Sınıfını unutmuş bir yazar: Knut Hamsun

Sınıfını unutmuş bir yazar: Knut Hamsun

Yazarın neyi anlattığı kadar; yazarken nelerden beslendiğini, nasıl hissettiğini, hangi sokaklardan yürüdüğünü de düşünürüm. Açlık’ı okurken, yazarın hayatını karıştırma ve orada saklanmış gizli gerçeği arama çocukluğum daha hızlı sardı ruhumu.

Şilan Geçgel

İnsanın yürüyecek takati kalmayacak kadar uzun süre aç kalması; midesinin bulanması, gözlerinin kararması, konuşamayacak, yutkunamayacak hale gelmesini de beraberinde getirir. Hayatında hiç gerçekten aç kalmamış biri, açlığı anlatabilir mi?

Ekmeği veresiye alanlar, aydan aya veresiye ekmek borcunun kapanması için sabahın kör karanlığından gecenin zifirine çalışanlar için açlık; aslında kelimenin tam anlamıyla kuru ekmekle yaşamaya devam etme gayretinden başka bir şey değildir. İnsanın en temel fizyolojik ihtiyaçlarının dahi karşılanamadığı bir tabloda başka şeylerden söz etmek mümkün olur mu? Aşktan, sevgiden, aidiyet duygusundan… Ya insanın büyük hayalleri, idealleri, büyülü düşleri? Onlar, açların sokaklarına uğramazlar mı?

Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine göre; yemek, içmek, susamak gibi fizyolojik ihtiyaçlarımız, yaşamımızı devam ettirebilmemiz için elzem olan 1. basamak ihtiyaçlardan. (1)

Norveçli yazar Knut Hamsun, tam da Maslow’un işaret ettiği bir 1. Basamak açlıktan bahsediyor ünlü romanı Açlık'ta. Yazar, açlığı bir duygusal durum olarak değil, doğrudan fizyolojik bir olgu olarak ele alıyor. Gerçek adı, Knut Hamsund olan yazarın, 1885’te Mark Twain üzerine kaleme aldığı bir yazıdaki dizgi yanlışı yüzünden soyadından bir “d” harfi eksik çıkıyor ve yazar, bu olaydan sonra Hamsun soyadı ile yazmaya devam ediyor. (2)

Varlık Yayınları tarafından basılan Açlık, çeviride Behçet Necatigil imzası taşıyor. Necatigil, aynı zamanda kitaba giriş mahiyetindeki ufuk açıcı önsözü de kaleme alıyor. Hamsun’un, büyük bir yazar olmak isteyen ancak meteliksiz genç bir adamın öyküsünü kaleme aldığı bu romanı, en bilinen romanlarından.

Yarı-otobiyografik bir eser olarak ele alınabilecek bu kitapta, ana karakterin ismi yok; kendi bulduğu takma isim dışında ana karakterin adına hiç rastlamıyoruz. Ancak ana karakter, sanki yazarın hayatının bir izdüşümü gibi yaşıyor, roman boyunca.

“Yumruğunu yemedikçe kimsenin bırakıp gitmediği o garip şehir Kristiania’da aç açına sürttüğüm günlerdeydi…” (3) diyerek okura merhaba diyen Hamsun, tıpkı kendi gençliğinde olduğu gibi ana karakterini de Kristiania’nın yoksul sokaklarında yürütüyor.

Açlığın fizyolojik etkilerini, evsizlerin konakladığı soğuk şehir parklarını ve sokak lambasının dahi insanın içini aydınlatmadığı ıssızlığı anlatıyor Hamsun. Yazdığı yazılar sayesinde bazen birkaç kron kazanan genç yazarımız, çoğunlukla aç olmasına rağmen yazma tutkusunu hep içinde taşıyor. Her şeye rağmen eskidiği belli olmasın diye diz kapaklarına su serpiştirdiği yamalı pantolonu ile usulca geziyor sayfaların arasında.

