Sosyalizmi yeniden düşünmek

Sosyalizmi yeniden düşünmek

Çin Sosyalist Devrimi yenildi ama büyük dersler bıraktı. Komünist parti iktidarında da işçilerin devrim yapma haklarının olduğu, yönetmenin de özel mülkiyet olduğu ve çelişkilerin hiçbir zaman ortadan kalkmayacağı çıkarımları; bugünün komünistleri açısından rehber edinilmesi gereken ilkelerdir.

Kerem Yıldırım

“Hiçbir durumda tarih, kitlelerin yerine planlamacıların(uzmanların) yarattığı bir şey olarak görülemez.”

“Bir kere komünizme ulaşınca hiçbir şeyin değişmeyeceğini, her şeyin ‘tam pekişmiş’ devam edeceğini; sadece nicel değişiklik olacağını, hiçbir zaman kısmi nitel değişiklik olmayacağını nasıl söyleyebiliriz?”

“Stalin sadece teknolojiyi ve teknik kadroyu vurguladı. Teknoloji ve kadrodan başka bir şey istemedi; siyaset yok, kitleler yok. Bu da tek ayaküstünde yürümektir.” [1]

Yukarıdaki alıntılar, Çin Devrimi önderi Mao Zedong’un Sovyet İktisadının Eleştirisi isimli broşüründe yer alıyor. Bu yazıda geçmişin “iki sosyalist odağından hangisinin haklı olduğu” tartışması yapmayacağız. Yani, alıntıların nedeni geçmişte kalan “Pekin-Moskova” tartışmasını diriltmek değildir. Yukarıdaki alıntıların, aslında sosyalizmin en canlı ve en dünyalılaşmış döneminin, bugüne ve yarına yön verecek bir eleştirel anlayışı temsil ettiğini düşünüyoruz. Çünkü yarın, sosyalizmin olası bir tarihsel atılımı içerisinde, tartışmaya büyük ölçüde dünün tartışmalarının en doruk noktasından başlayacağız. Bu nedenle, biz bu yazıda, önümüzde bir olasılık olarak duran yarının sosyalizminin başlangıç problemlerini bugünden değerlendirmeye çalışacağız.

Bu tartışmayı da Çinli komünistler Deng-yuan Hsu ve Pao-yu Ching’in birlikte kaleme aldıkları “Sosyalizmi Yeniden Düşünmek-Sosyalist Geçiş Nedir?”[2] başlıklı güncel broşürü merkeze alarak yürüteceğiz. Özel olarak Çin’deki sosyalizm deneyiminden çıkardığımız ve güncel komünist mücadeleye de yön vereceğini düşündüğümüz dersleri kritik edeceğiz.

Aşağıdaki sorular, Hsu ve Ching’in yanıt aradığı temel sorular arasında yer alıyor:

“Kamulaştırma ile sosyalizm denk midir?”, “Planlama piyasanın zıddı mıdır?”, “Emekçi sınıflar arasındaki çelişkiler nasıl çözülecek?”, “Komünist partiler ya da işçi partileri iktidara geldikten sonra yozlaşmanın önüne nasıl geçecekler?”

Bu soruların yanıtlarına geçmeden önce Hsu ve Ching, evvela “sosyalist geçiş nedir?” sorusuna yanıt veriyorlar:

Sosyalist geçiş, komünist olmayan bir toplumun komünist bir topluma dönüştüğü zaman dilimine verilen isimdir.

Birinci soru: Sosyalist geçişteki kamulaştırma hamleleri sosyalizm midir?

Sosyalizmi kurma girişiminde hem Sovyetler Birliği’nde hem de Çin’de, kural olarak, iktidarın attığı ilk adım sanayiyi kamulaştırmaktı. Geleneksel tahlil genelde üretim araçlarındaki devlet mülkiyetini sosyalizme eşitler. Ancak bu tahlil oldukça sorunludur. Çünkü üretim araçlarının devlete hukuksal devri, geçişin niteliğinin sosyalist mi kapitalist mi olduğunu belirlemez. Devlet mülkiyeti, hem kapitalist bir sistemde hem de komünizme geçiş döneminde görülebilir. Örneğin bugünkü Çin Komünist Partisi, iktidarını meşrulaştırmak için devlet mülkiyetini sosyalizmi uyguladığına dair bir gösterge olarak kullanmaktadır. Gerçekte olan ise bürokratik sermaye iktidarıdır.

