SÖYLEŞİ | ‘Dünyanın en güzel Cahide’si’
Cahide - Melekler Yeryüzünde Yaşayamaz adıyla Sonku’nun hayatını romanlaştıran Eyuphan Erkul’la, yaklaşık seksen senedir yeteneği, güzelliği, hayatındaki çıkış ve inişlerle Türkiye’nin adı en çok bilinen kadınlarından birini; ilk kadın film yıldızımızı, ilk kadın yönetmenimizi, ilk kadın film yapımcımızı, “dünyanın en güzel Cahide’si”ni, Cahide Sonku’yu ve kitabı konuştuk.
Söyleşi: Zübeyde Duran
Artemis Yayınları’ndan çıkan ve geçtiğimiz ay kitapçı vitrinlerindeki yerini alan Cahide - Melekler Yeryüzünde Yaşayamaz, Türk sinemasının en ünlü kadınlarından Cahide Sonku’nun hayatını romanlaştırarak anlatıyor. Okurun az çok hayatını bildiği birinin romanını yazmak hiç de kolay değildir. Fakat Erkul neredeyse 700 sayfalık kitabı gerçekten çok başarılı kurmuş. Senaryolar da yazmasının avantajını çok iyi kullanmış ve okurunu sıkmayan, bilakis okurun elinden bırakması zor bir kitap yaratmış. Eyuphan Erkul’la Cahide Sonku ve kitabı hakkında konuştuk.
Cahide Sonku’nun çok yükseklerden çok aşağılara doğru hızla inen hayatını az çok bilen biri olarak başlangıçta bu düşüşü okumak istemediğimi itiraf edeyim. Ama sizin canlı ve sürükleyici diliniz, birçok yerden toparlanmış parçaların güçlü kuruluşu, kitabı bitirmeden bırakmamı mümkün kılmadı. Neredeyse başından sonuna kadar yüreğim ağzımda sonunu bildiğim yolculuğu bir solukta okudum. Şimdi, birçok röportajda da size en çok sorulan soruyu bir de İleri Kitap okurları için sormak istiyorum: Ciddi bir ön araştırma yapıldığını belli eden çok fazla detay ve diyaloglar var kitapta. Nasıl bir araştırma süreci yaşadınız?
Öncelikle Cahide’nin hakkında yazılmış her şeyi okudum. İyi bir “hatırat” okuyucusu olduğumdan daha önce ondan bahsedenlerin kitaplarını yeniden gözden geçirdim. Bunların dışında ve bilinenin aksine Cahide hakkında yazılmış çok az kitap vardır. Dolayısıyla direkt kaynağa ulaşmaya çalıştım. 1930’lu yıllardan başlayarak, dönemin gazetelerini taradım. Elime bir tarih geçtiği zaman onun öncesini sonrasını süreli yayınlardan taradım. Onun tiyatrocu yönü ya anlatılmaz ya da önemsenmez. Oynadığı oyunların bir listesi daha önce ulaştırılmamıştı. Bunun için önceleri adı Darülbedayi olan daha sonra Türk Tiyatrosu Dergisi’ne dönüşen yayının neredeyse 40 yıllık sayılarını tek tek tarayarak onun oynadığı oyunları çıkardım. Bunları romanın içinde konu olarak işledim ve hayatıyla paralellik gösteren hikayelerin altını vurguladım. Yine oynadığı filmlerin izleyebildiğim kadarını izledim. Araştırma, yazım derken 2 yıl sürdü.
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki adımlar, daha açık ifade edersek Demokrat Parti’nin iktidara gelmesine kadar Batılılaşmanın yarattığı kültürel atmosfer ülkenin çehresini bir bütün olarak değiştiriyor ve kitabınızda buna çeşitli diyaloglarla sık sık değiniyorsunuz. Bugün hem bazı sol çevrelerden hem muhafazakar çevrelerden ülkenin başına gelmiş her türlü kötülüğü o sürece bağlayan, M. Kemal’e öfkeden beslenen çeşitli yaklaşımlar var, bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?
