Severek, susarak, okuyarak: Dokunmanın Gücü Üzerine
Dokunmak, belki de en içten izi bırakmaktır. Dokunarak tanır, sever, hisseder ve anlarız ve şüphesiz ki yalnızca ellerimizle dokunmayız. Sevmek, susmak, okumak ve gülmek de dokunmak değil midir?
Berat Çelikoğlu
Dokunmak, belki de en içten izi bırakmaktır. Dokunarak tanır, sever, hisseder ve anlarız ve şüphesiz ki yalnızca ellerimizle dokunmayız. Sevmek, susmak, okumak ve gülmek de dokunmak değil midir?
İletişim Yayıncılık’ın Psykhe serisinin yeni kitabı Wilhelm Schmid’in imzasını taşıyor. Dokunmanın Gücü Üzerine’de dokunmayı psikolojik ve sosyal boyutlarıyla ele alırken tüm bunları en iyi bildiği yerden, felsefenin ufuk açıcı penceresinden anlatmayı ihmal etmeyen Schmid’in sesi, bize Tanıl Bora’nın başarılı çevirisi sayesinde tanıdık geliyor.
Çevremizle kurduğumuz her türlü etkileşimin bir boyutu, bir şeylere bedensel veya zihinsel olarak dokunmaktan geçiyor. Düşünmek, okumak, dinlemek ve sevmek: Her birinin ortak özelliği bir teması, bir dokunuşu gerektiriyor olması. Kendi ellerimizle yarattığımız ve adına “yaşamak” dediğimiz bu hengâmenin ortasında belki de pek çok şeyi anlamlı kılan, onları bir şekilde başka insanlarla temas ederek birlikte deneyimliyor oluşumuz. Wilhelm Schmid’in kitap boyunca izini sürdüğü şey ise, anlamı ve iletişimi yaratan en kuvvetli araçlardan biri olan dokunmayı her yönüyle keşfetmek, gizlendiği yerden çekip çıkartmak.
Dokunmanın gücü üzerine düşünmeye bir hastanede insanları gözlemlemek üzere çalışırken başladığını dile getiren yazar; bir hastaya uzattığı eli nasıl da kolayca geri alamadığını, doktorların hastaların koluna dokunduğunda ise aralarındaki ilişkinin nasıl birden değişiverdiğini gördüğünü anlatarak başlıyor sözlerine. Böyle kuvvetli bir girişin ardından farklı yollarla dokunmanın gücünü keşfe çıkıyor.
Elbette Schmid, dokunmanın iyileştirici bir etkisi olabileceğinin hakkını her fırsatta teslim ederken tersini de es geçmiyor. Kitapta dokunmanın, iradeyi ve arzuyu yoksayan boyutuyla bir tacizi, ihlali de beraberinde getirebileceği noktasında keskin bir sınır çizgisini çekiyor. Yani dokunmanın da başka pek çok şey gibi iki yüzü ve boyutu var: İyileştiren, tanımlayan, yol gösteren bir dokunma ile bozan, tahrip eden, zarar veren bir dokunma.
Kitapta ilgimizi en çok cezbeden noktalardan birisi, yazarın bir dokunma biçimi olarak susmayı ele aldığı bölüm oldu. Susmanın kolektif ya da bireysel bir edim olarak nasıl bir protestoya dönüşebileceğini, bu yolla bir şeyi yaptırma ya da yaptırmama anlamında muhatabına nasıl dokunabileceğini anlatan yazar şunları söylüyor eserinde: “Bir şey karşısında beraber susmak, herkese aynı ölçüde dokunur ve cemaat kurucu olabilir: Susarak birbirlerini anlayanlar, birbirlerine ait olduklarını bilirler. Sessizlikle geçiştirmek ise cemaati parçalar, çünkü hakiki koşulların gizlenmesi, sahiden olan şeyin bastırılması, ötekileri incitir.”
Dokunmayı düşünmek isteyenler için
Elimizdeki kitap, rutin yaşantımızda bilinçli veya bilinç dışı şekillerde sürekli olarak yaptığımız bir şeyi, dokunmayı düşünmeye davet ediyor bizi. Ellerimizin ve gözlerimizin dijital ekranlara hapsolduğu bir çağda anlamlı bir dokunuşun yaratabileceği etkiyi tartışmak istiyor Wilhelm Schmid. Kitapta yaptığı bir öneriyi etraflıca düşünmeye mecbur bırakıyor: Belki de Renê Descartes’ın insan olmanın çekirdeği olarak kurguladığı “Düşünüyorum, o halde varım” tümcesi, “Dokunuyorum, dokunuluyorum, o halde varım” olarak değiştirilmeli.
KÜNYE: Dokunmanın Gücü Üzerine, Wilhelm Schmid, Çeviren Tanıl Bora, İletişim Yayıncılık, 1.Baskı, 2020