Kapitalizme mecbur değiliz
Gerçek özgürlük, istediğimizi yapacak kadar boş zamanımızın olduğu bir dünyaysa özgürleştirici sosyalist proje bunu kendi siyasi misyonu açısından asli bir mesele olarak önermelidir.
Ufuk Akkuş
Her ekonomik krizi fırsata çevirmeyi bilen ve bugüne kadar değişik yollarla krizlerin üstesinden gelmeyi başaran sermaye, varlığını sürdürmek için değişik yöntemler kullanmakta, esnek ve hareketli bir yol izlemektedir. Bu devingen yapının analizi için de özü hareket, bütünsellik ve ilişkisellik olan diyalektik yöntemin kullanılmasının önemli bir kılavuz niteliğine sahip olduğunu söyleyebilirim. Marx’ın dev eseri Kapital’de gösterdiği gibi, krizler kapitalist sisteme içkin bir özelliğe sahip olup, belli periyotlarda ortaya çıkmaktadır. Sermayenin bu krizlere yanıt verme potansiyeli de mevcut ülkenin sosyo ekonomik yapısı, sermaye birikiminin o ülkelerdeki geldiği aşama, emekçilerin mücadele düzeyi ve devlet-sermaye ilişkilerine bağlı olarak şekillenmektedir. David Harvey, "Anti-Kapitalist Günlükler" adlı kitabında kapitalizmin mevcut krizi aşma ve krize direnme mekanizmaları ile çözüm yolları konusunda politik olasılıkları tartışıyor. Bu tartışmada; güncel olaylardan yola çıkarak gözlemlerde bulunuyor, krize getirilen neo liberal çözümlerin mantıksızlığını vurguluyor ve anti-kapitalist mücadele konusunda yeni öneriler ve uluslararası çözümler konusunda marksist çerçevede çözümler sunuyor.
Şili, Ekvador, Tahran, Hindistan, Bangladeş, ABD, Çin, Türkiye vb gibi ülkelerde 2000’li yıllarda ortaya çıkan ayaklanmalar ve grevlerin ortak noktasının dünya genelinde kapitalist ekonomik modelin halk kitlelerine verdiği sözü tutamamaları ve siyasi sürecin aşırı zenginler lehine çarpıtılması olduğunu öne süren Harvey, mevcut ekonomik modelin temel ihtiyaçlarımızı karşılamadığını dile getiriyor. Sorun Harvey’e göre, kapitalizmin neo liberal biçimi değil bizatihi kapitalizmin kendisidir. Sistem dünya genelinde sadece aşırı zenginler ve başarılı girişimcilerden oluşan %1 için iyi işliyor. 2008 yılında ekonomik kriz yaşandığında sistemin kendi ayakları üzerinde duramadığı anlaşılmıştır. Dahası herkes bu sistemden aşırı zenginlerin kazançlı çıktığını görmeye başlamış ve hükümet, bankacıları yani Wall Street’i kurtardığında her şeyi onlara vermiştir. Bankacılar 2008’de dünya finans sistemini çökerttikleri için hep beraber 30 trilyon dolardan fazla ikramiye almışlardır. Harvey, neo liberalizmin 2008’de sona ermediğini, ancak siyasi meşruiyetini yitirdiğini iddia eder. İnsanlar hayatlarını idame ettikleri ekonomik sisteme tümüyle yabancılaşmışlardır. Birleşik Devletler’de çöküşün adresi olan konut piyasasında nerdeyse 7 milyon insan evini kaybetmiştir. Ancak 1980’lerden bu yana inşa edilen kişisel gelişim ve kendine yatırım yapmayı empoze eden neo liberal kültür, insanları kendilerini suçlamaya, sorunların kaynağı kendileriymiş gibi davranmaya yöneltmiştir. Onlar için sonuç; kemer sıkma politikaları ve düşmanca muamele görmeleri şeklinde olmuştur. Harvey, 1970’lerde başlayan emek gücünü sindirme girişimlerini, Marx’ın Kapital’inden yararlanarak çözümler. Marx’ın birinci ciltte anlattığı hikâyenin, kapitalistlerin işçilere giderek daha az ücret ödedikleri ve böylece pazarı günden güne daha fazla daralttıkları için güçlüklerle karşılaşacakları bir durum yarattığını söyler. Neo liberalzmin çelişkisi buradadır. Ve krizden çıkışın bir yolu coğrafi genişleme (Çin, Rusya ve Doğu Avrupa’daki eski sosyalist ülkelerin küresel sisteme dahil edilmesi) iken, diğer yolu da insanları borçlandırmaktır. 2008 krizinin nedenlerinden biri de geri ödeyecek bir gelire sahip olup olmadığına bakılmaksızın hemen herkese kredi verilmesi olmuştur. İnsanların evlerini kaybetmesi ile işleyen süreç sermaye için avantajlı bir durumdu. Hacizli evler, yatırım fonları ve özel sermaye grupları tarafından yok pahasına satın alınmıştı. Kapitalist düzen kredi sistemini uzatarak ve yayarak ayakta durur. Kredinin artması sermayenin büyümesi demektir. Tabii ki bu sonsuza kadar devam edemez.