Benim ne düşündüğüm önemli değil çünkü ben bir gazeteci ya da siyasetçi değilim. Kurtarıcı “mitsel yazar” efsanesinin eskidiğine, 20. Yüzyıl’da kaldığına inananlardanım. Bizler dünyayı kurtaramayız, ama insanlığın üstündeki enkazdan bir tuğla parçası kaldırabiliriz. Onun için bir edebiyatçı olarak dünya görüşümü direkt söylemek yerine eserlerimle aktarmayı tercih ederim. Cahide romanımı yazarken, 1916 ile 1981 yılları arasında yaşanan, Osmanlı’dan Cumhuriyet Dönemi’ne akan bir değişim vardı. Tarihe doğru tanıklık yaparak bunu aktarmaya çalıştım. Bunu yaparken de roman anlatıcısı olarak taraf tutmadım. Evet tek parti dönemi Batılılaşma yanlısıydı. Günlük hayatın içine sanat gelip oturdu, kılık kıyafetler değişti ve tüm devrimler uygulandı. Bunları romanımda malzeme olarak kullandım. Demokrat Parti Batılılaşmaya karşıydı. Ama DP, bu karşılığı direkt yapmıyor, reel politik içine yayarak icra ediyordu. Bunu da romanımda malzeme olarak aldım. Daha sonraki yıllardan ise artık “darbeler dönemi” diye bahsetmeye başladık. O tarafın fotoğrafını da öyle çektim. Yani tarihe doğru tanıklık etmeye çalıştım.
Diyaloglarda bile pek eski Türkçe sözcük geçmiyor olmasına rağmen kitap bölümlerini eski bir sözcük olan “fasıl” diye ayırmışsınız. Bunun özel bir nedeni var mı? Bir de Cahide aslında hayatına giren adamlardan değil kendinden gücünü alan bir karakter. Kitap bölümlerine neden hayatına giren bazı erkeklerin adını verdiniz?
Özellikle Türk dizilerinden yayılan ve yanlış olduğunu düşündüğüm geçici bir moda var. Dönemin diliyle yazmaya çalışmak. Bunun artık imkanı yok; o dönemin sözcük tercihleriyle bir roman yazarsak büyük olasılıkla günümüzde anlaşılmaz. Ahmet Mithat’tan Reşat Nuri’ye, Ahmet Rasim’e tüm yazarların kitaplarını günümüze uyarlıyor editörler. Sadeleştirme yapıyor. Şimdi bu çağda yaşayan bir yazar olarak niye eskiler gibi yazayım ki. Hijyenik bir ÖzTürkçeci de değilimdir. Bugünün insanına bugünün Türkçesi ile roman yazmak bilinçli bir tercih. “Bölüm bap, tablo” demek yerine “fasıl” demeyi tercih ettim çünkü müzik çağrışımı olan bir sözcüktü.
Neden kitabın bölümlerini erkekler üzerine kurduğuma gelince. Araştırmalarım bitip de eserin özetini yazınca Cahide’nin ilk dikkatimi çeken şey “eksiklik duygusuydu.” Hemen roman için bir psikolog danışman buldum. Psikolog Ercan Süt ile çalışmamız sonucunda; onun babasız büyüyen bir kız çocuğu olduğuna karar verdik. Daha sonra ona sarıp sarmalayan, kollayan herkese kalbini tam açmış ama bu eksiklik duygusunu üstünden hiç atamamıştı. Bu nedenle onu erkekleriyle yaşadığı dönemler üzerinden anlatmayı tercih ettim.
Kitabın kurgusunda zaman zaman Cahide’ye kıyamadığınız izlenimi oluştu bende. Mesela İhsan Doruk’la yaptığı ilk evlilikten sonra sinir bozucu düzeyde şımarık, kendini beğenmiş, kaprisli Cahide’yi içinde bulunduğu durumdan mutsuz olmasına bağlamışsınız. Her mutsuz kişi Cahide’nin kabalıklarını yapsa hayat hiç çekilmez bir yere dönüşürdü herhalde. Sonra dostu Buran ve kızı Ender’le olan ilişkisinde de oldukça şımarık geldi bana. Sizce yanlış mı düşünüyorum?
