Vitrin: Yeni çıkanlar
Sevgili İleri Kitap okurları, bu hafta da yeni çıkan kitaplardan sizler için derledik. Keyifli okumalar ve iyi pazarlar dileriz.
TOP SENDE, SANAT ÜZERİNE YAZIŞMALAR – JOHN VE YVES BERGER
"Babam evimizin samanlığında benim için bir atölye yapmadan çok önce orada pinpon masası vardı. Birlikte oynamayı çok severdik. Ben ergendim, o altmışlarındaydı. Aşağı yukarı denk oyunculardık; bazı günler ben kazanırdım, bazı günler de o. Ama maçın sonucunun bir önemi yoktu, bizi oynamaya sevk eden başka bir şeydi: Esas arzumuz şansı ne kadar zorlayabileceğimizi görmek ve alıp verme oyununu bir lütufa çevirmekti. Elbette nadiren böyle oluyordu ama ara sıra oluyordu ve o zamanlarda her şey yerli yerine oturuyordu. Ritim, hareket ve jestler, zamanlama, hepsi tek bir edimin birliğinde toplanıyordu.
"İkimiz de çizimleri pinpon oynadığımızdaki aynı sevinçle ve umutla karşılardık." —Yves Berger
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Top Sende - Edebiyat Üzerine Yazışmalar, John Berger, Çev. Oğuz Tecimen, Metis Yayıncılık, 2020, 104 Sayfa.
TANRI KENT - JALE SANCAK
Kalabalık. Birbirine benzemeyen milyonlarca yüz, öfke ve hayal kalabalığı. Yüzlerin değiştiği, öfkelerin bilendiği, hayallerin un ufak edildiği çürük dişlere benzeyen evlerin kalabalığı. Yüzyıllardır duyguları kamçılayan enstrüman sesleri gibi birbirine karışsa da kimsenin beraber duymaya heves etmediği kadim dillerin kalabalığı. Yokuşların, merdivenlerin, pazarların, vitrinlerin, yamaların ve marka etiketlerinin kalabalığı. Byzantion, Nova Roma, Stanpoli, Dersaadet, Asitane, Kostantinopolis, İstanbul. Tarih boyunca aldığı isimlerle dahi kalabalık olan bu kenti, onun karmaşasını, birbirini ne görmeye ne de anlamaya çalışan insanını, bizi de yanına alarak anlatıyor Jale Sancak Tanrı Kent’te.
“Adımlarım iyice ağırlaştı, hatırlamaktan nasıl yoruldum bilsen. Çoktan teslim olmuş, kömür kokan, sessiz, neşesiz sokaklar dağlıyor beni. O Hasköy, diyor kıyıya yüz süren dalgalar, susmuştur. Şiirinden Engin’in, hüzün kalmıştır geriye, bir de inmeli ruhunu sürükleyen kocamış meyhaneci. Beyaz çiçekli bahçeleriyle gecekondular, betonun iktidarına boyun eğmiştir. Bildiri dağıtan, afişe çıkan çocuklar… Onlar da.”
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Tanrı Kent, Yazar:Jale Sancak, İthaki Yayınları, 2020, 176 Sayfa
KALDIRIN ŞU HEYKELİBURADAN - BELMA AKÇURA
“Heykeller… nereye doğru yol aldığı belli olmayan insanlık tarihinin en ‘canlı’ tanığı. Her defasında daha gürültülü, daha gösterişli bir başka yalana ihtiyaç duymayan tek tanık… Kırılan, yok edilen, etrafa dağılan paramparça halleriyle… Hem trajik, hem komik!” Bir yanda, “Heykeli dikilecek adam!” yüceltisine konusu olanlar...
