Tarihi haklılar yazar
Bu kirli düzen, bu suç hanedanlığı hep sürecek sananlar yanılıyorlar. Tarihin sayfalarını karartan tüm diktatörlüklerde olduğu gibi, kinlerinin ve hırslarının doymak bilmez açlığıyla yol açmaya çalışanlar her zaman kendi sonunu hazırlar. Taşlarını kendi döşedikleri cehennemlerine vardıklarındaysa o görkemli küstahlıktan, akılları kör eden kibirden eser kalmaz… Bu karanlık günlerde ihtiyacımız olan daha fazla hakikat kaybı değil. Her şeyden çok ve daha fazla gerçeklere ihtiyacımız var. Bu yüzden hakikate kendimden daha fazla saygı duymaya da, inkarcı biat kadrolarına dahil olmayı reddetmeye de devam edeceğim.
Ufuk Akkuş
Devletin ideolojik aygıtını elinde tutan iktidar güçleri ülkedeki potansiyel muhalefeti bastırmak için öncelikle basın ve yayını tekellerine ve hakimiyetleri altına almak isterler. Çünkü kamuoyuna gerçekleri duyurmanın en etkili yollarından biri gazetecilik ve yayıncılıktır. AKP Dönemi'nde devlete ait yayın organları tam bir baskı altına alınmıştır. Devletin medya imkanı partizanca kullanılmış, çeşitli sermaye gruplarının ilgili kuruluşları da vergi cezaları, yaptırımlar gibi birtakım baskı unsurları ile zapturapt altına alınmış, bir kısım medya da devlet imkanlarından yararlanmak ve devletin hışmına uğramaktan kaçınmak için yayın politikalarını devletin ideolojik uygulamalarına paralel oluşturmuştur. Muhalif medya ise bütün engellemelere karşı doğru bildiği yolda yürümüştür. Bu da ülkemizi Ahmet Şık’ın deyimiyle dünyanın en büyük gazeteci hapishanesine dönüştürmüştür.
Devlet şiddeti gören gazetecilerden olan ve halen Parlamentoda TİP milletvekilliği yapan Ahmet Şık son kitabı “İtham Ediyorum” da Ağır Ceza Mahkemelerindeki ithamları ile Saray Rejiminin iç yüzünü, çıkmazını ve diktatörce uygulamalarını ifşa ediyor ve her şeyden çok ve daha fazla gerçeklere ihtiyacımız olduğunun altını çiziyor.
AKP ile Fetullah Gülen cemaatini Türkiye’yi siyasal ve toplumsal olarak beraber dönüştüren iki güç olarak gören Şık, Gülen Cemaatinin polis ve yargıda örgütlenmesi ve hukuka aykırı faaliyetlerini anlattığı “İmamın Ordusu” adlı kitabı henüz taslak halindeyken 2011 yılında tutuklandı ve Ergenekon adı verilen örgüte yardım ve yataklık etmekle suçlanır. Yaklaşık 13 ay hapislikten sonra serbest bırakılan Şık, 6 yıl sonra bu davadan beraat etmiştir. Daha sonra aynı Şık, 2016 yılında mesleki faaliyetleri suçlama konusu edilerek yeniden tutuklanır. Bu kez kendisine komplo kurarak hapse attıran Gülen Cemaati’nin, FETÖ denilen örgüte yardım, yataklık etmekle suçlanır. Yaklaşık 15 ay tutuklu kaldıktan sonra serbest kalan Şık’a bu davada 7 yıl 6 ay hapis cezası verilir.
Ahmet Şık’a göre: hem AKP hem de Gülen Cemaati sistemin ve toplumun demokratikleşmesini değil, kendi otoritesini egemen kılmak üzerinden, içinde örgütlendikleri devleti ele geçirmek isteyen güç odaklarıdır. İki kesim ortalıkta yok edilecek düşman kalmadığına kanaat getirince devletin sahibinin kim olacağı kavgasına tutuşarak birbirlerinin hedef almışlardır.
