Sanatta üçüncü yol değil, tek yol

Sanatta üçüncü yol değil, tek yol

Aydını asıl belirleyen, kendi başına hareket ve değişim aranışı değil, oturmuşluk ve düzen aranışıdır. 

Emin Şentürk Suljič

Türkiye'nin son 20 yılı; son yüz yılda mücadeleler halinde kazandığı, bakiye olarak devredilen hakların var olma mücadelesiyle geçti. Geride bırakılan yüzyıldan bakiye olarak devredilen hak ve özgürlüklerin bile bol geldiği bu dönemi geride bırakma mücadelesi yaşanırken kültür-sanat alanında çıkartmamız gereken dersleri bu yazı vesilesiyle tartışmaya çağırıyoruz. 

İktidar, emekçilerden çaldıklarıyla ekonomiyi patronlar lehine büyütürken küçülen kültür sanat alanında kendine rantçı, fırsatçı şarkıcılar, oyuncular devşirdi. Bu "ekmeğinde olan", rantçı, lümpen meşhurlar rengarenk, zengin sanat tarihimizin üzerine beton dökülerek inşa edilen iktidarın burçları oldular. Bu çirkinliğin parçası olmayı reddenleri ise bir millet dalkavukluğuyla halka linç ettirmeye çalıştılar. Toplumun ileriye attığı çapalar olan aydınları teslim almak, yıkımın ve inşanın olmazsa olmazıydı. Ne iyi ki ülkemizin kültür sanat birikiminin yüz akı olan birçok isim, iktidarın en güçlü anlarında bile "Kral çıplak!" demeyi bildi. 

Sanatçıların, aydınların bu denli hırpalandığı dönemin sonunda kültür-sanat alanına bir çağrı yapmak istiyoruz: "Halka sırtınızı dönmek" ya da tersinden "halk dalkavukluğu yapmak" ikilemine mahkum değilsiniz! Biliyoruz ki cuntacılar Aziz Nesin'i, Can Yücel'i yargılayamadı; onlar cuntacıları yargıladı. Uğur Mumcu, kontrgerillanın ipliğini pazara çıkararak halk düşmanlarını ve onların çocuklarını yıllarca üstlenemeyecekleri, birbirinin üstüne atacakları bir kalleşliğe mahkum etti. Yaşar Kemal kalemiyle, Yılmaz Güney kamerasıyla sahte anlatıları yerle bir etti; bu kadim toprakların tarihine yaraşır eşit ve özgür bir insan yaşamının emekçisi oldular.

Bu memleketin aydını şiiriyle, bestesiyle, önlüğüyle, kırık gözlüğüyle tek yol olduğunu gösterdi. Biz de bu tek yolu büyütmek için geçtiğimiz ay bir araya geldik, konuştuk, tartıştık. Ortaklaşmaya, başka katkılara vesile olması amacıyla aydın kavramını ele almak istedik. 

AYDIN 

Aydın kavramı ve bu kavramın bir kimlik olarak kapsadığı düşünülen kişiler konusunda  her dönemde her mahalleden birçok tartışma yürütülüyor. Bazen günlük tartışmaların içinde bazen uzun teorik çalışmalarda irdeleniyor. Bu tartışmaların ortak noktalarından birisi; zamanın ruhuna, yazıyı kaleme alanın ideolojik konumlanışına göre aydına türlü seçimlerin, sorumlulukların, görevlerin atanması. Bir diğeriyse hepsinin aydın tanımına yönelik bir tanımı içermesi. 

Biz de okurla ortak çıkarımlar yaparak ilerlemek için hemen başta aydın kavramını tanımlamayı gerekli görüyoruz. 

Bireyler toplumun olanaklarıyla, özellikleriyle içinde doğdukları sınıfa, bu sınıfın katmanlarına göre etkileşime geçerek var olurlar. Bulundukları sınıfın toplumsal zenginliklerden faydalanma durumuna, taşıdığı toplumsal algıya göre bir toplumsal ilişki geliştirirler. Çağu durumda ailelerinden devraldıkları bu başlangıçtaki avantajlı konumlarını pekiştirerek toplumun "şanslı", ayrıcalıklı kesimi olmayı sürdürürler. Bunun en yaygın yollarından biri serbest piyasanın "gözde" mesleklerini seçmek olarak gerçekleşir. 

Aydın kişiliği geçmişten günümüze kadar takdir edilen kişilerin ortak özelliklerinden biri kapitalizmin dayattığı yaşam pratiğini, "kariyeri" sahip olduğu dönemsel ya da aileden devraldığı olanaklarla aşmayı seçmiş olmalarıdır. Bu kişilerin yaşamlarının önemli dönemeçlerinde kapitalizmin piyasa için parlattığı meslekleri elinin tersiyle ittikleri ya da bu meslekleri toplumsal bir yararla sürdürmeyi seçtikleri görülür. 