Kadın heykelleri, zaten pek nadir! Diğer yanda, nefretin hedefi olarheykeller heykellerden çıkartılan hınçlar… Ve “Heykeli dikilecek adam” sayılmaktan “Yıkın bu heykeli!” hıncının hedefi olmaya doğru, şaşırtıcı geçişler. Belma Akçura, heykellerin başlarına gelenleri anlatıyor. Dışkıdan yapılan heykel, devrilip kafası ezilen, bombalanan, ipe dolanıp yerlerde sürüklenen, boynuna ilmek geçirilip köprüden sallandırılan, mohikan kesimi saç eklenen heykeller…“Put kırma” gerekçesinin, insanlık tarihine karşı kıyıcılığa dönüştüğü durumlar…
Türkiye’de heykellerle ilişkimizin nasıl “sorunlu” olduğunu da gösteriyor kitap. Heykel kaldırma gerekçeleri, adeta başlı başına bir mizah dalı. Heykel tutuklama vakası, törenle heykel gömme vakası… ve tabii, heykelde “müstechenlik” keşfetme takıntısı…
Heykeller üzerinden, toplumların kendileriyle ve bellekleriyle sınavına dair acı hikâyeler…
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Kaldırın Şu Heykeli Buradan, Yazar:Belma Akçura, İletişim Yayıncılık, 2020, 237 Sayfa
KATRAN BEBEK - TONİ MORRİSON
Nobel ve Pulitzer ödüllüToniMorrison Katran Bebek'te, iki farklı kutuptan insanı birbirine yaklaştıran aynı tarihsel sömürü lekesini bambaşka bir perspektiften ele alıyor. Köleliğin bilinçaltına kazılı izlerini dokunaklı bir ilişkide doğan ihtiraslı krizler üzerinden okuyan Morrison, farklı sınıflardan siyahilerin yaşamın acımasızlığına karşı aldıkları gardın onları nasıl daha da savunmasız kıldığını büyülü bir dille aktarıyor.
Ne beyaz ne de siyahi, arafta kalmış insanların yaşama karşı dingin fakat dirençli duruşları kültürel kırılmalar ve sınıfsal çelişkilerle sarsılırken, bu heybetli yüklerin altında ezilen ama bir nefeste sırtlayıp yoluna devam eden yine kadınlar oluyor...
(Tanıtım Bülteninden)
KÜNYE: Katran Bebek, Yazar:ToniMorrison, Çevirmen:İlknur Özdemir, Sel Yayıncılık, 2020, 360 Sayfa
VARLIK DERGİSİNİN NİSAN 2020 SAYISININ DOSYA KONUSU: EDEBİYAT İYİLEŞTİRİR Mİ?
Dosyamız bir soru soruyor, basit: Edebiyat iyileştirir mi? “Biz Birbirimize Âşıktık” başlıklı, Nilgün Tutal imzalı ilk yazı, Fransa’da bu yılın Ocak ayında yayımlanmasının ardından yedi baskı yapan VanessaSpringora’nınLe Consentement(Onay) başlıklı romanı hakkında. Roman yazarının 13-15 yaşları arasında ünlü yazar GabrielMatzneff ile yaşadığı ilişkiyi konu alıyor. Matzneff eserlerinde rüşt yaşına erişmemiş kız ve erkek çocukları ile cinsel ilişkilerini anlatan ve bununla ünlü olmuş, devlet sanatçısı sayılan ve kendisine bu nedenle kültür bakanlığının aylık maaş bağladığı bir yazar. Springora romanında Fransa’nın 1968 Devrimi etkisi altında biçimlenen “sanat ahlaktan üstündür” anlayışıyla “mübah” gördüğü çocuğa yönelik cinsel istismar olgusu hakkında kendi özyaşamında benzer bir olayın açtığı yarayı anlatıyor. Roman Fransa’da Matzneff ve benzer sanatçıların bu tür yasayla düzenlenmiş suç işleme durumlarında yasanın ötesinde sayılıp sayılamayacağına dair bir tartışma başlattı. Tutal, Springora’nın edebi yolla sözünü söyleyerek kişisel ve toplumsal iyileşme yolunu seçmesini ele alıyor.
