Dünya fikirler tarihinde herhangi bir ideolojinin cehalet temeli üzerine inşa edilebildiği bugüne kadar hiç görülmedi. Geçici bir süre sanki cehalet üzerine inşa edilebilmiş gibi gözüken ideolojiler de aradan fazla zaman geçmeden yozlaştı, yıkılıp gitti.
Durum, Marksizm için öncelikle böyledir.
Öncelikle diyorum, çünkü Marksizm, kendisinden önceki bütün dünya görüşleriyle ve felsefelerle eleştirel düzlemde hesaplaşarak kendini varedebilmiş bir ideolojidir.
O halde Marksizm, hangi iklimde ve toplumda kurulmasına çalışılırsa çalışılsın, ancak bilgiyi ve bilginin sürekli rehberliğini temel edinebilir.
Geçen yıl, TKP ikiye bölünmezden önce, bu partinin çatısı altında yaklaşık altı yıldır hizmet vermekte olan Nâzım Hikmet Akademisi’nde olup bitenler, bilginin rehberliğinden ayrılmanın ne gibi yıkıcı sonuçlara yol açabileceğinin açık göstergesi oldu.
Akademide olup bitenleri tekrar anlatacak değilim. O kurumda öğretim görevine başladığı ilk haftalardan itibaren kurumun akademi kimliğini daha da güçlendirecek yeniden yapılandırma çalışmalarına girişen, bu çalışmaların her kademesinde partinin ilgili organlarına bilgi veren bir kişi olarak, sonradan olup bitenleri yeterince yazdım. Yazmaktaki amacım, her konuya olduğu gibi Nâzım Hikmet Akademisi’ne de yaklaşımın ancak ‘eleştirel’ olabildiği ölçüde yapıcı nitelik kazanabileceğini gözler önüne sermekti.
O dönemde akademinin gelecekteki yönetim biçimine ve eğitimine ilişkin olarak hazırladığım taslakları yakın bir gelecekte yayınlayacağım. O taslaklarda dile getirilen ve öğrenciler de dahil olmak üzere, tüm akademi çevreleri ile paylaşılan görüşler yüzünden sonradan pek çok saldırıya hedef oldum. Bu saldırılar karşısında soğukkanlılığımı korudum, bütün çabalarımı yalnızca akademideki öğrencilerimi yeterince sahiplenme hedefi üzerinde odaklaştırdım ve hiçbir saldırıyı – burada ‘saldırı’ sözcüğünü bilerek yineliyorum, çünkü hemen hepsi, eleştiri sayılamayacak kadar seviyesizdi! – kişisel olarak algılamadım. Algılayamazdım da, çünkü hemen hepsi, eleştirme hakkını yalnızca kendilerine tanıyan ‘ortak akıl’lardan kaynaklanmaydı! Zaten sonunda TKP’nin ikiye bölünmesi de bu ‘ortak akıl’ saplantısından ve eleştiri düşmanlığından ötürü gerçekleşti.
Bugün, HTKP üyesiyim. HTKP, eleştiriden ve eleştirellikten kesinlikle korkmayan bir siyasi yapı. Yani Marksist bağlamda bir siyasi yapı nasıl olması gerekiyorsa o yapıyı taşıyan bir kurum.
Bir zamanlarki Nâzım Hikmet Akademisi’nde gerçekleştirmek istediklerimize gelince, onları o akademideki eski öğrencilerimle birlikte bütünüyle bağımsız bir çatı altında, öğrencilerimle birlikte kurduğumuz ‘Ahmet Cemal Kültür Atölyesi’nin (ACKA) çatısı altında gerçekleştirme çabası içindeyiz. 1 Eylül 2014 günü çıktığımız bu yolda başlangıçta tahmin etmediğimiz kadar çok mesafe aldık. Şu anda “Dünya Edebiyatı”, “Mitoloji, İdeoloji ve Edebiyat”, “Sanat ve İletişim”, “Görsel Kültürün Temelleri” ve “Kültür Tarihi” başlıklı çalışmalarla sürdürdüğümüz ‘aydınlanma seferberliği’miz, yakında “Psikanalitik Edebiyat Okumaları”, “Shakespeare ve Politik Tiyatro”, “Bilim ve Politika” başlıklı çalışmaların ve çeşitli workshopların eklenmesiyle devam edecek.