Yalnızlık içimizde
Somut çevremizin bedenimin bulunduğu bir merkezi ve ufuk dediğimiz bir çizgiyle sınırlanmış, yani görünürdeki her şeyi kapsayan bir kenar kesimi vardır. Ortega ufuk kavramını, tümüyle bedensel olan dünyanın her şeyi gibi bu kavramı da bedensel olmayan düzlemde kullanır. Nasıl bedensel dünyanın uzamsal bölgeler halinde somut olarak yapılandırılmasına bedensel nitelik taşımayan şeyleri yerleştirdiğimiz hayali ve ideal bir diyagram karşılık veriyorsa, insanın bir konuyu irdelerken, çözümlerken de bir ufku olur. O da tıpkı bedensel ufuk gibi, düşüncemizi izleyerek yer değiştirir. Her adım ufkumuzu yeni şeylerle genişletir. Öteki bu bağlamda düşünce ufkumuza kocaman yeni bir parça olarak gelir. Karşımızda onun bedeninden başka bir şey yok ama, o beden bir tendir ve tenin öbür cisimlerin bize yolladıklarına benzer belirtiler vermesinin ötesinde gizemli bir gücü vardır. Bize bir iç dünyası ya da bir mahremiyet belirtir. Bizim için öbür insan, ya da öteki olacak kişinin bedeni zengin bir anlatımsallık alanıdır.
Ufuk Akkuş
İspanya’nın çağdaş felsefeye önemli katkıda bulunan düşünürlerinden Ortega’nın düşüncesine göre; yaşamak bir ortamın çaresiz tutsağı olmaktır. İnsan ancak burada ve şimdi yaşar. Yaşam bir anda mutlak güncelliktir. Yaşamı ortam koşullarına eş olarak gören Ortega, her birimizin kendi ortamımızda kazazede olarak yaşadığımızı, suyun üstünde kalabilmemiz için de ortamı kulaçlamamız gerektiğine vurgu yapar. Sonsuzluk ise, ortam koşullarından bağımsız, her yerde birden bulunabilen bir varlık fikrini insanın zihninde doğuran onun kendi ortamına kaçınılmaz bağımlılığıdır. Belli bir zamanın ve mekanın varlığı olmak acı verir insana. Zamana ve mekana o kölelik, sonsuzluk biçiminde yansır düşüncesine. Sonsuz olmak ister insan, çünkü sonlu yaratıktır. Ortega, sonsuzluk düşlemi de bir kenara bırakıldığında kendi yönelimine göre ortamını kulaçlamanın yolu düşünülebilen bireyin kendini sorgusuz sualsiz içine atılmış bulduğu o ortamdaki kökten yalnızlık gerçeğini üstlenerek aydın görevini yerine getirmeye çalışmak olduğunu belirtir. Aydın pek verimli olan yalnızlığının içinde keşfettiği şeyi başkalarına bildirmek durumundadır, kendi çölsü yaşamından insanlara kendi yalnızlıklarını haykırmalıdır. Aydın olmanın özü çölde haykıran ses olmaktır. Ona göre aydının varlığı insanları mutlu etmek için değildir, tedirgin etmek içindir. Gerçek aydının görevi pohpohlamak ya da yüceltmek değildir, çarpık gördüğüne karşı çıkmak ve düzeltmektir. İnsanların çoğunun zihinsel yeteneğinin, işlerliğe geçirdiklerinin çok üstünde olduğuna inanır Ortega: “Zihin, genelde kişiliğin bir köşesine atılmış, kullanılmadığından ötürü küflenmiş durur. Dışarıdan hazır alıp üstünde hiç kafa yormadığı, kendi akıl makinesinin üretmediği formüllerle yaşar.”