Ahmet Şık ithamında; 2004 yılındaki Gülen Cemaati hakkındaki MGK karar ve uyarılarının dikkate alınmaması, 2010 yılında Gülen Cemaati’nin iç tehdit grupları arasından çıkarılması gibi hususlara değinir. Ayrıca Gülen Cemaati’nin her istediğinin AKP tarafından verildiği, cemaatin AKP tarafından desteklendiği palazlandırıldığı vurgulanır. Taraflar arasında çıkar uyuşmazlığı olduğunda da 15 Temmuz’daki kanlı kalkışmanın ardındaki güçlerden biri olduğu kuşku götürmez bir gerçek olan Gülen Cemaatinin “FETÖ” diye anılan bir canavara dönüşmesinde siyasi iktidarın hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi davrandığını belirtir. Gülen Cemaatinin devlet ve toplum için en tehlikeli hale gelecek güce erişmesinin en büyük sorumlusu “ne istedilerse veren” ve yaptığı yardımlar için af dileyerek suçunu da itiraf edenler, kandırıldık diyenler AKP kanadıdır. Dolayısıyla, 15 Temmuz Darbe Girişimi'nin de sorumluları arasındadırlar.
Şık’a göre 15 Temmuz’da darbe engellenmiş ama cunta iktidar olmuştur. Darbe kalkışmasından sonra hazırlanan iddianamede, cemaatin açıklanan amaçları ile AKP iktidarının yaptıklarını tıpatıp aynıdır. Devletin tüm anayasal kurumları yasama, yürütme ve yargı erkleri ele geçirilmiştir. OHAL Olağanüstü Hal) ve KHK’ler (Kanun Hükmünde Kararname) aracılığı ile toplumu kendi ideolojileri ve çıkarları doğrultusunda dizayn etmeye çalışmaktadırlar. Ülkenin kaynaklarını talan etme niyet ve kararlığında oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomik, toplumsal ve siyasi gücü yönetmeye çalışmaktadırlar.
Ahmet Şık’a yönelik bu operasyon, kendi deyimiyle düşünce ve ifade özgürlüğünü, basın özgürlüğünü hedef alan bir pogromdan başka bir şey değildir. Ve kimi yargı mensupları da bu pogromun linççileri görevini üstlenmişlerdir.
Kendisine açılan davaları siyasal iktidarın suç düzenini ifşa edenlerin mesleki faaliyetlerinin yargılanmasından ibaret olarak gören Şık’a göre; bu operasyon siyasi parti kılığına girerek iktidarı ele geçirmiş bir çetenin emriyle, yargının kimi mensuplarının görev üstlendiği, medyadaki tetikçilerin de yalanları örtbas etmeye çalışarak suç ortaklığı yaptığı bir komplodur. Düşünce ve ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılıp, basın özgürlüğünün ayaklar altına alınmak istendiği, gazeteciliğin bir siyasi çetenin çıkarlarına uygun sınırlara çekilmeye çalışıldığı hakikate karşı işlenmiş bir suçtur. Bu operasyonla amaçlanan bellidir: Kendilerinden ve kendileri gibi olmayana suçlarını ifşa edenlere boyun eğdirmek, diz çöktürmek, teslim almak. Demokrasiyi, temel hak ve özgürlükleri tamamen ortadan kaldırarak kurdukları suç düzenini sürdürebilmektir.
Halen mecliste TİP milletvekilli olarak hem parlamenter hem de toplumsal muhalefet mücadelesini sürdüren Ahmet Şık’ın “İtham Ediyorum” kitabındaki metinler onun mahkeme beyanlarından oluşuyor. Ahmet Şık, Gülen Cemaati ve AKP iktidarının iç yüzünü, antidemokratik karakterini ve diktatöryel hareket tarzını, kendisine yapılan komploları net bir şekilde ortaya koyarak itham ediyor ve tarihe önemli bir not düşüyor.
Künye: İtham Ediyorum, Ahmet Şık, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2018, 160 sayfa.