Kamulaştırma hamlesinin sosyalist nitelik taşıması, hukuken devralınan mülkiyetin kolektife ve üretimin işçilerin denetimine geçmesiyle mümkündür.

Sosyalist Çin’de 1952’de toprak reformu tamamlandı. Ardından hükümet tarımda kooperatifleşme hamlesi başlattı. 1956’ya gelindiğinde hem sanayinin kamulaştırılması hem de tarımın kolektifleştirilmesi tamamlandı. 1952-1956 dönemi sosyalist geçiş dönemiydi. Bu süreçte mülksüzleştirenler mülksüzleştirildi ve sınıf çelişkileri ana hatları itibariyle işçi sınıfı ve yoksul köylülük lehine gelişti.

İkinci soru: Planlama sosyalizme özgü müdür, planlama ve piyasa birbirlerine zıt mıdır?

Kapitalizmin başlıca çelişkisi üretimin toplumsallaşması ile üretim araçlarının özel mülkiyeti arasındadır. Birçok ülkede kapitalist devlet planlamaya katılmaktadır. Bu nedenle planlamayı sosyalizmle, piyasayı ise kapitalizmle eşitlemek son derece yanlıştır.

Örneğin ABD hükümeti, Amerikan işletmelerinin uluslar arası piyasalardaki rekabet gücünü arttırmak için, şirketlere ihracat destekleri ve ihracat kredileri sunarlar. Hsu ve Ching’in tezini daha da somutlaştıracak olursak, 2008 dünya ekonomik krizi sırasında ABD ve İngiltere krizi hafifletme paketleri çerçevesinde sorunlu bankalara kaynak aktardı. Bu her iki ülkede de  bankacılık sektörünün kısmen kamulaştırılması anlamına geliyordu. [3]

Dolayısıyla, kapitalist ülkelerde bütünüyle piyasaya dayanan bir “hür teşebbüs sisteminin” bulunduğu iddiası efsaneden ibarettir. Planlama piyasanın zıddı değildir; aksine, bu ikisi, kapitalist bir sistemde birbirini tamamlar.

***

Soruları yanıtlamayı sürdüreceğiz ama Hsu ve Ching’in sosyalist geçişi tartışırken ürettikleri iki kavramı da özel olarak açıklamayı önemli buluyoruz. 

Bu iki kavram: Kapitalist proje ve sosyalist proje.

Hsu ve Ching’e göre kapitalist geçiş, yani revizyonizm, devlet aygıtı geçişin doğrultusunu sosyalizm/komünizmden kapitalizme doğru çevrildiğinde başlar. Bu çevrilme ise kapitalist projelerle gerçekleşir.

Deng  Xiaoping’in 1979-1984 arası “bir kaptan yemek yemek tembelliği besler” şiarıyla başlattığı girişim komünleri dağıttı. 1982 tarihli anayasa değişikliğiyle işçilerin elinden grev hakkı alındı. İş güvencesi ortadan kaldırıldı.

Yine Deng’in idaresi altındaki ücret reformu, işçilerin düzenli olarak aldıkları ücrete doğrudan maddi teşvik olarak ikramiye ödemelerinin eklenmesiyle başladı; 1979-1980 yıllarına gelindiğinde ücret ödemelerinde parça başı sistem yeniden yürürlülüğe kondu. Böylelikle işçiler arasında rekabet oluşturuldu.

1984 tarihinde “İktisadi Yapı Reformu” başlıklı bir karar alındı. Bu karar devlet işletmelerindeki yöneticilere kendi işlerini istedikleri gibi yürütme konusunda özerklik tanıdı. Yöneticiler bu kararla kârın bir bölümüne el koyma ve elde ettikleri kârlarıyla istedikleri gibi yatırım yapma hakkını elde ettiler. İşte Çin’deki, bugünün devasa bürokratik sermayesi böyle doğdu.

