olmuştu. 28 Nisan, DP iktidarı için sonun başlangıcıydı. 29 Nisan Ankara gösterilerinden sonra 555K parolasıyla Kızılay’da halkın da katıldığı yürüyüşler yapılmıştı. Ankara’da Harp Okulu öğrencileri de yürüdüler. 28 Nisan’dan 27 Mayıs’a bir ay içinde DP diktasının sonu gelmişti.
28 Nisan’dan 28 yıl sonra üniversite işgali
Turan Emeksiz’in fotokopi portresini alarak eve kapandım. Bu yiğit gence yakışan bir portre çizmek için sabaha kadar çalıştım. Karakalemle, çini mürekkebiyle değişik portreler yaptım. Hiçbiri içime sinmemişti. Sabah Mehmet’e bunları vermem gerekiyordu. Azçok başarılı bulduğum iki portre çalışmamı ve model aldığım fotokopi portreyi aynı zamanda derginin grafikerliğini de yapan Mehmet’e götürdüm.
Birkaç gün sonra dergi basılmış, tam 28 Nisan günü üniversitelerde elden satışa çıkmıştı. 28 Nisan 1960 kalkışması ve Turan Emeksiz’le ilgili yazıda benim çizdiklerim değil, bir siluete dönmüş fotokopi portre yayınlanmıştı. Bunu görünce burulmadım değil.
O gün öğleden sonra İstanbul Üniversitesi’nden bir haber aldık. Üniversite öğrencileri rektörlüğü işgal etmişlerdi. Olayın nedeni, yanlış hatırlamıyorsam polisin üniversitedeki 28 Nisan ve Turan Emeksiz anmasına engel olmaya çalışmasıydı. 1988’in rektörü, bırakın polisin üniversiteye girmesine karşı çıkmasını, öğrencilerinin polisten şikâyetlerini bile dinlemek istemiyordu. Akşama kadar rektörlük işgali büyüdü, kapıları kapatan ve korunma önlemlerini alan öğrenciler geceyi rektörlükte geçirdiler. Ertesi gün gazetelerin yazdığına göre, aralarına karışan bir polisi etkisiz hale getirmişler, silahına elkoymuşlardı.
Tarihsel anlamını öğrendikten ve Turan Emeksiz’in portresini etüt ettikten birkaç gün sonra, 28 Nisan’ın 28. Yıldönümünde 12 Eylül sonrasının en büyük öğrenci eylemi yapılmıştı. Belki de sıkışan tarih, bir yersarsıntısı misali patlamıştı.
27 Mayıs’tan Haziran Ayaklanmasına
2013 yılı Nisan sonlarında, belki de bir 28 Nisan akşamında, Aydınlık Kitap ekinin yayın yönetmeni Haldun Çubukçu bir toplantıya çağırmıştı. Seyyit Nezir ve Ali Rıza Özkan arkadaşlarımın da katıldığı bu toplantıda Kitap Eki’nin gelecek sayılarında hangi konular ve kitapların ele alınacağı konuşuluyordu. 28 Nisan’ın ilhamıyla olmalı, bir 27 Mayıs sayısı hazırlamayı önerdim. Bu sayının editörlüğü benim üzerime kaldı. Seyyit Nezir, bu sayı için mutlaka Ergin Konuksever’le görüşmem gerektiğini söyledi. Afşar Timuçin Hocamızı aradım ve katılımcısı olduğu 28 Nisan’ı yazmasını istedim. Kendini, bir gençlik devrimi olarak tanımladığı 27 Mayıs’ı yapanlardan biri olarak gören Yalçın Küçük Hocamız Silivri hapishanesinde angien regime tutsağıydı; Okan İrtem’in Yalçın Hocamızla daha önce yaptığı yayınlanmamış bir 27 Mayıs söyleşisi olduğunu biliyordum, onu istedim. Okan ayrıca 27 Mayıs’ın can alıcı kitaplarını inceleyen bir yazı yazdı. Musa Ağacık arkadaşım ve Damla Yazıcı ile bir akşam Ergin Konuksever’in Levent’teki evine konuk olduk. Ergin Ağabey, bir yandan 28 Nisan-27 Mayıs günleriyle ilgili sorularımızı yanıtlarken, bir yandan da arşivinden o günlerin fotoğraflarını çıkarıp önümüze seriyordu.