Bir kıyamama hali yok. Onun hayatının özetini yazınca, bir nevi dramaturgi yaptım. Haliyle romanın başıyla sonunda ortaya çıkacak “değişim” önemliydi. Zaten hayat da böyle değil midir? Her şey her an değişir. İşte biz romanlarda bu değişimi çok önemseriz ve vurgularız. Ama onu ben öyle yapmadım, olanı yansıttım eserime. Cahide, Türkiye’nin en yıldız oyuncusuydu, daha sonra ilk kadın yönetmenimiz oldu. Ve sinema tarihimizin en büyük yapımcılarından birine dönüşünce, hayatına “kibir” bulaştı. Zaten sonraları da bunun bedelini ödedi. Şımarıklığı kabul etmiyorum, kibir ve inat o dönem onda çok vardı.
Yalnızlıktan korkan biri olarak yazmışsınız Cahide Sonku’yu. Bu belki doğru ama dostlarında, sevdiği insanlarda gördüğü hatalara çok güçlü tepkiler vermesi, onları hayatından çıkarması, çoğuyla bir daha iletişim kurmaması da bu yalnızlıkta bir etken değil mi? Babası Necati Bey, ablası Necdet, kızı Ender, en yakın dostu Buran, Süavi Tedü… Daha onlarca isim sayılabilir. Cahide’nin kendi çelişkisi de bu belki. Ne dersiniz?
Evet çelişkisi bu… Ama bu aynı zamanda modern insanın çelişkisi. Ortalama üç yüz yıldır hayat böyle akıyor. Herkes dönüp kendi kişisel tarihine bakarsa gerice ne çok insan bıraktığını da görür. İlkokul , ortaokul, lise yıllarından hatırlamadığımız onlarca arkadaşımız, dostumuz var. Hayat böyle olduğu için Cahide’nin de geçmişindeki katmanları, dostlukları açık açık yazdım. Onun yalnız kalması kişiliğinden çok yaşadığı travmaları atlatamamasında gizli.
Son yıllarda, tüm dünyada, çağdaşımız yazarların hikaye anlatma tekniği çok başkalaştı. Bu dönemin kendine özgü bir dramatik “hikaye anlatıcılığı” oluştu. Yazarken bu teknikleri kullandım. Ama gerçeklik ile kurgunun sınırlarını da zorlayıp, bunun ikisinin birleşiminden bambaşka ve yeni bir “birleşim” çıkardım. Sizin hissettiğiniz ve “çelişki” diye tanımladığınız duygu bu. Yoksa iyi bir insanın karşısına kötü ve anlamadığı birini koyarak, dramatik çatışma elde etmek çok eski bir yöntem. Dikkat ettiyseniz Cahide’nin karşısında sürekli peşinde olan kötü insanlar yok. Hatta hiç yok denebilir. Onun hayatla olan çatışmaları; işte bahsettiğim bu yeni “hikaye anlatıcılığı” tekniğine tam uyuyor. Sizin " Okurun elinden bırakamaması” dediğiniz şey tam da bu anlattıklarımda gizli.
Sonku Film’in yanmasından sonra öncesinde çok yakın ilişkisi olan dostu ve avukatı Buran’ı uzunca bir zaman; Talat’ı, Süavi’yi ve Cahide’nin babasını bir daha göremiyoruz kitapta. Onlarla görüşüp görüşmediğini siz de mi bilmiyorsunuz yoksa yine bir kızgınlığın sonucu olarak mı hayatının o döneminde yoklar?
Zaman zaman görüşüyorlardı ama dramatik yapıda fazlalık oluşmasın diye o bölümleri yazmadım. Ne romanın temasıyla ilgili şeylerdi bunlar ne de ana hikayemize hizmet eden unsurlardı. Haliyle, bunları da yazıp, okuyucumu sıkıntıdan bayıltamazdım.