Bu gelişmelerin hepsi kapitalist projenin ürünleriydi. Kapitalist projelerin amacı, toplumu kapitalizme doğru taşımaktır. Kapitalist projeler, hem üretim ilişkilerini kurmanın, sürdürmenin ve genişletmenin hem de üretim araçlarının sahipleri ile doğrudan üreticiler arasındaki egemen olan ve egemenlik altında olan ilişkisini kurmanın, sürdürmenin ve pekiştirmenin somut yöntemleridir. Kapitalist projeler söz konusu olduğunda bölüşüm, harcanan emek miktarına değil, sermayenin büyüklüğüne dayanır. 1978’de Deng ile başlayan ve sistemli olarak devam eden sürece kapitalist projeler yön verdi. Bu süreç güncel olarak da bugün Xi Jinping eliyle sürdürülüyor.

***

İkinci kavramımız ise sosyalist proje. Aslında sosyalist projeler, 1949-1978 arası sosyalizm pratiğinin de temel dinamiklerini özetliyor.

Sosyalist projeler; işçi sınıfının uzun vadeli sınıf çıkarlarını ileri taşıma doğrultusunda tasarlanmış projelerdir. Sosyalist projelerde bölüşüm; halkın temel ihtiyaçlarını karşılamaya ciddi bir önem atfedilerek, öncelikle, harcanan emek miktarına göre yapılır. Sosyalist projeler, siyasal kararlardan türetilen ekonomik programlardır, Mao’nun deyimiyle komuta siyasetin elindedir.

Çin’deki sosyalist geçiş esnasında(1949-1978) uygulamaya konan toprak reformu kapitalist bir projeydi. Ne var ki toprak reformu, aynı zamanda uzun erimli sosyalist stratejinin de olmazsa olmaz bir parçasıydı. Reformdan sonra sistemli olarak kooperatif hareketi geliştirilmeseydi, gidişat, köylülük içindeki kutuplaşmanın daha da artması ve toprak ağalığının yeniden hortlaması yönünde olacaktı.

Büyük İleri Atılım dönemi toprak reformunun halk komünlerine dönüştürülme kararlılığıyla başladı. Eğer siyasal kararlılık halk komünlerinde ısrar etmeseydi toprak reformu kapitalist proje olarak kalacaktı.

1956-1978 arasındaki devlet işletmeleri deneyimi de sosyalist projeydi. İşçiler, tek tek her bir işletmede, belirli bir ücrete ve sosyal yardımlara sahipti. İşletmeler aracılığıyla ücret fonlarının devletten işçilere aktarılması, idareciler açısından, ücret ve yardım ödeneğini kendi gelirlerinden karşılama sorumluluğu da artı değeri işçilerden söküp alma gücünü de ortadan kaldırmıştı.

***

Kapitalist ve sosyalist proje kavramalarını açıkladık. Şimdi kalan sorulara kaldığımız yerden devam edelim.

Üçüncü soru: Emekçi sınıflar arasındaki çelişkiler, işçi ve köylü arasındaki çelişki, kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişki nasıl çözülecek?

Bu meseleyi günümüzde liberal çevrelerin yönelttiği, meşhur “doktorla çöpçü aynı ücreti mi alacak?” sorusunu da ekleyerek açıklamakta fayda var. Hsu ve Ching’in meseleye dair temellendirmesine geçmeden şu doktor-çöpçü meselesini kısaca değerlendirelim.

Öncelikle, kapitalist ilişkiler içerisinde her birey içine doğduğu ailenin sınıfsal pozisyonuna göre meslek seçebilir. Yani meslek seçme özgürlüğü de sınıfsaldır. Hastane sahibi bir aileden gelen gencin doktor olmasıyla, işçi ailesinden gelen bir gencin doktor olması aynı şey olmadığı gibi; ailesi, işçi sınıfı içinde en güvencesiz kesimlerinden gelen bir gencin çocukluğundan beri çalışmak zorunda kalıp, okula hiç gidemeyip, büyüyünce de temizlik işçisi olması aynı şey değildir. Ya da doğumundan bu yana yetiştirme yurdunda kalan bir kişinin kağıt-atık işçi olması da aynı şey değildir.

