Türkiye İşçi Partisi'nin dağılması (1979-1980)

Türkiye İşçi Partisi'nin dağılması (1979-1980)

Tartışmalarda, yapılan eleştirilerde birbirimize güveneceğiz. Eleştiren de eleştirilen de önce güven duyacaktır. Bilecektir ki tüm söylenenler partinin gelişmesi içindir. Türkiye İşçi Partisi'nde hiç kimse başka bir amaç için bulunmuyor. Böyle kabul edeceğiz. Böyle kabul edilmezse her tartışma, her eleştiri; parti yıkıcılığı, parti düşmanlığı olarak yorumlanırsa partimiz gelişemez. Partide parti saflarını çökertmek isteyenler bulunabilir. Bu takdirde yapılacak iş, tartışmaları önlemek değildir. Tam tersine bu yanlış anlayışı yenebilmek için niye yanlış olduğunun anlatılması ve bu yanlış anlayışın bilinçle yok edilmesi gerekir. (Orhan Silier)

Ufuk Akkuş

Sosyalist ülkelerin 1990’larda radikal dönüşümler yaşaması bütün ülkelerdeki sosyalist partiler üzerinde olumsuz etkilere yol açtı. Türkiye’deki sosyalist partilere ise darbe, dünyadaki çözülüşten 10 yıl önce 1980 yılında vurulmuştu. 12 Eylül 1980 askeri darbesi ile bütün siyasi partiler kapatılmıştı. İç ve dış faktörlerin etkilerinin yanı sıra partinin ideolojik-politik bütünlüğünün sağlanamaması, başta işçi sınıfı olmak üzere mağdur kitlelerle gerekli bağı kuramaması, gerek parti içi güven, gerekse ezilen kitleler nezdinde bir güven oluşturulamaması gibi faktörler de işçi sınıfı partilerinin etkisizleşmesinde, dağılmasında önemli rol oynamışlardır. Ömrünün önemli bölümünü Türkiye İşçi Partisi (TİP) saflarında geçiren Orhan Silier “TİP’in Dağılmasının 1979-1980 aşaması Belgeler-Tanıklıklar” adlı kitabında, TİP’in 1960’ların son yıllarında başlayan ve 1990’larda tamamlanan dağılma süreçlerini içerden bir bakışla, belgeler ve tanıklıklar aracılığı ile ortaya koyuyor. Silier’e göre, TİP’in dağılması bu dağılmanın en somut göstergesi olan üye ve destekçi sayılarının azalmasının ötesinde emekçiler nezdinde yarattığı saygı ve güvenin etkisizleşmesi, ideolojik ve politik mesajların kitlelerde karşılığını bulamaması, parti içinde karşılıklı güvenin, farklı kimlik ve görüştekilere saygının ve parti içi hukukun yıpranmasıyla gerçekleşmiştir.

Silier, çalışmasını sadece 1979-1980 yılları ile sınırlıyor. Diğer sınırlaması ise büyük ölçüde TİP Genel Merkez, Merkez Yönetim Kurulu (MYK) ve Başkanlık Kurulu’ndaki (BK) tartışmalara odaklanmak şeklinde. Sınırlı bir dönem ve bir parti örneğinden yola çıkarak Marksist parti ve hareketlerin bütünü için bazı ipuçlarına ulaşmaya çabalayacağını söyleyen Silier’in bu çalışmasından önemli dersler çıkarılacağını düşünüyorum.

Silier, üç konu üzerinde odaklanıyor. İlk olarak, işçi sınıfı partilerinde parti içi görüş farklılıklarının algılanışı, temel kavşak noktalarında parti içi tartışmalarda, konferans ve kongre dönemlerinde parti içinde farklı tutumları savunan platformların var olmasının işlevleri üzerinde duruyor.