Yardım istemekten utanan, dilenmeyi gururuna yediremeyen, her zaman “tok ve asil görünme” kaygısı ile açlıkla giriştiği savaşın içinde debeleniyor, açlığını bastırmak için ısırdığı parmağının kanını emerken dahi başını dik tutmaktan ödün vermiyor. Hamsun, okuru sadece fizyolojik bir açlığı anlamaya ve dahası ana karaktere acımaya değil; aksine, açlığın insan iradesi ve onuru üzerindeki etkisini düşünmeye davet ediyor.

Açlığın sınıfsal olduğunu ve büyük yazar olmak isteyenlerin önce karınlarını doyurmalarının elzem olduğunu; edebiyat, sanat, felsefe gibi “hobilerin”, kapitalizm koşullarında zenginlerin himayesinde olduğunu bilmem yazmamıza gerek var mı? Sanırım yok.

Bir kitabı okurken, kitapla daha çok, yazarla daha az ilgilenme gayretinde bulurum hep kendimi. Ancak günün sonunda elim, hep yazarın öz yaşam öyküsüne gider. Yazarın neyi anlattığı kadar; yazarken nelerden beslendiğini, nasıl hissettiğini, hangi sokaklardan yürüdüğünü de düşünürüm. Açlık’ı okurken, yazarın hayatını karıştırma ve orada saklanmış gizli gerçeği arama çocukluğum daha hızlı sardı ruhumu.

Knut Hamsun’un aslında bir Hitler hayranı, Nazi yanlısı olduğunu ve bununla birlikte Norveç’te Nazi işgaline direnen yurttaşlara “silahlarınızı bırakın” çağrısı yaptığını öğrenmem uzun sürmedi. Nazi propagandası yaptığını da haliyle…

Açlığı bu kadar etkileyici anlatan, açlığı bu kadar iyi bilen bir ruhun, 1920 yılında Nobel edebiyat ödülünü kazanan bir yazarın; Nazi toplama kamplarından veya oradaki insanlık dramından haberi olmayabilir miydi?

Kuşkusuz hayır.

Bir rivayete göre; kendi kitaplarından evinin önünde bir dağ oluşan yazardır aynı zamanda Hamsun.

“Bir sabah, genç bir Norveçli, elindeki Hamsun kitabını yazarın evinin önüne bırakıp sessizce uzaklaşır. Bir süre sonra biri daha kitap bırakır aynı yere. Sonra biri daha, biri daha, biri daha... Oslolular ellerindeki Hamsun kitaplarını yığarlar yazarın kapısının önüne. Ne bir arbede yaşanır, ne de kötü bir laf edilir. Kırgın Norveçliler kitapları sessizce bırakıp dağılırlar. Adeta kendi kitaplarından bir dağ oluşur Hamsun'un bahçesinde.” (4)

Hamsun’a bakınca ne görmek gerekir: Nazi propagandacısı bir kalem mi, açlığın kendisini okura böylesine derinden hissettiren bir edebiyat emekçisi mi? Sınıfını unutmuş bir ezilen mi?

Knut Hamsun yaşamını yitirdi. Ancak yaşayan huzursuz ruhlar için sorular ve dolayısıyla cevaplar bitmiş değil. “Bir yazarın kaleminin gücünü, hayattaki duruşundan bağımsız ele almak mümkün mü?” sorusuna, bu yazıyı kaleme alanın yanıtı belli aslında.

Eğer bu yazara kitabını iade etme olayı bir kurgu değil gerçekse; biz de elimizdeki Hamsun kitaplarını, kapısının önüne bırakmak üzere çoktan yola çıkmışızdır.

Künye: Açlık, Knut Hamsun, Çev. Behçet Necatigil, Kasım 2015, İstanbul, 37.Basım, Varlık Yayınları, 160 Sayfa

 

1- https://evrimagaci.org/maslowun-ihtiyaclar-hiyerarsisi-hayatta-kalmak-icin-nelere-ihtiyac-duyariz-1644

2- Notu düşen: Çev. Behçet Necatigil, Açlık, Knut Hamsun, Kasım 2015, İstanbul, Varlık Yayınları, Sayfa: 8. 

3- Sayfa: 11

4- https://www.artfulliving.com.tr/edebiyat/fasizmin-golgesinde-bir-buyuk-deha-knut-hamsun-i-5016

 

DAHA FAZLA