Kapitalizm, mülkiyetçi sistemler arasında en eşitsiz sistemdir. Sosyalizm ilkesel olarak, doktor-çöpçü meselesine köklü bir yanıt veriyor ve bütün çocuklara gelişim aşamasında imkan eşitliği sunuyor. İkitsadi, kültürel ve siyasal eşitlikten sonra; doktor ya da temizlik işçisi olmayı kişi gerçek anlamda seçme özgürlüğüne sahip olacaktır. Sosyalizm bir idea olarak, hiç kimsenin daha fazla para kazanmak için doktor olmayı seçeceği bir düzen değildir; sosyalizmde insanlar bireysel olarak kendini gerçekleştirmek ve topluma faydalı olmak için meslek seçerler.

Bu teorik ilkenin pratik durumla arasındaki kriz, kitlelerin sürekli mücadelesi ile aşılacaktır. Gerçek çelişkilidir, sosyalizm/komünizm de cennet değildir, beşeridir. O yüzden pratikte yaşanan her kriz işçi sınıfının dinamik mücadelesiyle aşılabilir.

Çin deneyiminin en farklı ve güncel olarak tartışılmayı en hak eden kısmı da Büyük Proleter Kültür Devrimi ile ete kemiğe bürünen sürekli kitle mücadelesi vurgusudur. Bu meseleyi parti-sınıf ilişkisini ele alacağımız son bölümde daha detaylı işleyeceğiz.

Hsu ve Ching köy komünleri deneyimini incelerken işçiler arasındaki fiziksel eşitsizliği de, komünler arasındaki coğrafi verimlilik arasındaki eşitsizliği de değerlendiriyor.

Bir komünde üretim takımının en güçlü üyesiyle en zayıf üyesi arasındaki fark, üçte birden daha az bir oranla sınırlıydı. Genç, yaşlı ve çelimsiz üyeler, kendilerine ayrılan tahıl payını emeğe göre değil, ihtiyaçlarına göre alıyorlardı. Sosyalist proje, üretken olmayan, çalışmadan elde edilen kazancı ortadan kaldırmış ve gelir uçurumuna bir sınırlama getirmişti.

Komünler genel olarak iyi iş çıkarıyorlardı ama dikkate değer sayıda yoksul komün de vardı. Yoksul komünler kuraklığın sık görüldüğü komünlerdi. Bunun tersine çok verimli topraklar üzerine kurulmuş komünler de vardı. Komünler arasındaki eşitsizlik 1970’lerin sonuna gelindiğinde onda bir orana ulaşmıştı.

Mao önderliğindeki devrimci kadronun bu eşitsizliğe karşı hamlesi ise tarımsal üretim araçlarını tümüyle devlet mülkiyetine geçirmek ve köylüleri tümüyle devlet için ücret karşılığı çalışmak üzere aynı tarzda sözleşmiş işçiler hâline çevirmek oldu. Kolektif mülkiyetin tüm halkın mülkiyetine dönüştürülmesi, bölgeler arası verimlilikten doğan eşitsizliği önlemek için yapılabilecek tek hamleydi.

Sosyalist Çin, kent ve kır arasındaki çelişkinin/farkın yok edilmesi meselesine Sovyet deneyiminde farklı bir perspektifle ele aldı. Sovyet deneyimi planlamada kırı tasfiye yöntemini tercih etmişti. Sosyalist geçiş aşamasında Çin deneyimi, büyük kentlerin nüfusunu kırsal bölgelere sevk etti ve köyleri yok etmek yerine köyleri kentleştirdi, sanayiyi kentlere kurdu.

Ancak Mao’ya göre tarımda sanayileşme ya da köylerin kentleşmesi çelişkilerin ortadan kalkması için yeterli değildi. Mao’ya göre köylülüğe yapılacak bundan sonraki hamle, sosyalist bilincin siyasal eğitimlerle verilmesini sağlamak olmalıdır. Özetle sanayileşme hamlesi, kendi başına köylüye sosyalist bilinç taşımaz, sanayileşmeden sonra siyasal mücadele esastır.