Çeşitli gazetelerde ve çevrede Suavi Tedü’nün de Muhsin Ertuğrul’un da Cahide’ye büyük aşk beslediğinin yazılıp konuşulduğunu biliyoruz. Kitabınızda bunun aksi yönünde bir anlatım var. Araştırmalarınız bu bilgilere şüpheli yaklaşmanızı mı sağladı, yoksa koymayı tercih mi etmediniz?
Bu bir biyografi kitabı değil, bu bir “biyografik roman”…. Dolayısıyla hikayeyi seçerken edebiyatın olanakları ve enstrümanları paralelinde hareket ettim. Bunu şöyle düşünün mesela diyelim ki bir arkadaşınızla 6 saatlik komik bir anı yaşadınız. Sonra bunu anlatırken 6 saati birebir anlatmazsınız, aralardan ayıklar, gereksiz ayrıntıları yok sayarsınız. Cahide’nin hayatını anlatırken de böyle yaptım, yersiz ayrıntıları önemsemedim.
Nazım Hikmet’in yurtdışına kaçışına yardım ediyor Cahide Sonku, siyasete hiçbir zaman ilgi duymamış biri olarak bunu sizce neden yapıyor?
Nazım hem dostu hem de onun yazdığı senaryoları başından beri beğeniyor. Muhsin Ertuğrul'la çalıştığı zaman, yani ilk dönem oynadığı birçok filmin hatta yıldız olmasını sağlayan “Aysel Bataklı Damın Kızı” filminin senaristi de Nazım Hikmet. Ayrıca Muhsin Ertuğrul, Cahide'nin hayatında çok önemli bir figür, dolayısıyla onun değer verdiği insanlar Cahide için de değerli. O nedenle Nazım Hikmet'in yurtdışına kaçışına yardım ediyor. Evine misafirliğe gelen Demokrat Partililerden Nazım'ın askerliğini bahane ederek sürgüne gönderileceğini ve öldürüleceğini öğrenince hemen şairi bulduruyor. Ona durumu anlatıyor, bir film hikayesi siparişi vererek yüklü miktarda telif ödüyor. Böylece Nazım ülkeden rahatça ayrılıyor.
Siyasi olarak komünist kimliğini sakınmadan ortaya koyan Yılmaz Güney de en zor zamanlarında Cahide'ye ve kızı Ender'e maddi yardımda bulunuyor, Baba filminde Ender'in oynaması için çok çaba harcıyor. Yılmaz Güney'in bu tavrı sadece bir vefa olarak değerlendirilebilir mi?
Evet bir vefa olarak değerlendirilmeli. Ama unutmamak gerek ki hem Cahide hem de kızı Ender o filmde rol alıyorlar. Bir hayırdan çok birlikte iş yapıma hali var. O dönem Türkiye'de insanlar arasındaki ilişki şimdiki gibi "sert ve acımasız" değil. Henüz serbest piyasa ekonomisi hayata sirayet etmediğinden vicdan, dayanışma, destek olma gibi haller daha yaygın. Tabi Yılmaz Güney gibi birinden beklenecek hareketler bunlar. Ne de olsa Adana'nın "ağır abilerinden" kendisi.
Geldik sona: Kitabınızın adını “Cahide - Melekler Yeryüzünde Yaşayamaz” koymayı tercih etmişsiniz. Kitabı okuyunca Cahide Sonku için kötü yürekli olmayan, çok yetenekli, çok güzel, kimseye eyvallahı olmayan biri diyebilirim ama sanırım “melek” olarak tarif edemem. Sizce Cahide neden melek?
Bunu kitabı okuyanların kendileri bulmalı. Benim ne düşündüğüm değil, kitaptan ne anlaşıldığı daha önemli.
Künye: Cahide - Melekler Yeryüzünde Yaşayamaz, Eyuphan Erkul, Artemis Yayınları, 2020, 704 sayfa.