Bazı pornografik hazlar, 'tahrikçiler' ve faşizm

Epey yaygın biçimde hükmünü süren bir “pornografik hazdan” bahsetmek istiyoruz. Bildiğimiz “pornografik hazdan” biraz farklı bu.

Ufak bir işaretle belki sembolik bir nesneyle yahut fısıltıyla açılıyor sahne. İştaha, hazza, “tatmin olma arzusuna”, yoldan çıkmaya, kuralları yıkmaya, düpedüz ayartılmaya sevk var. Titreyen göz kapakları, açılıp kapanan burun kanatları, gizlice akan salya ve yutkunma burada. Fokurdayarak kaynayan duygu yavaş yavaş yükseliyor; yoğunluk artıyor, diğer duygular bir bir silinip, dünya tam bu anda “hissedilemez” hale geliyor. Yekvücut olmanın özgüveniyle “korku duvarı” aşılıp, cürete, erkekçe bir meydan okumaya, “avını” kıskıvrak yakalayıp üstüne çullanmaya, abanıp abanıp iktidar olmaya dönüşüyor.

“Linç kültüründen” bahsediyoruz. Buradaki pornografik haz, beyaz köpüklü bir öfkeyle, tükürüklerin içinden fırlayan küfürle, yere yatırıp soluksuz bırakan tekmelerle, burundan aşağı sızan kanın dehşetiyle, yekvücut olan kitleyle yükseliyor.

Haber bültenlerinde tekrar ve tekrar yayınlanan görüntülerle, dijital dünyada, sosyal medyada tıkla-izle videolarıyla kapıdan kovulsa bacadan giren bir yaygınlığı var bu pornografik şiddetin. “Mahalleliden tecavüzcüye linç girişimi”, “kapkaççıya meydan dayağı”, adıyla “linç haberleri” kategorileri, “böyle linç ettiler tıkla-izle” vs.

Fokurdayan öfkenin, “bu kadar da olmaz” denilen ânın, güruhu bütünleştiren şeyin hangi işaret fişeğiyle kurulduğunu kestirebilmek zor. Bir işarete, sembolik bir nesneye bakıyor. Kimi zaman “bir istismar iddiası” kimi zaman ortalıkta dolaşan “bunlar PKK’lı” sözü kimi zamansa dolmuşta Kürtçe konuşan biri yahut basın açıklaması yapan bir sosyalist örgüt…

“Tahrikçiler” her yerde olabilir. Nihayetinde gözaltına alınan, haklarında dava açılan da yahut mahallesini terk etmek zorunda kalanlar da onlar olacaktır.

Bir iki hafta önce İstanbul’da gerçekleşen bir linç etme vakasında, çocuk istismarcısı olduğu iddia edilen bir yurttaş, onlarca kişinin uyguladığı linç neticesinde hayatını kaybetmiştir. Olay sosyal medyaya sızdığında “linç etme arzusunun” ne kadar olağanlaştığı bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Oh çekenler, edilen bir küfre beş tane de kendi ekleyenler, “geberdiğine” üzülenler, taş atana bıçakla, bıçak çekene silahla ve nihayet silahla koşana “işkence etme fantezileriyle” destek çıkanlar arasında adeta sanal bir “ruhani bütünlük”, bir linç ayini kardeşliği oluşmuştur.

Sonrasında ölen zanlının çocuk istismarıyla bir ilgisi olmadığının, kapkaççı olduğunun ortaya çıkması bile “linç arzularını” dindirmemektedir. (Çocuk istismarcısı olsaydı bunu hak ederdi anlamında söylemiyoruz elbette)

Kültürel dünyaya, örüntülere, gündelik yaşama sızan bu “linç etme hevesi”, linç taraftarlığı ve karşıtlığı, olur olmaz şeyden “linç edildim” mağduriyeti yaratarak puan kazanma arayışı ya da bıçkın, küfürbaz ve efsane “kapakçı” linç ustaları hepsi bir kozmosta buluşmaktadır.

Ne ki işin vahim boyutu bu kültürel süreçlerle sınırlı değildir.

Linç eylemi işlevselleşmektedir.

Linç, “sosyal” kısmına çoktan rahmet okunmuş “sosyal hukuk” devleti vaadindeki “hukukun” da kolayca askıya alınabileceğini, dahası bir maliyet kalemi olan “hukukun” kimi zaman gözlerden uzak tutulabileceğini göstermektedir.

Linç eylemi işlevselleşmektedir.

Faşizm olarak kurumsallaşan AKP rejimi, yüzde ellinin korkulu hayaletini, karşı tarafa söz geçirememenin, tüm ağırlığıyla hegemonyasını kuramamanın krizlerini henüz açık bir iç savaşa havale edememekte ancak sözgelimi milyonlarca insanın oy verdiği bir partinin destekçilerinden “hesap sorulacağından” bahsedebilmektedir.

Hesabı kim soracaktır? Hesabı köşedeki bakkalla, meydandaki dönercinin, vazifeşinas komşuyla mahalle muhtarının sorması elbette oldukça anlamlı olacaktır. Dileyen son 16 yılın linç eylemlerine, nasıl da saman alevi gibi hızla yayılabildiğine bakabilir. Pornografik hazlar buralarda yuvalanmaktadır.

Linç, AKP rejiminin özgül bir parçasına, bizatihi hegemonya stratejisine dönüşmektedir.

AKP’nin bir stratejisi “güruhun” cesaretlendirilmesi, “cezasızlıkla” mükafatlandırılması olacaksa bizim de bir stratejimiz halkın örgütlenmesi ve “güruhun” geri püskürtülmesi olmalıdır.(1)

Notlar

1-Bu yazının yazılmasında Tanıl Bora’nın Türkiye’nin Linç Rejimi(Birikim Kitapları, 2016) kitabından faydalandım. Kitabı oldukça etkileyici bulmakla birlikte, “linç olgusunun” AKP rejimi ile ayrıksı hale gelen bir yanını göremedim. Yazarın adlandırmasıyla “linç rejimi”, en az yüz yıllık bir devlet geleneğinin, kodlara işlenmiş ceberut karakteristiğin, kitleyle bağı pragmatist olan devletlü çizginin süreklilik arz eden bir terkibidir. Bu temel tezin ise başta tarih okuması anlamında bir yöntem tartışmasını gerektirdiğini belirtmek isterim.