 ***

Dördüncü ve son soru: Komünist partiler ya da işçi partileri iktidara geldikten sonra yozlaşmanın önüne nasıl geçecekler?

Sanırız en çok kafa yorulması gereken kısma geldik. Son soruya Hsu ve Ching hem zihin açan hem de zihin kurcalayan bir saptamayla yanıt veriyor.

Hsu ve Ching’e göre; hâlâ daha fazla araştırılması gereken pek çok sebepten dolayı, devrimi başarıya ulaştıran ülkelerde, iktidarda kalmak, belirli bir noktadan sonra komünist partilerin tek amacı hâline gelmiştir. Komünist parti, değişimin faili olarak hareket etmeyi bir yana bıraktığında, işçi sınıfı ile komünist parti arasındaki bağlantı kopmaktadır. Bu gerçekleştiğinde ise komünist parti, işçi sınıfı iktidarını, komünist partinin iktidarını meşrulaştırmak için kullanmaya başlamaktadır ve yozlaşmaktadır.

Bu problem Çin deneyiminin de aşamadığı bir problemdir. Ayrıca bu problem, iktidarı elinde bulunduran/bulundurmaya aday olan komünistlerin en güncel problemlerdendir.

Çin Komünist Partisi Japon emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşında odak hâline geldiği için parti saflarına yurtseverlik duygularıyla birçok komünist olmayan unsur dahil oldu, bunların bir kısmı partinin en tepesine kadar yükseldiler. Yurtseverlik duygularıyla gelen unsurların bir kısmı devrimci süreç içerisinde komünistleşti ama diğer kısmı ise ulusal kurtuluştan sonraki sosyalist geçiş dönemine direndiler. Sosyalist geçişe direnenlerin başında Liu Shaoqi ve Deng Xiaoping vardı.

Mao’nun önderliğindeki komünist kadrolar buna karşı, üretim ilişkilerini ilerletmenin ve dolayısıyla üretici güçleri geliştirmenin anahtarı olarak, küçük bir grup seçkinin sahip olduğu teknik bilgiden öte, kitlelerin sahip olduğu coşkuyu öne çıkardılar.

Daha devrimden bir yıl sonra Mao’nun önüne ÇKP yöneticilerinin yolsuzluk raporları gelmeye başlamıştı. Mao bu durum karşısında üç karşı çıkış(yolsuzluğa, israfa ve bürokrasiye karşı mücadele) ve beş karşı çıkış(rüşvet, vergi kaçakçılığı, kamu mallarının çalınması, sahtecilik ve iktisadi bilgilerin çalınmasına karşı mücadele) hareketlerini başlattı. Bu noktada Çin halkı ile yolsuzluk yapan parti yöneticileri ve kapitalistler arasındaki çelişki, baş çelişkiydi.[4] Mao bu çıkışların maddi bir güce dönüşmesi için kitlelerin seferberliğini asıl iş olarak görüyordu.

Kitle hareketleri, kitlelerin parti üyelerini herhangi bir kabahatleri ve yetki suiistimalleri nedeniyle eleştirerek kendi görüşlerini dile getirebilecekleri ve hoşnutsuzluklarını ifade edebilecekleri birer açık oturum sunuyordu.

Büyük Proleter Kültür Devrimi öncesinde, bütün kitle hareketleri ÇKP tarafından desteklenmiş ve örgütlenmişti. Yalnızca Kültür Devrimi sırasındadır ki genç öğrenciler ve işçiler kendi kendilerine örgütlenmeye başlamışlardı.

Bu süreçte kitlelerin, iktidardakilere isyan etme hakkına sahip oldukları ilk kez açık seçik kabul ediliyordu. Yine Kültür Devrimi sırasında, mevcut iktidar yapısına alternatif olarak fabrikaları yönetmek ve diğer idari işleri yerine getirmek üzere Devrimci Komiteler kuruldu.

Çin deneyiminin en zirve noktası ve güncel mirası komünist parti ile işçi sınıfı arasındaki çelişkilerde, Mao’nun önderliğindeki proleter devrimcilerin işçi sınıfının yanında tutum alan ve sürekli kitle mücadelesi vurgusunu öne çıkaran tutumlarıdır.