İkincisi, yoldaşlık ilişkilerinin, dayanışmanın, karşılıklı saygının, parti hukukuna titizlikle uyarak sosyalizmin “yeni insanını” yetiştirme hedefine bağlı kalmanın partili mücadeledeki önemi üzerinde duruyor. Bu kapsamda, her tarafı saran hastalık olarak teorik ve ideolojik eksikliğinin, bununla yan yana gelişen basit ezberlerle yetinmenin ve dar kafalılığın ve çoğu kere başkalarını dışlayan bir sahiplik iddiasına, ahbap çavuş dayanışmasına dönüşebildiğini hatırlatma meselesinin yanı sıra sosyalizm için mücadele veren kişilerin parti içindeki güvenin, saygının, kurallara uymanın mücadelenin başarısı, hatta varlığı için ne kadar can alıcı olduğunu tartışıyor. Dogmatizmin, sekterliğin, bürokratizmin, merkeziyetçiliğin yol açabildiği ağır tahribata işaret ederek sol partiler içinde işlerliği olan bir iç hukuk anlayışının ve yoldaşça ilişkilerin önemini belirtiyor.

Üçüncü olarak da, belli bir parti için stratejik hedefler belirlemek, eylem programları geliştirip, kampanyalar ilan edip ortaya sloganlar atmak ile bunları ülkenin somut gerçeklerini dikkate alarak belirleyip, sonra da bunlar için gerçekten seferber olmak ve kurumsal yaşamı bütünüyle bunlara göre yaşamak arasındaki farkın büyüklüğünü TİP örneğindeki yaşanmışlığı ile anlatmaya çalışıyor. Silier, yalnız TİP’te değil birçok başka parti ve harekette de çoğu tıkanmanın ve iç çatışmanın farklı görünümler altında gelip düğümlendiği alanlar arasında bu üç sorunun ön sıralarda yer aldığını öne sürüyor.

Silier’e göre; politik parti ve hareketler içinde gelişen çeşitli gruplaşmaları kategorik olarak yok saymak ve karşıya almak yerine, bunların görüş farklılığı temelli olmalarını, genel tartışma ve kongre dönemlerinde varlıklarını sürdürmelerini ve olağan parti kanallarını ve kurul yetkilerini tahrip etmemelerini güvenceye alacak bazı iç hukuk kurallarının belirlenmesi daha işlevli olabilecektir. Marksizmin temel çerçevesi içinde ortaya çıkan görüş ve öncelik farklılıklarına dayanan bir tartışma ortamı kurallı, şeffaf ve demokratik olarak yürütülmek koşuluyla partiye dinamizm ve kitleselleşme potansiyeli taşır.

Silier’in cevabını ve hesabını vermemiz gereken bazı sorular kısmında değindiği hususlar bir sosyalist partinin kitleselleşerek gücünü ve etkinliğini artırması açısından son derece yol gösterici unsurlar taşıyor. Sorulardan bazılarını kısaca aktaralım: Temsilcisi olduğumuzu söylediğimiz işçi ve emekçilerin çalışma koşullarını biraz olsun iyileştirmeye yardımcı olacak ne gibi çalışmalar yürüttük? Sınıfın somut gerçeklerini paylaşacak ne tür somut çalışmalar yürüttük ya da bunlara destek olduk? Niye patronların gerekli önlemleri almamaları ile her yıl biraz daha artan iş kazaları konusunu ve genel olarak iş güvenliğini bir mücadele alanı haline getiremedik? Niye işsizlere dönük çalışmalar yapmadık? Niye asgari ücret konusunda diğer sol partiler ve sendikalarla birlikte özel kampanyalar düzenleyerek aktif olarak mücadele etmedik? Büyük geçim yükü altındaki kiracıların taleplerine destek vererek, kiracı dernekleri kurulmasını sağlayarak partili avukatları hukuki destek için seferber ederek niye bu alana müdahale edemedik? Silier’in önemli soruları insan hakları, eğitim, çevre sorunları, hayvan hakları ve dinsel gericilik alanlarına ilişkin olarak devam ediyor.