Fark edildiği üzere, aydını ortaya çıkaran süreç; aynı zamanda güçlü bireyselliğin inşası sürecidir. Çünkü bu kişiler seçimlerinde çoğunlukla toplumsal ortalamayı, dönemsel sağduyuyu değil, tarihsel ve bireysel nedenleri referans alırlar. Aldıkça kendilerini de kuşatan toplumsal gerçekliğe, ikilemlere karşı toplum düzleminde bir ağırlık merkezi oluşturarak birçok tavizle, geri adımla ya da kazanımla tutunmaya çalışırlar. Tüm bu nedenlerle, bireyin, tarih ve toplum önündeki en kudretli halinin aydın olma hali olduğunu söyleyebiliriz. 

İnsan, zamanına ve toplumuna rengini en çok aydın olarak çalabilir. 

Biz de bu bilinçle kapitalizme inat sanat diyen ülkemizin cesur bireyleriyle bir araya geldik. 

Bireyin seçimleriyle kendini yerleştirdiği sorumluluk alanlarıyla geliştirdiği, toplumun önünde sergilediği bütüncül yaşam pratiğiyle geliştirilen güçlü bir bireyselliğin damgasını vurduğu bir toplumsal ilişkidir. Bir kez edinince tamamlanan anlık bir durum değil yaşayan bir süreçtir. 

Aydın toplumsal gerçekle, vasatla çatışır. Ama bunu bilmişlik yapmak, elit olmak, kendini özel hissetmek, kendine ayrıcalıklı bir alan inşa etmek ya da çok bildiğini göstermek amacıyla yapmaz. Aydın; toplumu geliştirmek için toplumun güçlülerini eleştirir; toplum tarafından eleştirilmeyi, linç edilmeyi, güçlüler tarafından baskıya uğramayı göze alır. Aydınları, günümüzdeki zengin ebeveynlerin entelektüel şımarık çocukları olmaktan çıkaran budur. Bu nedenle aydın küçük burjuva elitist entelektüellerin aksine toplumsal sorunları sadece halkın eğitimsizliğiyle açıklamaz.  Gerçek sorun kaynakları olan, tüm toplumsal ilişkileri belirleyen eşitsizliklere, sınıfsal ilişkilere dikkat çeker. Eğitimin öneminden, halkın bilgisizliğinden bahsetmenin yanında egemen sınıfın, muktedirlerin yaşanan sorunlar konusundaki rolünü çeşitli düzlemlerde görünür kılar. Aydını, meşhurdan ayıran bu temel doğrultu farklılığıdır. 

Aydının bunları yapmasına olanak tanıyan çoğu durumda serbest piyasaya doğrudan artı değer üretmediği halde, bazı vazgeçişlerle beraber, toplumsal olarak var olabilme imkanıdır. İçine doğduğu toplumsal kesimden devraldığı ve geliştirdiği bu imkanı kendine biçtiği toplumsal sorumlulukların gerçekleştirilmesinin destekleyicisi haline getirir. Aydını meşhurdan ayıran bir diğer temel karakteristik özelliği de budur. Meşhur toplumdan kendine doğru serbest piyasaya dayalı bir sürecin peşindeyken aydın kendisinden topluma serbest piyasaya dayalı olmayan bir sürecin örgütleyicisidir. Aydını meşhurdan ayıran ikinci dinamik de budur. 

Çeşitli nedenlerle toplumun önünde olan bireyler yaptıkları seçimlerle gelecek seçimlerini belirleyecek böylesi dinamikleri çalıştırmaya başlarlar. Bu nedenle bazı meşhurlar aydın haline gelirken bazıları birçok yatkınlığa rağmen sadece meşhur olarak doğup meşhur olarak ölürler. 

(Edebiyat ve sanatla uğraşanlar, siyaset ve toplum bilimcilere göre belirli bir ayrıcalığa sahipler.  

"Aydın, bir toplumda düzen, yerleşiklik, oturmuşluk ve akılcılık arar. Altını önemle çizmek istiyorum: Aydını asıl belirleyen, kendi başına hareket ve değişim aranışı değil, oturmuşluk ve düzen aranışıdır" diyor Metin Çulhaoğlu.

‘Uygar bir ülkede sanat; kâr ve rant için yapılamaz, devletin sanata desteği olmazsa olmazdır. Bilim ve sanat özgürdür. Sanatın özgürce üretilmesini sağlamak sosyal devletin temel görevlerinden biridir.’

Gorkiye göre aydınlar “ülkedeki her tür kötülükten sorumlu olan, ülkenin en iyi insanlarıdır.”

Nurullah Ataç’a göre aydın “Her doğruda bir yalan, her yalanda bir doğru bulmaya çalışan kişi”dir.

Tarihe not düşmek… Gerçeği yalnızca gerçeği anlatmak… Haklının ve mazlumun yanında durmak her daim… Yürümek üstüne üstüne zalimin, katilin, arsızın, hırsızın… )