Aydın sorumluluğu ve duyarlılığı ile 1945 yılında öğrencisi Julian Marias ile birlikte “İnsan Bilimleri İnceleme Merkezi”ni kuran Ortega’nın bu girişimi faşist üniversite döneminde başarısızlıkla sonuçlanır. Ama üç yıl sonra pek sınırlı bir dinleyici kitlesine yönelik araştırma, seminer ve araştırma merkezi olarak tasarladıkları “İnsan Bilimleri Enstitüsü”nü kurarlar. Ortega’nın “İnsan ve Herkes” kitabı 1949-1950 kışında ikinci kursunda verdiği seminerler dizisinden oluşmaktadır. Konferansların metni Ortega’nın ölümünden sonra ilk kez 1957 yılında kitaplaştırıldı. Ortega’nın ölümünden sonra basılan ilk kitabı olan “İnsan ve Herkes” kitabında “söz” gerçeği bugünü ve tarihiyle büyük yer tutuyor. Çünkü Ortega’ya göre aydın, görevini ancak sözün ortaklığı üstüne yapılandırarak gerçekleştirebilir. Dil, bir çalışma gerecinden öte, bir varoluş koşuludur aydın için. Kavramları saydamlaştırmanın, ortak yaşamı aydınlatmasının tek yoludur.
Toplumbilim kitaplarına eleştirel yaklaşan Ortega, bu kitapların toplumun ne olduğu konusunda insana hiçbir şey söylemediğini ve toplumsal diye neye dendiğinin ortaya koyulmadığını iddia eder. Mevcut kitaplarda toplum bilimsel sorunlar dahice sezinlenmiş olsa da en basit temellerde berraklığa erişemediğinden bu seziler gizli, kapaklı ve okurun ulaşamayacağı düzlemde kalmakta. Yapılması gereken ise Ortega’ya göre; ilk ve basit olguları iyice ışığa çıkarmaya çalışmak, toplumsallığın, toplumun ne olduğunu kesinliğe kavuşturmak için özür tanımadan var gücümüzle çabalamak.
Ortega’ya göre; insan kendisine armağan edilmiş bulduğu için düşünceyi kullanıyor değildir. Dünyanın içine gömülmüş, nesnelerin ortasında kulaç atar durumda yaşamaktan başka seçeneği olmadığından psişik etkinliklerini düşünce biçiminde düzenliyordur. Düşünmek için yaşamıyoruz, yaşamayı sürdürmek, hayatta kalabilmek için düşünüyoruz. Ortega, insanın ilk olarak eylem olduğuna vurgu yapar. Ancak, çevredeki şeyler ya da öbür insanlarla her çatışmanın eylem olduğu söylenemez. Bu insanlığın alt eşiğinde kalan bir şeydir, ötekileşmedir. Eylem, önceden derinine, uzun uzadıya düşünerek ortaya çıkardığımız bir tasarıma uyarak, çevremizdeki somut nesnelere ya da başka insanlara yönelttiğimiz etkinliktir. Demek ki düşüncede olmadıkça sahici eylem yoktur, eylemle yerli yerince ilintili olmadıkça, eylemle ilişkisiyle canlılık kazanmadıkça, sahici düşünce de yoktur.
İnsanoğlunu kökten yalnız olarak gören Ortega, bunun nedeninin kendisinden başka şey bulunmamasından olmadığını aksine kendisinden başka koskoca bir evren olmasından kaynaklandığını söyler. İnsan, kökten gerçekliğinde yalnızdır, onlarla yapayalnızdır. Ve o şeylerin arasında diğer insan varlıkları da olduğuna göre, onlarla birlikte yalnızdır. Biz hayata geldiğimizde diğerleri gitmişlerdir. Kökten yaşamımızı yalnız başımıza yaşamak zorundayızdır ve ancak yalnızlığımızda kendi gerçekliğimize ulaşılırız. Yaşamamız olan o çaresiz kökten yalnızlığın dibinden hep bir o kadar kökten eşlik arayışıyla çıkarız. Yaşamı bizimkiyle bir potada eriyecek, girift olacak kişiyi ararız. Bunun için değişik girişimlerde bulunuruz. Bir tanesi dostluktur, ama en yücesi aşktır. Gerçek aşk iki yalnızlığı değiş tokuş etme çabasından başka bir şey değildir.