Bütün bu soruların temelinde sosyalist partilerin taktik ve stratejilerinin odağına geleceğin sosyalist toplumunu koymaları ve bugüne ilişkin sorunların çözümünü geleceğe erteleme konusundaki anlayışlarına karşı bir argüman bulunuyor. Daha da çoğaltılabilecek olan söz konusu sorulara sosyalist partiler, emekçi sınıfların gündelik çıkarlarına uygun

karşılıklar bulur ve mücadelesi ile bunu pekiştirirlerse kitleselleşme yolunda önemli bir adım atılmış olur. Parti bir yandan emekçi sınıfların sosyal hak ve kazanımları lehine politikalar üretip buna uygun eylem planlarını aktive edebilmeli, bunun yanı sıra düzen dışı nihai hedeflerine ilişkin ipuçlarını da yaygınlaştırmalıdır. İki eylem biçimi birbirinin karşıtı değil tamamlayıcısıdır. Bir parti hem gündelik mücadele, hem de sermaye düzenini sona erdirecek politik söylem ve dayanışma örnekleri kanalıyla ancak gerçek bir sosyalist parti kimliği edinebilir. Söz konusu gündelik müdahalenin sadece işyerlerinde değil yaşamın boyunduruk altına alınan bütün alanlarında verilmesi gerekir.

Silier çalışmasında; TİP (Türkiye İşçi Partisi), TSİP (Türkiye Sosyalist İşçi Partisi ve TKP (Türkiye Komünist Partisi) arasındaki ilişkiler birlik sürecinin sağlanamaması nedenleri ile İstanbul İl Yönetimi, Ankara İl Yönetimi ve parti genel merkezi arasındaki anlaşmazlıkların ve parti içindeki hiziplerin tutumunu ayrıntıları ile değerlendiriyor. Özellikle 1990’lı yıllardan sonra reel sosyalist ülkelerdeki çözülmenin ve dijital teknolojik gelişmelerin etkisiyle Marksist hareketin gerilemesine değinen Silier, bu gerilemede parti içi faktörlerin de önemli rol oynadığının altını çiziyor ve aynı hataların yapılmamasının, farklı yönetim-ilişki modelini oluşturmanın önemine değinerek yeniden gözden geçirmeyi öneriyor. Yeniden gözden geçirme ve onarım alanı ise Marksist partide, politika ve yönetim anlayışı, iç hukuk ve insan ilişkileri ile stratejik açıklık ihtiyacı olarak ortaya çıkıyor. En büyük hata yapılan alan ise; Marksist partilerin yalnızca mücadele aracı değil, amaçlanan yarınki toplumun insanlarının ya da bu yönde kendini geliştiren insanların içinde bulunduğu, birbiriyle etkileştikleri ve benzer yeni insanlar yetişmesine yardımcı oldukları toplumsal alanlar oldukları, yani partilerin, geleceğin insanlarının mayalanma alanları olma işlevinin göz ardı edilmesi olarak saptanıyor. Hem insan doğasının farklılığından hem sınıf içi çeşitliliklerden gelen farklı görüşlere yaklaşımda tek tipçiliğin öne çıkması yaratıcılığı ve verimliliği sınırlayarak partinin geleceğini ve gelişimini de sekteye uğratır.

Silier’in, TİP’in 1979-1980 döneminde özellikle partinin merkezi kurulları içinde yaşanan olumsuzlukları ve dağılma sürecini kişisel deneyimlerinin ışığında aktardığı çalışmasında diğer partilerde de yaşanan ve yaşanması olası olan hususlara dikkat çekiyor. İktidarı almaya odaklanan ve geleceğin yeni insanını parti içinde ve parti kanalıyla bugünden inşa etmeyi hedefleyen Marksist nitelikli partilerin, parti içi demokrasi ve demokratik merkeziyetçilik ilkesinin işletilerek dayanışmanın ve yoldaşlık hukukunun ön plana alınacağı bir yönetim modeli oluşturması gerekliliğinin altı çiziliyor.


Künye: TİP’in Dağılmasının 1979-1980 Aşaması Belgeler-Tanıklıklar, Orhan Silier, Sosyal Tarih Yayınları, 524 sayfa.

DAHA FAZLA