SÖYLEŞİ | Taşlar yerinden oynarken çocuklara ve doğaya sarılmak
"Ağaçlı Gül ve Hayal" Berna Durmaz'ın kaleminden çıkıp raflarda yerini alırken sadece çocuklara değil yetişkinlere de sesleniyor: Doğanın sesini duyun, çocuklara inanın ve taşları yerinden oynatın!
Selda Salman
Günlük yaşamın kalabalığında, şehirlerin kimsesizliğinde ve o korkunç sessizliğin gürültüsünde adımlarımızı atıyoruz. Yaşam, görüp duyduklarımız ve farkına vardıklarımızın çok ötesinde bir yerlerde bizleri karşılarken çoğu zaman da savrulup gidiyoruz. Bu savruluşun salt bireysel yaşamlarımızla ilgili olmadığını bilmekle birlikte içinden geçip giderek vardığımız birçok noktanın öznesiyiz. "Ağaçlı Gül ve Hayal"de kalabalığın, eşitsizliğin ve olanaksızlığın yollarından geçen "Hayal" herkesin duyduğunu fakat yok saydığı sesin farkına vardığında ve bu farkındalık ile birlikte başka yollar açtığını gözlemliyoruz.
Berna Durmaz doğanın sesini, çocukların farkındalıklarını, dostluğu, çamurlu mahallelerin çocuklarını, fırsat eşitsizliğini ve şehirlerde birbirine geçen yaşamları anlatıyor bizlere. Sayfalar akıp giderken aslında yanından geçip gittiğimiz, bildiğimiz fakat "Tek başımıza ne yapabiliriz?" sorusuyla yolumuza devam ettiğimiz hayatlarda bizleri ve elbette çocukları birer özne haline getiriyor. Ardından ise bu öznelerin birbiriyle temasını anlatıyor bizlere.
Umudun, dostluğun ve cesaretin taşları yerinden oynatacağı gücün varlığını okuyucuların sayfalarına diziyor...
Kitabın yazarı Berna Durmaz ile doğanın çığlıklarını duyanları, yan yana olmaktan güç alanları ve çocuklara dair inancı konuştuk...
Gül Nine’nin anlattığı masalda taşlar yerinden oynuyor ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Sizce yaşamın hangi noktasında ne olursa o taşlar yerinden oynamış oluyor?
Masal deyip geçmemek gerek. Gül Nine’nin çocuklara anlattığı masal, bütün bir insanlık tarihi boyunca insanın doğayla ilişkisinin nasıl olduğunu gösteriyor aslında. Masalın kahramanı olan Hinoğlan dün olduğu gibi bugün de işbaşında. Ormanı talan eden, hayvanların kürkünü canlı canlı soyan, suyu, toprağı bilinçsizce kullanıp tüketen bir canlı türünden söz ediliyor o masalda. Bütün bu ve daha saymadığım insan faaliyetleri sonucunda gezegenimizin; hayvanı, insanı ve bitki örtüsüyle karşı karşıya kaldığı tehlikelerin, doğal felaketlerin nedenleri bir masal aracılığıyla okur çocuklara da anlatılmış oluyor böylece. Taşın yerinden oynaması makro ve mikro ölçekli tüm canlılığın dengesinin bozulmasından başka bir şey değil. Yere gömülü taşı kaldırmak, aşırı şehirleşme yüzünden karbon salınımının artması demek; küresel ısınma yüzünden buzulların erimesi demek. Yani insanın dünya üzerindeki faaliyetleri yüzünden ekolojik dengenin bozulmuş olması demek. Dünyanın dengesi bozuldu derken bunları anlatmış oluyor masal.
Romanda geçmişin doğayla buluşmasına ve gelecek kaygısının yine kendini doğanın kollarında onarmasına rastlıyoruz. Zamanın her türlü boyutunu doğayla sarabilmenin yolu bugün sizce nasıl gerçek olur?
Bugün geldiğimiz noktada her zaman olduğundan çok daha fazla sığınmak gerekiyor doğaya. Hem onu onarmak hem de insanın doğaya yabancılaşmasının getirdiği kopukluğu aşma amacıyla bizim için de gerekli bu. Bilinçli bir yakınlaşmadan söz ediyorum elbette. Farkında olarak veya olmayarak verdiğimiz zararların onarılmaya başlanması aslında kendi içimizde açılan boşluğun doldurulması anlamına geliyor. Varlığımızı doğanın dışında bir yerde konumlandırmadan, kendimizi onun üstünde-onu da emrimizde saymadan ortak ve eşitlikçi bir yaklaşımın yollarını aramamız, o yolları bulmamız geleceğimizi ve dünyanın seyrini değiştirecektir. İnsanlık olarak yaşadığımız zamanda modernleşmenin, gelişen teknolojilerin, bilimde gelinen son aşamaların toplumların ve bireylerin hayatlarını hep daha iyiye götürdüğünü düşünüyoruz. Bu gelişmelerin hayatlarımızı kolaylaştırdığı su götürmez elbette ama sanki bunlar bu çağdaş medeniyetimizin parlatılmış ön yüzü. Bir de gölgede kalan, aksayan bir tarafı var ve o gölge yüzü de insan hayatlarını en az öteki yüzü kadar etkiliyor. Ama bu defa olumsuz yönde. İstiyoruz ki dönüp o olumsuzluklar da görülsün ve düzeltilsin. Şehirler büyürken ormanlar talan edilmesin, enerji elde etmenin doğayla uyumlu olanı tercih edilsin. Aksayan taraf bu. Bütün insanları ve ağacı, hayvanıyla bütün bir dünyayla barışık bir gelişme gerçek bir gelişme olur ancak.