Ötekiyle ilişkimizi elma örneğinden yola çıkarak açıklayan Ortega’ya göre; dar anlamıyla görmek denen şey söz konusu olduğunda, hiç kimse elma denen şeyi görmüş değildir. Çünkü elmanın iki yüzü olduğuna inanılır, ama iki yüzün ancak biri ortadadır. Üstelik elmayı gören iki kişi varsa, hiçbiri ötekisiyle aynı yüzü görmüyordur, öbüründen az çok farklı olan öbür yüzü görüyordur. Elmanın çevresi dolaşılabilir, elma elde döndürülebilir. O hareketle elmanın değişik görünümlerini, yani farklı yüzleri birbiri ardınca göz önüne alınabilir. İkinci yüz görüldüğünde daha önce görülen anımsanır. Ama anımsanan şeyle, görmekte olunan şeyin toplamı elmanın tüm yüzlerini birlikte görmeyi sağlamaz. Ötekinin bedeni de ister dingin, ister hareket halinde olsun, bize öteki insan denen mahremiyette olup bitenlerin en çeşitli belirtilerini, göstergelerini, ipuçlarını yollayan rengarenk bir trafik lambasıdır. O içerisi, mahremiyet asla önümüzde hazır bulunmaz, ama her zaman bedenle birlikte bulunur, tıpkı elmanın görmediğimiz yarısı gibi. Beden son derece verimli bir anlatım aracıdır. Ruhun aynası olan gözler, bize öteki hakkında en fazla ipucu veren şeydir. Çünkü bakışlar gibi içeriden gelen pek az şey vardır. Bakışlar yalnız içerden gelmekle kalmaz. Hangi derinlikten bakıldığını da görürüz. Ortega’ya göre; eğer erkekler kadının bakışlarının hangi derinlikten geldiğini ölçebilselerdi yığınla yanlıştan ve acıdan kendilerini koruyabilirlerdi. Çünkü bir ilk bakış vardır, sığdır, dilenciye sadaka verir gibi, yalnızca bakmış olmak için sunulur. Ama dibi görünmez, derinliklerden kopan, kadın varlığının uçurumunun köklerini birlikte sürükleyen bir bakış, yosunlarla, incilerle, batık görünümlerle yüklü bir bakış da vardır. Kadın gerçekten uçurumsu derinliklerde kadın olduğunda varlığının özü batıktır, ta diplerde gizlidir. İşte o bakış doygun bakıştır, bakılmak isteğiyle dolar, taşar, birincisiyse çekimserdir, baktığı söylenemez bile, salt görmektir. Yaşamımızın özü olan kökten yalnızlığın dibinden, zaman zaman öteki insan varlığına yaklaşarak, onunla kaynaşmayı, yalnızlığımızdan sıyrılmayı deneriz. İsteğimiz ona kendi yaşamımızı vermek, onunkini özümsemektir. İnsan, her ne kadar son gerçeği yalnızlık ise de, yalnızlığı içinde ortaya çıkmaz: İnsan öteki ile toplumsallık ilişkisi içinde, Birisi’yle alışveriş halinde, ona karşılık veren olarak ortaya çıkar.
İnsan doğumundan başlayarak ötekine, kendisi olmayan altere açık olduğundan istese de istemese de, hoşuna gitse de gitmese de, doğumundan başlayarak diğerkamdır. Öteki ile salt tanışıklığımız somutlaşmış değildir. Öteki, benim için şimdilik soyut bir gerçeklikten ibaret, kendisine yönelik edimlerime karşılık verebilecek bir varlıktır. Yani soyut insandır. Karşılıklılık ilişkisi, karşılıklı varoluşumuza “bizlik” kazandırır. Öteki ile ilk somut ilişki yani toplumsal ilişki böyle başlar. Birlikte yaşadıkça ve biz, öteki gerçeğini oluşturdukça birbirimizi tanırız. Bu karşılıklı ilişki ve tanışıklık ileri düzeye eriştiğinde buna mahremiyet denilir. Öteki benim için çok yakındır ve başkalarıyla karşılaştırılması olanaksızdır. Öbürlerinden ayrılamayacak herhangi biri değildir. Eşsiz bir ötekidir. O zaman öteki benim için “sen” olur. Sen’in ya da eşsiz bireyin ortaya çıkışı biz ilişkisinin açtığı birlikte yaşama ortamında olur.
Ortega; insan yaşamına dair gündelik gerçekliği de göz önünde bulundurarak, “yalnızlık”, “ben”, “sen” ve “öteki” kavramları çerçevesinde toplumun ve toplumsallığın derinlikli bir analizini yapıyor ve kışkırtıcı düşünce dinamikleri geliştiriyor.
Ortega y Gasset, İnsan ve “Herkes”, Metis Yayınları, İspanyolcadan çeviren: Neyire Gül Işık, Dördüncü basım, 2011, 237 sayfa.