Son zamanlarda giderek yoğunlaşan : “Ne yapılmalı?” sorusunun yanıtı da artık giderek belirginleşmekte – elbette böyle bir yanıta hazır olanlar için! Ya da bir başka deyişle, bu yanıtı karşısına konmuş bir ayna varsayıp, o aynanın yardımı ile kendi kendisiyle hesaplaşmayı göze alanlar için!
Önce “Ne yapılmalı?” sorusunun yanıtı: Sanki bu topraklarda, bu iklimde daha önce hiç yapılmamışçasına, bir Aydınlanma Seferberliği’ne girişmek. Çünkü bir nokta, artık kesin mi kesin: Batının en geç 18. yüzyılın sonlarında bireyler ve toplumlar için doğal bir yaşama biçimine dönüştürdüğü Aydınlanma, bizim yaşadığımız iklimden öyle anlaşılıyor ki bir rüzgâr gibi gelip geçmiş. Hiçbir zaman toplumun tüm katmanlarına işleyen, onu kökünden sarsıp kendine getiren bir fırtınaya dönüşemeden.
En kısacası: Her bakımdan Aydınlanma’yı hemen hiç bilmemiş ve tanımamış bir toplumda yaşamaktayız. Çünkü aksi olsaydı eğer, o zaman bugün yaşamakta olduğumuz, henüz yaşamadıklarımızın da hızla içine sürüklenme sürecine girdiğimiz yıkımların hiçbirini, ama abartmasız ve gerçekten hiçbirini yaşamazdık.
Bireysel sorumluluk kavramına, sanki böyle bir kavram dünya dillerinden hiçbirinin terminolojisinde daha hiç ortaya çıkmamış gibi, böylesine yabancılaşmazdık.
Geçen onyıllar boyunca bireysel sorumluluk diye bir kavrama neredeyse hiç ihtiyaç duymaksızın toplumsallaşmaya kalkışmazdık. Onyıllar boyunca, çoğu zaman belki iyi niyetle, ama çoğu kez ne korkunç bir cehalet canavarının pençelerine düştüğümüzün farkına varamadan ‘toplumcu’ olabileceğimiz gibi bir gaflete düşmezdik.
Hemen burada, geçmiş yıllar boyunca toplumculuğumuzun her dışa yansımasında kullanmaya bayılır olduğumuz bir söylemin, çoktandır ilke düzeyine çıkarttığımız bir söylemin umarsız yanlışlığına da dikkati çekmek zorunlu. Hep ya da çoğunlukla, şöyle denildi: “Bilinçsiz toplumlardan bilinçli bireyler yetişemez!” Ve böyle denirken, şu gerçek hep unutuldu: Dünya fikir tarihinde bugüne kadar yeterli yoğunlukta bilinçli bireyi olmayan bir toplumun bilinçli toplum niteliğini kazanabildiğine hiç rastlanmadı! Çünkü böyle toplumların, yani yeterli yoğunlukta bilinçli bireyi olmayan toplumların günün birinde bilinçli toplumlara dönüşüvermeleri, ancak sihirbazın değneği ile gerçekleşebilirdi.
Oysa tarih, sihirbazları ve değneklerini değil, ancak neden – sonuç ilişkilerini tanır!
Şimdi konumuz, Türkiye açısından bir aydınlanma seferberliği olduğuna göre, önce Alman filozofu Immanuel Kant’ın (1724-1804) ağzından Aydınlanma’nın (Alm.: Aufklärung) tanımına kulak verelim: “Aydınlanma, insanın kendi kusurundan kaynaklanan ergen olmama halinden çıkışıdır. Ergen olmama hali, aklını bir başkasının rehberliği olmaksızın kullanabilme becerisinden yoksunluktur. Eğer ergen olmamanın nedeni aklın eksikliği değil, fakat aklını bir başkasının rehberliği olmaksızın kullanma kararlılığının ve cesaretinin eksikliği ise, o zaman ergen olmama hali insanın kendi kusurundan kaynaklanmış demektir. Kendi aklını kullanma yürekliliğini göster! Aydınlanmanın sloganı, işte budur.*”
Aydınlanma için Kant’ın tanımını seçtim, çünkü önümüzdeki haftadan başlayarak bazı açılardan çözümlemesini yapacağımız bu tanım, içinde ülkemiz açısından seferberliğini zorunlu gördüğümüz Aydınlanma’nın çok önemli öğelerini barındırıyor. Bunları, dediğim gibi, haftaya ele almaya başlayacağız.
*"Aufklärung ist der Ausgang des Menschen aus seiner selbstverschuldeten Unmündigkeit. Unmündigkeit ist das Unvermögen, sich seines Verstandes ohne Leitung eines anderen zu bedienen. Selbstverschuldet ist diese Unmündigkeit wenn die Ursache derselben nicht am Mangel des Verstandes, sondern der Entschließung und des Mutes liegt, sich seiner ohne Leitung eines anderen zu bedienen. Sapere aude! Habe Mut, dich deines eigenen Verstandes zu bedienen! ist also der Wahlspruch der Aufklärung."