Tencere kaynatmak değil, barikatta savaşmak istiyoruz Mösyö!
“Öyle görünüyor ki, özgürlüğe tutkun bir yüreğin sizin nezdinizde tüfeklerinizden çıkacak kurşunlardan başka bir şeye hakkı yok, eh öyleyse ben de payıma düşeni istiyorum sizden. Haydi ama, yaşamama izin vermeyin, pişman olabilirsiniz sonra, çünkü size karşı intikam çığlıkları atmaktan hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim” diyor mahkemede Louise Michel… Başı dik.Paris Komünü’nün genç militanı -Louise- Louise Demahis Michel.
Şilan Geçgel
Henri Gougaud’un kaleme aldığı “Louise: Komün’ün Anarşist Kadını” adlı polisiye romanı, Dipnot Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı.Çevirisi Ayşen Uysal imzası taşıyan eserde, Paris Komünü’nün neferlerinden, anarşist feminist Louise Michel’in hayatı ele alınıyor. Louise Demahis Michel’in çocukluğundan komün barikatlarına, oradan hapishane ve sürgün günlerine koşar adım akan bu polisiye için ise yazar Henri Gougaud, romanının tarihsel bir kurgu olduğunu söylüyor.
Louise, 29 Mayıs 1830’da evlilik dışı bir çocuk olarak dünyaya geldiğinde annesi malikânede hizmetçilik yapan bir kadındır. Louis; babasız bir evde annesi, baba tarafından dedesi ve ninesiyle büyütülür. Çocukluktan gençliğe geçtiği evde Louise’e zenginlik katan ve onu günden güne devrimcileştiren şeyler, dedesinin Cumhuriyetçi/ muhalif kimliği ve evdeki dünya klasiklerini barındıran büyük kütüphane olur.
Daha küçük yaşlarda klasikleri büyük bir tutkuyla okuyan Louise, hayran olduğu yazar Victor Hugo’ya mektuplar yazmaya başlar. Kendisi için gelen görücüleri kapıdan geri gönderen genç Louise, dünyasını okuduğu kitaplarla kurar. Hugo’yu ustası, dostu ve mektup arkadaşı olarak görmesi yıllar süren bir dostluğun ilk harcı olurken kendisine gelen tepkilere rağmen komüncülere destek vermekten geri adım atmayan Victor Hugo’nun duruşu bu yoldaşlığın köklerini daha da güçlendirir. Hatta öyle ki Louise’in mahkemesi sonrasında Victor Hugo, onu eski çağ destanlarının kadın kahramanları arasında bir paye biçerek ölümsüz kılar.
Yıllar yılları kovalarken kendini imparator ilan eden III. Napoleon’a bağlılık yemini etmeyi reddettiği için kamu okullarında değil, özel okullarda öğretmen olarak çalışabilen Louise’in baş eğmezliği, yol ayrımlarını gittikçe keskinleştirir.
Katledilmek istenen bir hayvana daha çocukken kendini siper edecek, çocukluğunun geçtiği evde kendisine “piç” denildiği için evini beş parasız terk edecek, barikatta yapmak istediği eyleme izin vermeyen erkek yoldaşlarıyla da savaşta generaller ve mahkeme salonlarında hakimlerle girdiği kavgalarla da baş eğmemeyi bir yaşam kuralı olarak kabul ettiğini defalarca gösterecektir. Hep başı dik.
Louise’in Paris’te katıldığı toplantılarda anarşizm fikrini benimsemeye başlaması, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine dair azımsanamayacak farkındalığı, onu içinde bulunduğu dönemde “fazla radikal” bulunacak kimi devrimci fikirlere, oradan da anarşist feminizme doğru ilerletecektir.
Komün’ün kadınlarının özgürlüğe yürüyüşü sürerken karşı propaganda hız kesmeden başlamış, özellikle Komüncü kadınlar dönemin yayın organları tarafından hedef gösterilmiş, bu kadınların “tencere kaynatmamakla” en büyük ahlaksızlığı yapmış; babalarına, kocalarına, devletlerine başkaldırmış oldukları son ses propaganda edilmiştir. Sahi, kadınların tencere kaynatmayı reddediyor oluşu nasıl kabul edilebilir!?