Kitapta olumlu ebeveyn-çocuk iletişim örneklerine rastlamakla birlikte olumsuz örneklere de yer vermişsiniz. Kekeme olan Ertan ile babasının iletişimsizliği ve bu iletişimsizliğin Ertan’da açtığı yaralara sayfalarda gezinirken oldukça hüzünlü bir biçimde rastlıyoruz. Bir yandan da Ertan’ın babasının iletişimsiz hale gelişine dair de bir süreç gözlemliyoruz. Yaşamın zorlu taraflarıyla baş etmeye çalışan yetişkinler kendi hayatlarında bu noktaya gelmemek için neler yapabilir?
İnsanın şehirde sıkışıp kaldığı sorunlarla boğuşurken en yakınlarıyla bile iletişimsizlik girdabına kapılmaması çok zor. Şehir insanı yalnız diyoruz ya sorunlarını çözmede de yalnız bırakılmış durumda. Tek başına altından kalkamayacağı sorunları gidermenin yolları bulunmalı. Bu bir sistem sorunu. Önce kronikleşen sorunlar çözülmeli ama gerçekten insandan yana olan çözümler olmalı bunlar. Bunun nasıl olacağını bir reçete gibi benim sıralamam çok zor. Ben sadece gördüklerimi resmediyorum.Beni bir yazar olarak ilgilendiren bütün bu aksamaların, olumsuzlukların insan hikâyelerini biçimlendiriyor olması. Bu durumlar hepimizin hayatına dokunuyor ve dokunduğu yerleri yaralıyor. Ben de açılan o yaraların sızını derinden duyduğum için bunları yazabiliyorum.
Gül Nine, diğer bir adıyla Ağaçlı Gül’ün sadece geçmişi temsil etmediğini hissediyoruz. Ne kadar yaşlı ve yorgun olursa olsun, geçmişten aldığı güçle içinde umudu barındırıyor diyebilir miyiz? Yorgun ve yaşlı olmak aynı zamanda umutlu olmayı beraberinde nasıl getirir?
Gül Nine hastalığı ve yaşlılığı nedeniyle durduğu tepeden karşıdaki ormana gidemiyor olabilir ama her gece ormandan gelen sesi yüreğiyle, dimdik duruşuyla karşılıyor. Yılmadan sessiz, pasif bir direniş var Gül Nine’de. Ağaçlarını emanet ettiği torunu Hayal’e, Hinoğlan masalını anlattığı mahallenin çocuklarına inancı, güveni tam. Kısacası umudu onlarda, yani gelecek nesilde. Çocuklar ninelerinin olmalarını beklediği gibi hareket ediyor zaten. Selim’in ve Hayal’in ağaçlara dokunuşlarında, bütün bir doğayı koruma, onu Hinoğlanlar’dan kurtarma sözü var. Ertan’ın ve Akın’ın da kesilen ağaçlar için yüreklerinin sızlaması boşuna değil. O ince sızıdan başlayacak doğamız için kurtuluş umudu. Gül Nine bu umudu taşıyor.
Hayal ilk sayfalarda şehirle tanışırken artan gürültüyle birlikte sessizleşen insanlara ve aynı zamanda da geriden gelen sürekli sesin vurgusuna rastlıyoruz. Herkesin duyduğu fakat bu sesin varlığını görmezden geldiği sürekli ses… Tüm bu değişim, kalabalık ve karmaşıklığın ortasında doğa gerçekten kitapta olduğu gibi bize çığlığını duyurabiliyor mu? Ve insanlar bu çığlığın ne kadarını duyuyor?
