Zifiri karanlıktan merhamet dilenmez
Birçok duygusal çıkarım yapmanın mümkün olduğu bu edebi yapıtta, yalnızlık özel ve gizli bir alt metin olarak sıklıkla karşımıza çıkıyor. Yalnızlığın zamanla, mekânla, etrafımızdaki insan sayısı ile ilgisi olmadığını çoktan keşfeden okur; bu nedenle genç hekimi düşünürken halden anlayan bir gülümsemeyi yüzüne iliştirecek gibi görünüyor. Genç hekime bakıp onda kendi aksini görmenin ürkekliği içerisinde, düşünceler kafamızda uçuşuyor: Kendi başına iken kalabalık olmayı nasıl becerecek bizim doktor, biz nasıl becereceğiz?
Şilan Geçgel
Bazı edebi ürünler ister istemez yazarın yaşam öyküsü ile çok fazla anılıp, hatta bazen eser yazarın gerisinde kaldı izlenimi yaratabiliyor. Öz yaşam öyküsü yapıtları ile iç içe geçen, fazlaca zaman ve mekân ortaklığı içeren ve belki de yapıtlarının önüne geçen yazarlardan biri, Sovyet Dönemi kalemlerinden Mihail Bulgakov.
Türkiye’de en çok “Usta ile Margarita” ve “Köpek Kalbi” kitaplarıyla biliniyor olmasına karşın, Mihail AfansyeviçBulgakov’undaha az bilinen ancak yazarlık serüveninde önemli üretimlerinden biri kabul edilen bir diğer yapıtı iseGenç Bir Doktorun Not Defteri’dir. Mihail Bulgakov, hekimliği bırakıp yazarlığı seçenlerden… Bu nedenle Genç Bir Doktorun Not Defteri’nde yer alan ve kitaba bir roman tadı katan öyküler, en çok, yazarın gerçekte bir hekim olmasından besleniyor.
Bulgakov, 1916’da Birinci Dünya Savaşı yıllarında, tıp fakültesinden mezun olur ve o dönemde yaşayan tümtıp mezunları gibi, askerlik görevini ülkenin ücra köşelerindeki küçük ve donanımsız hastanelerde doktor olarak yapmakla görevlendirilir. Bulgakov da, genç ve idealist bir hekim olarak Smolensk yöresinde bir köy hastanesinde pratisyen hekim olarak çalışmaya başlar ve oradan Moskova’ya, Moskova’dan yazarlığa ilerleyen hayatı böylece akar gider.
Bulgakov, daha sonra kendi öz yaşam öyküsünden yola çıkarak; Genç Bir Doktorun Not Defteri adlı yapıtında, yeni mezun, genç bir hekiminücra bir köy hastanesinde pratisyen hekim olarak yaşadığı deneyimleri ve zorlukları kaleme alır. Tıpkı Bulgakov gibi, kitabın ana karakteri de tıp fakültesinden yeni mezun olup ücra bir köye hekimlik yapmaya gelen çiçeği burnunda genç bir hekimdir. Bu nedenle bu yapıtı, Bulgakov’un yarı otobiyografik bir üretimi olarak kabul edilebilir. Bulgakov’un birçok yapıtında ana karakterlerin kendisinin ve ailesinin hayatından izler taşıması, birçok eserinin yarı otobiyografik özellikler taşıması ise tesadüf değildir. Yazar, birçok şeyden, ama en çok kendi yaşam öyküsünden ve gözlem gücünden beslenir.
Tek hekimin olduğuküçük hastanede, zorlu vakalarda danışacağı kimsenin olmaması ana karakterimiz genç hekimi; eski hasta kayıtlarına, kütüphanedeki tıbbi kitaplara ve kendinden önce o hastanede görev yapan eski hekimin deneyimlerine götürür. Hiç tanışmadığı bu meslektaşının yerel halk ve hastanede çalışan diğer sağlık görevlileri tarafından sürekli saygıyla anılması başlarda genç hekimi biraz rahatsız ediyor olsa da, onun geçmiş deneyimlerini el feneri gibi kullanarak yol almayı hiç ihmal etmez.