Dosyanın “Yazı İyileştirir mi?” başlıklı, Fidan Terzioğlu imzalı ikinci yazısı, yazının iyileştiriciliğine dokunmak istiyor. İnsan yazıya neden sarılır? Bu ilişki nasıl kurulur, nasıl güçlenir, nasıl yollardan geçer? Kim yazıyor, kimin için, ne için yazıyor? Kendi kitabını okumak ne demektir? Soruların içinden yeni soruların açıldığı bu yazıda Terzioğlu, Hamlet’i, yazarını ve okurunu iyileştiren, böylece başka yazılara açılıp büyüyen bir metin olarak selamlıyor.
“Uykusuzluk Nasıl Edebiyat Olur?” başlıklı üçüncü yazıda Pelin Kıvrak uykusuzluğun çağdaş dünya edebiyatında çoğunlukla insanlığın geleceğini tehlikeye sokan bir hastalık ya da bireyin iyileştirmesi gereken bir sıkıntı olarak temsil edilse de yaratıcı zihinlerin uykusuzlukla ilişkilerinin kendilerine özgü oluşunu tartışıyor. “Uykuya ihtiyaç duyan insan/işçi” ve “uyuyamayan entelektüel” arasındaki farkı bulandıran ve psikolojiden siyasete pek çok disiplini bir araya getiren edebî temsillerden biri çağdaş edebiyatın uyuyamayan kadın figürüdür. Pelin Kıvrak yazısında uykusuzluğun temsilini edebi tarihsel bir mercekten ve kadın karakterler üzerinden inceliyor.
Dosyamızda edebiyatın toplumsal ve politik sağaltıcı işlevini ele alan iki yazı var. “Tanımadan Tanınmaya, Felaketten Anlatıya Dilin Şifası” başlıklı ilk yazıda Mehmet Özkan Şüküran pek çok farklı noktaya uğrayarak edebî olanın sağaltıcı gücünü vurguluyor. Edebiyatın temel olarak ayna işlevi gördüğü kabulünü tartışan yazıda, kişinin kurmaca metin aracılığıyla kendini tanımasının, kendini başka bir ışık altında görebilmesinin neye tekabül ettiği ele alınıyor. Yazı dilin bir şifasının olduğunu söyleyerek tartışmayı felaket anlatısına kadar götürüyor.
“Dünya Kuran, İyileştirici Edebiyat” başlıklı diğer yazı ise Yaşar Kemal’in eserleri üzerine çalışmalarıyla tanınan Erol Köroğlu’na ait. Köroğlu yazısında “edebiyat eleştirir mi?” sorusuna Yaşar Kemal ve Paul Ricoeur’un dilin ve kurmacanın gücünü vurgulayan saptamaları üzerinden bakıyor ve bunlarla bağlantılı olarak ElaineScarry’nin dilin araç haline gelerek dünyayı kurma düşüncesini tartışıyor. Bu tartışmanın ardından, Yaşar Kemal’in Karıncanın Su İçtiği romanındaki kimsesiz çocuk sürüleri bölümüne odaklanarak, bu acı verici öykünün edebiyatın dünyayı kurma ve dolayısıyla iyileştirici olma özelliklerinin bir örneğine nasıl dönüştüğünü gösteriyor.
Dosyamızın “Masal Odada ve Yaşamla Ölüm Arasındaki 150 Metrekarelik Alanda Sanat” başlıklı son yazısında Itır Erhart kendi sanat terapisi deneyimini aktarıyor. 2003-2005 yılları arasında Chicago’daki Children’sMemorialHospital’da sanat terapisi gönüllüsü olarak çalıştığı günleri ve deneyimleri içten ve samimi bir sesle anımsıyor. “O güne kadar “sanat” ve “terapi” kelimelerinin yan yana gelebileceğini bile düşünmemiştim,” diyen Erhart yazısında bu deneyimin kendi üzerindeki dönüştürücü etkisini okurla paylaşıyor.