Harvey’e göre; sermaye, işçi hareketini bölmek ve dirençlerini kırmak için onları, adem-i merkeziyetçi bir emek sistemine geçirmiştir. Böylece işçiler sendikasızlaştırılmış, esnek çalışma sistemi ve taşeronlaştırma uygulamaları gibi modeller hâkim kılınmıştır. Harvey, solun da bu süreçte tıpkı sermaye gibi Fordist emek sürecine ve fabrika sistemine cevaben ortaya çıkan politik biçimlere karşı duran ve hiyerarşik olmayan bir yapıya büründüğü tesbitini yapar. Kapitalizmin ayakta kalabilmesi için, dünya ekonomisinin her yıl %3 büyümesi gerektiğinin altını çizen Harvey; bu büyüme hızının, yaşamı daha da katlanılmaz boyuta getireceğini ve zaten tehlikeli boyutlara ulaşan küresel çevre sorunlarını artıracağını söyler. Makineleşmeyle birlikte işçi makinenin bir parçası haline gelmiştir. Artık vasıf işçinin değil makinenin içindedir ve sürecin hızı açısından özerklik emekçinin yetki alanı dışındadır. Kapital’de ayrıntılı olarak anlatılan işçinin üretim sürecindeki özerkliğini yitirmesinin, aynı zamanda tüketimde de geçerli olduğunu söyleyen Harvey; işçinin arzu ve ihtiyaçlarının manipüle edildiğini ve her şeyin sermayenin suretinde inşa edildiğini öne sürer. Eksiksiz bir toplumun en büyük göstergelerinden birinin boş zaman olduğunu savunan Marx’a atfen, Harvey zorunluluk alanından özgürlük alanına geçebileceğimiz bir toplum savunusu yapar. Sermayenin gündelik yaşamı istila etmesi nedeniyle sermaye düzeni, zamanımız üzerindeki özerkliğimizi elimizen almaktadır.
Harvey’e göre: Kapitalizmin ilk yıllarında hâkim olan ilkel birikim süreçleri günümüzde de varlığını sürdürmektedir. Sermaye birikiminin sürdürülmesi için emperyal sisteme değinen Rosa Lüksemburg’un tezi, çeperdeki ilkel birikim örneği olarak yorumlanır. Ayrıca, 1980’den sonra Çin’deki köylülerin küresel kapitalist üretim uğruna seferber edilmesi de ilkel birikim örneğidir. Benzer şekilde, Hindistan’da köylülerin mülksüzleştirilmesi ve ülkede ücret yapılarının giderek artması, dünyanın dört bir yanında köylü örgütlenmelerinin yok edilmesi de ilkel birikimin Marx’ın anlattığı dönemlerden bu yana kapitalist toplumun bir özelliği olarak varlığını sürdürdüğünü göstermektedir. Harvey bir diğer birikim biçiminden bahseder: Canlı emeğin üretimde sömürülmesine paralel bir birikim olan “mülksüzleştirme yoluyla birikim”. Bunun ilkel birikim ile farkını da şöyle ortaya koyar: ilkel birikimde insanlar topraklarından kovulur, kamu mülkleri çitlerle çevrilir. Bu süreç ücretli emek gücünün yaratılmasına yol açar. Mülksüzleştirme ise, zaten birikmiş servetin, üretime yatırım yapma düşüncesi olmaksızın sermayenin belli kesimleri tarafından temellük ya da gasp edilmesidir. Örnek olarak; büyük sermayenin küçükleri ele geçirerek gücünü ve kütlesini genişletmesi veya yukarıda örnek verdiğim kredili konut satın alan kişilerin borçlarını ödeyememesi sonucu evlerine haciz konularak düşük fiyatla satın alınması gösterilir. Üretimle hiçbir ilgisi bulunmayan bu birikim tarzına başka bir örnek de kentte kalitesi artma potansiyeli taşıyan bir bölgeye, sermayenin girerek, düşük gelirli nüfusun o bölgeden tahliye edildiği mütenalaştırma sürecidir. Sermayenin kendisi için gereksiz maliyet ve külfet unsuru olarak gördüğü içilerin sağlık ve emeklilik haklarının, gaspedilme girişimi de mülksüzleştirme yoluyla birikimin örneklerinden biridir. Bütün bu yollar aracılığı ile sermayenin yeniden üretim mekanizmasının önü açılır.