Zor bir doğum, sıkıntılı bir cerrahi müdahale; aylarca bir banyo yapmanın hayali ile yaşayan köy hekiminin, uzaktaki bir hastaya ulaşabilmek için şiddetli bir kar fırtınasında düştüğü yol; ağrılarını dindirmeye çalışırken morfin bağımlısı olan bir meslektaşının çağrısı… Hem çaresizliğin, hem mesleki hazzın, hem yetersizliğin, hem yetememenin sancıları olarak önümüzde akar.
Kara, karanlık, kasvetli bir kış günü; soğuktan donarak vardığı hastanede, hastalara yardım etmenin, teorik kitaplarda yazdığı kadar kolay olamayacağını; taşranın- cehaletin başka yasaları ve doğruları olduğunu kısa sürede fark eden genç hekim; imkânsızlıklar dışında bir de toplumsal gerçeklikle yüzleşecektir.Bu yüzden devrim sancılarının yaşandığı kent merkezlerinde fırtına devam ederken; şehirde çoktan unutulmuş eski geleneklerin ve dini inançların hüküm sürdüğü uzak bir köyde görev yapan bizim genç doktor, kadercilikle ve batıl inançlarla zorlu bir mücadeleye girişir. Kaleme alınan her öyküde cehalet, bilime ve tıbba yenilir elbette.
Teorik açıdan güçlü ancak pratik açıdan zayıf genç bir hekimintıbbi yetersizlikler ve cehaletle giriştiği savaş, gündelik hayatında karşılaştığı bütün zorluklar, Bulgakov’un elinde olağanüstü güçlü bir anlatımla, dram duvarına değen bir tatla öykülere dönüşür; öyküler öykülere, genç hekim Bulgakov’a yaslanır ve iç içe geçerek ilerler… Sıklıkla baktığı penceresinden şehir merkezini görmenin hayalini kuran genç hekimin, penceresinden gördüğü tek şey zifiri karanlıkta esen fırtınadır.
Birçok duygusal çıkarım yapmanın mümkün olduğu bu edebi yapıtta, yalnızlık özel ve gizli bir alt metin olarak sıklıkla karşımıza çıkıyor. Yalnızlığın zamanla, mekânla, etrafımızdaki insan sayısı ile ilgisi olmadığını çoktan keşfeden okur; bu nedenle genç hekimi düşünürken halden anlayan bir gülümsemeyi yüzüne iliştirecek gibi görünüyor. Genç hekime bakıp onda kendi aksini görmenin ürkekliği içerisinde, düşünceler kafamızda uçuşuyor: Kendi başına iken kalabalık olmayı nasıl becerecek bizim doktor, biz nasıl becereceğiz?
Yaşadığı, yazdığı, düşündüğü, eleştirdiği dönemin bir kalemi olarak Mihail Bulgakov sıklıkla sansüre uğruyor ve üretimlerinde ‘yeterince devrimci karakterler yaratamadığı’ gerekçesi ile eleştiriliyor. Parti edebiyatının proleter bir kimlik taşıması ve ideolojik bir unsur olarak işlevinin sıklıkla tartışma konusu olduğu Sovyetlerde, sosyalist gerçekçilik akımı kuşkusuz bu yazının sınırlarını aşıyor. Ancak Bulgakov’un gözlem gücü; devrim döneminin toplumsal, ruhsal halini betimleyişi; merkezden perifere olan farklılıkları ele alışı; dünü anlamaya bir çaba, bir edebi gayret olarak önümüzde duruyor.
KÜNYE: Mihail Bulgakov, Genç Bir Doktorun Not Defteri,Çev. Ali Rıza Dırık, Dipnot Yayınları, 2019, 195 sayfa.