Doğa çığlığını duyurmasaydı ağaçlara sarılan gençler, iş makinelerinin önünde duran köylü kadınlar olur muydu bu ülkede? Yazarların kulağı çok daha çabuk dikkat kesilir çevreden gelen seslere. Doğanın çığlığı, romanlara, öykülere konu olmaya başladıysa o çığlığı birileri duymuş, yazmış; birileri okuyacak ve onlar da duyacak demektir. Böyle böyle yayılacak o ses ve sonunda herkes duyacak. Bu sesin bize ne anlattığına gelince insanı, hayvanı ve bitkisiyle biz canlılar bir arada, havayı, suyu, toprağı yok etmeden yaşamayı öğrenmeliyiz. Önce bize çok eski zamandan bu yana dayatılmış olan, insanın dünyanın efendisi olduğu düşüncesinden kurtulmalıyız. İnsanlık olarak hepimizin doğaya bakışımızı değiştirmemizin vakti geldi mi? İklim krizi ve onun getireceği birçok sorun kapıdayken artık bu olmalı. Artık doğaya bize sunduğu faydalar çerçevesinden bakmayı bırakmalıyız. Ona yakın olmak da değil sözünü etmemiz gereken. Doğanın bir parçası olduğumuzun farkında olmak. İnsan merkezci anlayışın yani insanın her şeyden üstün olduğu; doğadaki her şeyin-hayvanın, ağacın-onun hizmetinde olduğu düşüncesini terk edebilsek keşke. Bu hepimiz için, bütün bir dünya için çok iyi olurdu. Bu anlayış dönüşümü, bu çağrıyı duyarak, üstünde düşünerek ve bu duyarlılıkla yazılmış romanları, öyküleri okuyarak olacak diye düşünüyorum.
Kitapta olaylar akıp giderken en sık rastladığımız şeylerden biri de olaylar akışındaki farkındalık noktalarında hep çocuklara rastlıyoruz. Buradan hareketle, yaşam devam ederken çocukların farkındalıkla ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz?
Çocukların bize göre çok daha güçlü algıları var. Sorunu net görüyor, çözmek için cesaretle harekete geçiyorlar. Büyüdükçe bizim yanlışlarımızı devralmak istemiyorlar. Kendilerine verilenlerle yetinmiyor, tıpkı bizim şu an yaptığımız gibi otomatik olarak kabul etmiyorlar. Onlar yerleşik olanı kırma cesareti gösteren, farklılığını korkmadan ortaya koyabilen, daha önce yapılmamışı yapacak olanlar. Bizi geleceğe onlar taşıyacak. Ne yazık ki biz yetişkinlerin kurdukları sistemler, anlayışsızlıklar, hoşgörüsüzlükler onların önüne bir duvar gibi dikilecek. En başta eğitim sistemimizdeki aksaklıklar, fırsat eşitsizlikleri onların ayaklarına zincirler bağlayacak. Bunun dışına çıkabilenler olacak. Mutlaka olacak. Bütün engellere, kısıtlamalara, zorluklara rağmen olacak. Gerçek ilerleme de onlarla birlikte olacak.
Yerinden oynayan taşlardan bahsetmiştik. Doğanın kendi taşlarını oynattığı ve artık kimsenin bunu görmezden gelemeyeceği noktada sizce bizleri neler bekliyor?
Bu, bizlerle birlikte birçok türün yok olması anlamına geliyor. Dünya ne kadar çalkalansa da sonunda dengesini bulacak ve yoluna biz olmadan devam edecek. Bizim için bir felaket senaryosu halini alabilir bu durum ama dünya için bir felaket değil. Yeni şartlarında başka konuklara ev sahipliği yapmaya devam edecektir. Milyarlarca yıldır olduğu gibi.
Taşları yerinden oynatmaktan fazlasıyla bahsettik... Peki siz yazmaya başladığınızdan beri, çocuklar için yazarken ‘’taşları yerinden oynatacağız’’ hissine kapılıyor musunuz? Ya da taşları yerinden oynatmak için yazdığınız oluyor mu?
Ben küçük bir kitaba içimden geçen büyük büyük meseleleri sığdırmaya çalıştım ve üstelik bunu da genç yaştakiler için yaptım ilk kez. Ama biliyorum ki onların algıları, bakışları ve yürekleri biz yetişkinlerden daha büyük. O yüzden de bu meseleleri ve daha fazlasını onlar rahatlıkla okuyacak, anlayacaklar. Taşları yerinden oynatmayı, kitaptaki masalda geçtiği anlamında değil de yerleşik olanı değiştirmek, yerine farklıyı, yeniyi koymak diye düşünürsek Ağaçlı Gül Ve Hayal’de bunu yapmaya çalıştığımı söyleyebilirim. Önce çocukların ve illaki bizlerin doğaya bakışımızı sorgulatmak, yanlışlarımızla yüzleşmemizi sağlamak… Bu kadarını bile yapabilsek taşlar yerinden oynayacaktır mutlaka.
KÜNYE: Ağaçlı Gül ve Hayal, Berna Durmaz, Günışığı Kitaplığı, 2021,108 Sayfa.