Tam da bu nedenle barikat kuran, kurduğu barikatta savaşan, fişek yapan, tabur yöneten, ambulans süren hatta kundakçılık yapan Komün’ün kadınları; Komün’ün gerileyişi ile çırılçıplak soyularak duvar diplerinde infaz edileceklerdi.
Yazar Henri Gougaud’un kurmacanın tüm yetkinliğini kullanarak Komün barikatları üzerinde, vurularak yanı başında yere düşen Komüncü arkadaşlarının cansız bedenleri arasında dimdik ayakta, ateş etmeye devam eden Louise Michel’i tasviri muazzam kabul edilebilir. Gougaud, diz çökmeyen kadınları kaleminin tüm zerafetiyle Louise şahsında resmetmiştir.
Louise: “Erkeklerin de bu uğursuz toplumda çile çektiğini kabul ediyorum.” diyordu: “Ama kadınların bedbahtlığı hiçbir şeyle mukayese edilemez. Sokakta maldır, mezardan farkı olmayan manastırlarda cehalet elini kolunu bağlar, kurallar onu bir makinenin dişlileri gibi kıstırarak, kalbini ve beynini un ufak eder. Evde ise sorumlulukları altında ezilir. Erkekler, kadınların durumunun değişmesine tahammül edemez. İşlerine ve unvanlarına el uzatılmasından tedirginlik duyarlar.”
Bana kalırsa Louise’in en ilerici fikirleri kendi mücadele arkadaşlarına dair öne sürdüğü bazı tespitlerdir:
“Toplantılarda, kadınların haklan söz konusu olduğunda, aydın erkeklerin eşitlik fikrini hararetle alkışladığını gözlemliyorum ancak bizimle dayanışma içindeymiş gibi görünmelerine rağmen bu yüzeysel bir ilgiden öteye geçmiyor. Bu nedenle, kimseye yakarmadan kendi gücümüze güvenmeliyiz… Yaşlı dünya, kadınların eninde sonunda ‘Yeter artık!’ diyecekleri günden korkmalıdır. Böyle güçlü bir kişiliğe sahip kadınların geri basması söz konusu olamaz. Kuvvetlerinin kaynağı dirençleridir.”
Komün’ün gerileyişinin ardından Fransız ordusunun, Komün’ü yok etmek için Paris sokaklarında yaklaşık 25.000 insanı katlettiği günlerde, yoldaşlarının- özellikle aşık olduğu yoldaşı Ferre’nin- idamının Louıse’in ruhunda nasıl büyük bir yaraya dönüştüğünü Yazar Gougaud, sanki Louıse kendisiymiş gibi derinden anlatır.
İki yoldaşın, yan yana hücrelerdeyken birbirlerine gizlice yazdıkları mektuplar öfkeye karışmış boynu bükük bir sevinci, devrimci bir aşkı, mücadelenin önüne hiçbir şeyi koy(a)mayan adanmışlığı ile soluğumuzu kesecek ve belki beraberinde birkaç gözyaşını okurun yanağına düşürecektir.
Yakalanışının ardından çıkarıldığı mahkemede asla geri adım atmayan Louise Michel, mahkeme heyetine şöyle haykırıyor:
“Öyle görünüyor ki özgürlüğe tutkun bir yüreğin sizin nezdinizde tüfeklerinizden çıkacak kurşunlardan başka bir şeye hakkı yok, eh öyleyse ben de payıma düşeni istiyorum sizden.Haydi ama, yaşamama izin vermeyin, pişman olabilirsiniz sonra, çünkü size karşı intikam çığlıkları atmaktan hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim.”
KÜNYE: Louise - Komün’ün Anarşist Kadını, Henri Gougaud, Çev: Ayşen Uysal, Dipnot Yayınları, 2020, 212 sayfa.