Örneğin Dengci karşı devrimin de ilk yaptığı işlerden biri her türlü kitle hareketini yasaklamak oldu. Deng, Haziran 1989’da, Tiananmen meydanında ayağa kalkan kitleleri acımasızca katletti.

***

Son tahlilde; sosyalist geçişte kamulaştırmanın da planlamanın da sosyalist bir karakter kazanması çelişkilerin işçi sınıfı lehine çözülmesine bağlıdır. Sosyalizm komünizme geçiş aşamasında dahi çelişkiler devam edeceği için, çelişkilerin işçi sınıfı lehine çözülmesi, planlamada ve her türlü idari işte işçi sınıfının yapılan eyleme ağırlığını koymasına bağlıdır. İşçi sınıfının itiraz hakkı, isyan hakkı esastır. Oturduğu semtten iş yerine kadar işçi her alanda söz sahibi olmalıdır, kitlesel itirazlar ve isyanlar sıradanlaşmalıdır.

Mao, “Şu insan denen hayvan çok garip, biraz üstünlük ele geçirmeye görsün, hemen havaya giriyor… Bunu görmezden gelmek tehlikeli olacaktır.” derken çok haklıydı. Çünkü yönetme eyleminin ve düşüncesinin kendisi de bir mülkiyet bilincini temsil etmektedir. Hem Sovyet hem de Çin deneyiminde yeni kapitalistler Komünist partinin içinden türedi. Burada Sovyet deneyiminden farklı olarak Çin deneyiminde, devrimin önderi Mao bu tehlikeyi saptadı ve “burjuvaziyi dışarıda aramayın, burjuvazi partide” dedi. Mao bunu saptamasına ve “kitlelerin partiye karşı isyanı haktır” demesine rağmen 1978’de kapitalist yolcuların darbesiyle devrim sona erdi.

İnsanlık yaklaşık 12.000 yıldır özel mülkiyetin belirleyici olduğu toplumsal ilişkiler içinde yaşıyor ve bunun insan bilincinde yarattığı muazzam bir tahribat var. Özel mülkiyet ilişkileri tarihin bütün aşamalarında, bütün kutsallarıyla birlikte, insana yönetilmeyi ya da yönetmeyi öğretti ve öğretmeye devam ediyor.  Alain Badiou “komünist devrim neolitiğe karşı devrimdir”(5) derken çok isabetli bir saptama yapmıştı. Emekçi insanlığın komünist hamleleri bütün bir uygarlıkla ideolojik olarak hesaplaşmayı gerektiriyor.

Çin Sosyalist Devrimi yenildi ama büyük dersler bıraktı. Komünist parti iktidarında da işçilerin devrim yapma haklarının olduğu, yönetmenin de özel mülkiyet olduğu ve çelişkilerin hiçbir zaman ortadan kalkmayacağı çıkarımları; bugünün komünistleri açısından rehber edinilmesi gereken ilkelerdir.

Yazımızı Kültür Devrimi sırasında işçilerin sıkça kullandığı bir şiarla bitirelim:

“Devrim yapmak suç değildir. İsyan etmek haktır.”


[1] Sovyet İktisadının Eleştirisi, Mao Zedong, Ç: İzzet Altan, Akademi Yayın, 2.Baskı, 2010, İstanbul.

[2] Sosyalizmi Yeniden Düşünmek-Sosyalist Geçiş Nedir?, Deng-yuan Hsu/Pao-yu Ching, Ç: Onurcan Ülker, Patika Kitap, 1.Baskı, 2022, İstanbul.

[3] ABD ve İngiliz bankalarında ‘kısmi’ kamulaştırma https://www.evrensel.net/haber/216622/abd-ve-ingiliz-bankalarinda-kismi-kamulastirma?utm_source=paylas&utm_campaign=twitter_ust&utm_medium=haber

[4] Mao’ya göre Baş Çelişme: Karmaşık bir şeyin gelişme sürecinde birçok çelişme vardır. Bunların birinin varlığı ve gelişmesi, öteki çelişmelerin varlığını ve gelişmesini belirler ya da etkiler. İşte bu baş çelişmedir.

DAHA FAZLA