Umduğumun da ötesinde bir 27 Mayıs sayısı çıktı. Kitap Eki değil, sanki bir dergi hazırlamıştık ve Ergin Konuksever söyleşisi ve arşivinden çıkan fotoğraflar çerçeveyi bütünlüyordu. 24 ya da 25 Mayıs 2013’te dergimiz okura ulaştı. Aynı günlerde Taksim Gezi parkında direniş çadırları kurulmaya başlamıştı. 31 Mayıs 2013 akşamı İstiklal Caddesi ve bütün ara sokaklar, polisin kapattığı meydana çıkmaya çalışan on binlerce insanla dolmuştu. Sonrası biliniyor; 1 Haziran öğleden sonra zapt edilen meydan ve meydanlar…
28 Nisan’dan 1 Mayıs’a
2 ya da 3 Haziran’da Ergin Konuksever’i aradım. “Ergin Ağabey, bu olanlara ne diyorsun,” dedim. “Tıpkı 28 Nisan gibi” dedi. Ama 2013 yılının bu 28 Nisan’ı, gençlik devrimi 27 Mayıs’ına ulaşamamıştı. Yarım kalmıştı.
Ama benim öznel 28 Nisan’ım, 25 yıl önce öğrenerek yiğidinin portresini çizdiğim, 2013’te öğrenilmesi için dergi hazırladığım 28 Nisan yine patlamıştı. 28 Nisan bu kez 27 Mayıs’ı da kitlesellikte aşarak, bir kez daha bütün Türkiye’de patlamıştı.
Şunu biliyoruz; 27 Mayıs 1960’tan sonraki kısa tarihimiz, 27 Mayıs’ın getirdiklerini kazıma tarihidir. 1961 Anayasası’nın getirdikleri; çift meclis, Anayasa Mahkemesi, üniversite özerkliği, TİP’i doğuran seçim ve siyasi partiler yasası, sendikalar, 1971 ve 1980 darbeleriyle ortadan kaldırılmıştır. 2002 AKP darbesi ise daha köktencidir, bugün laikliğe yönelik açıksözlülüklerini de göz önünde bulundurursak, 1920’nin getirdiklerini ortadan kaldırmaya cüret etmiştir.
Ergin Konuksever’den aldığım fotoğraflardan birinde 27 Mayıs’tan sonra yapılan görkemli bir cenaze töreni vardı. Turan Emeksiz ve öteki 27 Mayıs şehitlerinin naaşları İstanbul’dan Ankara’ya gönderildi ve Anıtkabir’e gömüldü. 12 Eylül darbesinden birkaç yıl sonra, bir gece yarısı Anıtkabir’deki bu mezarlar kazılarak 27 Mayıs şehitlerinin kemikleri, Ankara’daki başka bir mezarlığa taşındı. 27 Mayıs’ı kazıma işlemi devam ediyordu.
Zaferi kazanan faşistlerin zulmünden atalarımızın mezarları bile kurtulamamıştı.
Demek oluyor ki, bu benim üçüncü 28 Nisan’ımdır. Sıkışan tarihin önünü açacak toplumsal bir patlamanın eşiğinde yazdığımı düşünüyorum.
1 Mayıs’ın arifesindeki bu 28 Nisan’ın, 27 Mayıs Gençlik Devrimini de içerecek biçimde, asıl sahibinin, emekçi sınıfların elinde gerçek hedefini bulacağına inanıyorum.
28 Nisan’dan 1 Mayıs’a çok kısa bir zaman ve yol vardır.