Harvey’in mülksüzleştirme yoluyla birikim kavramını sermaye birikiminin gelişimi için elzem olarak görmesi fikrine katılmakla birlikte, çubuğu abartılı bir şekilde o yöne doğru büktüğünü düşünüyorum. Büyüme sürecinde başat öğe hala imalat sanayiindeki emek gücü üzerinden elde edilen artı değer sömürü mekanizmasıdır. Gerek yatırım araçları faiz gelirlerinden yararlanma, gerekse üretken olmayan inşaat sektöründe ve ticari sermayede yoğunlaşma imalat sektöründeki gelişmelerin bir uzantısıdır. Yani bir alanda yetersiz kalan sermaye birikim süreci, Harvey’in bahsettiği diğer alanlarda değerlenme imkanları bulmaya çalışmaktadır. Ancak değer yaratan sermaye, aslen üretken alanda faaliyet göstermektedir. Harvey, büyümedeki bu kaymanın aynı zamanda sol örgütlenmedeki taktik değişimine yol açması gerektiğinden bahseder. Ama bunun için mülksüzleştirme kavramının önceliğine gerek olmadığını düşünüyorum. Yaşamın her alanını metalaştıran sermaye ile mücadele ve Harvey’in önerdiği farklı politik aygıt ve gösteri biçimleri, üretken sanayinin merkezliği ele alınarak da yapılabilir.
Artı değerin yeniden üretildiği kolektif emek mekanlarından bahseden Harvey, ABD ve Avrupa’da fabrikanın öneminin giderek azalması ve sanayisizleşme olgusundan yola çıkarak, sınıf teriminin bir kenara konulmasını ve bunun yerine, çalışan insanlar demenin daha uygun olduğunu savunur. İşçi sınıfı teriminin belli türdeki emek durumunu çağrıştırdığını ve "çalışan insanlar" teriminin ise meselenin kapsamını genişlettiğini öne sürer. İşçi sınıfının yapısının değişimi nedeniyle sınıf teriminden çabucak vazgeçerek yerine başka bir terim bulma çabasının batı marksizminde başka örnekleri de var. Hardt ve Negri de (Harvey’e göre daha muğlak olduğunu belirtmeliyim) "işçi sınıfı" terimi yerine "çokluk" terimini tercih etmişlerdir. İşçi sınıfı terimini; emekgücünü satarak geçimini sağlayan insanlar olarak ve bütün beyaz ve gri yakalı işçileri içine alan geniş bir çerçevede tanımlamanın meramımızı anlatmaya yeteceğini düşünüyorum.
Harvey sermaye birikiminin doğa üzerindeki yıkıcı etkilerine de değinir. Kalkınma politikalarına bağlı olarak tehlikeli boyutlara ulaşan küresel ısınma, iklim değişikliği ve metan gazlarının olumsuz etkilerini içeren kıyamet senaryolarını gözden geçirerek çözüm yolları konusunda fikir geliştirir. Nihai çözümü ise alternatif bir sosyalist toplumun inşasının dinamizmi ve ihtimalleri üzerinde kafa yormakta bulur. Bunun için de temel şartın, öncelikle bizim yeni bir gerçekliğin yanı sıra yeni bir hayalin de mümkün olduğunu görebilecek kadar kendimizi özgürleştirmemiz olduğunu vurgular.
Marksist yöntem ışığında kapitalizm analizi yapan ve Marksist literatürü günümüzdeki gelişmeler için kılavuz olarak kullanan Harvey, "Anti-Kapitalist Günlükler" kitabında; sermaye birikiminin amansız ve kontrolsüz büyümesinin dünyamızı ve insanlığı yıkıma götürdüğünü öne sürerek, bundan çıkış yolları konusunda önerilerini sunar ve zorunluluk alanından özgürlük alanına geçebilmemiz için mücadele etmemiz gerektiğini öne sürer.
Künye: Anti-Kapitalist Günlükler, David Harvey, Çev. Utku Özmakas, Sel Yayıncılık, 2022, 245 sayfa.