İzmir Çağdaş Avukatlar grubu Baro Başkan Adayı Cemal Nedret Erdem: İktidar rejimini inşa etmek için hukuka saldırıyor
Hukuk devletine, hukuk güvenliğine açık saldırılar yapılırken ne Türkiye Barolar Birliği ne de İzmir Barosu, toplumun ve meslektaşların barolar ve barolar birliğine dönük beklentilerini karşılayamamıştır. Türkiye Barolar Birliği'nin cumhurbaşkanlığı sarayına yaptığı ziyaret, durumun özetidir.
İzmir Barosu 2016 – 2018 dönemi başkanlık seçimlerine çok az bir süre kaldı. İleri Haber olarak İzmir Barosu Başkan adaylarıyla röportaj gerçekleştirdik.
Adaylar arasında bulunan Çağdaş Avukatlar grubunun başkan adayı Cemal Necdet Erdem sorularımızı yanıtladı.
Öncelikle bize kendinizden ve Çağdaş Avukatlar grubundan bahsedebilir misiniz?
1975 yılından bu yana, İzmir Barosu'na bağlı olarak avukatlık yapıyorum. O tarihten bu yana İzmir Barosu'nun birçok kurulunda, Türkiye Barolar Birliği delegasyonunda yer aldım, Staj Eğitim Merkezinde eğitmenlik yaptım, komisyonlarda emek verdim. Tabi bütün bunları yaparken yalnız değildim. Özellikle 1971 muhtırasından sonraki dönemde yoğunlaşan hukuka aykırılıklar, insan haklarından, demokrasi ve barıştan yana olan avukatları bir mücadele hattında buluşturdu. Zaten hayatın içerisinde de bir aradaydık. Hala savunduğumuz ilkeler, o dönemlerden itibaren şekillenmeye başladı. Barıştan, insan haklarından yanaydık. Emekten yanaydık. Dünya üzerindeki büyük güçlerin Türkiye üzerindeki oyunlarına hep karşı durduk. Demokrasi talep ettik, sosyal hukuk devletinden yana olduk. Aradan geçen zamanda bugün hala bunları talep ediyor olmak, barolara ve avukatlara olan ihtiyacın bir göstergesidir. 1980 Ekim Olağan Genel Kurulu idi. Rahmetli Av. Güney Dinç'in başkan adaylığında girdiğimiz seçimlerle barodaki varlığımızı somut olarak ilan ettik. Sonrası malum. 1980 darbesi, sıkıyönetim koşullarında, bugün de olduğu gibi hep demokrasi ve insan haklarından yana bir baroculuk anlayışı için mücadele ettik.
Genel olarak TBB’ye özel olarak İzmir Barosuna baktığınızda ne görüyorsunuz? TBB ve İzmir Barosu avukatların örgütlülüğü açısından ne ifade ediyor?
Türkiye, uzunca zamandır hukuku düşman gören bir anlayış tarafından yönetilmektedir. Siyasi iktidar hukuku ve dolayısıyla hukuk kurumlarını düşmanlaştırırken, kendi zihniyetine göre yöneteceği bir ülke için yargı sistemini araçsallaştırmaktadır. Üstelik bunu yaparken, çağdışı anlayışını olağan bir durum gibi sunmakta, evrensel hukuk anlayışının kazanımlarını ortadan kaldırmak için olanca gücüyle hukuk devletini hukuk devleti yapan ve mevcut haliyle zaten yetersiz olan ve yetersizliği yüzünden eleştirilen niteliklere saldırmaktadır. Örneğin Adalet Bakanı, HSYK eliyle hâkim-savcı atanmalarında söz sahibi, kendi geri ideolojisine aykırı kararlar veren hâkimlere sürgün uygulamaları yapmıştır. SİT alanlarına ilişkin iktidarın hoşuna gitmeyen kararları veren hâkimlerin nasıl sürgün edildiğini hep beraber izledik. Yani bir yandan kendi dinsel ideolojisi ile devlet dönüştürülürken, öteki tarafta da çarpık siyasi anlayışın tahribatının aracı olarak yargı tasarlanmakta. Yine HSYK'ca alınan karar ile dini simge taşıyan hâkimlerin bu simge ile yargısal faaliyetini yürütmesinin yolu açılmış, laiklik ilkesine açıkça saldırıda bulunulmuştur. Bir yandan gazetecilik faaliyetin kriminalize edilirken, diğer yandan Can Dündar örneğinde olduğu gibi, kendi fikrine uymayan Anayasa Mahkeme kararlarının yok sayılması çağrısı yapmıştır. Hukuk güvenliği ilkesinden bahsetmek mümkün değildir, hukuki öngörülebilirlik yoktur artık ülkede.
TBB’NİN CUMHURBAŞKANLIĞI ZİYARETİ DURUMUMUZUN ÖZETİ
Sulh ceza hâkimlikleri Demokles'in kılıcı gibi ifade özgürlüğünün üzerinde sallandırılmakta, gitgide otoriter bir yönetim anlayışından yana olduğu açık olan cumhurbaşkanına dönük en ufak bir eleştiri dahi tutuklama gerekçesi yapılmaktadır. Dünyanın hangi ülkesinde Adli Yıl açılışının yargı mekânları dışında bir mekânda yapıldığı görülmüştür. Son olarak HSYK ile hâkim-savcı kuralarının cumhurbaşkanlığı sarayında çekileceği ifade edilmiştir. Sorun açıktır, siyasi iktidar din referanslı, muhafazakâr bir tek adam rejimini inşa etmek için hukukun evrensel kazanımlarına saldırmaktadır. Bu dönem maalesef hukuk kurumlarının da sessizliğe gömüldüğü bir süreç olmuştur. Hukuk devletine, hukuk güvenliğine açık saldırılar yapılırken ne Türkiye Barolar Birliği ne de İzmir Barosu, toplumun ve meslektaşların barolar ve barolar birliğine dönük beklentilerini karşılayamamıştır. Bırakalım, meslektaşlarımıza dönük kötü muamele bile ne Birlik ne de İzmir Barosu'nca önemsenmemektedir. Türkiye Barolar Birliği'nin cumhurbaşkanlığı sarayına yaptığı ziyaret, durumun özetidir. Yıllarca emek vererek, meslektaşlarımızla inşa ettiğimiz İzmir Barosu duruşundan bahsetmek ise mümkün değildir. On yıllarca bütün hukuk camiasının, birçok baronun kendi tutumunu belirlerken, hareket tarzı ve sözü merak edilen bir İzmir Barosu'ndan, suskun, sinmiş, hukuk devletine ve laikliğe yapılan ağır saldırılar karşısında itiraz etmeyi bile başaramayan bir İzmir Barosu'na geldik. Başkanlık sistemi tartışmaları adı altında bir tek adam rejiminin inşasına anayasal kılıf aranırken, İzmir Barosu, üyelerinin erklerin ayrılığından yana tutumunu bile dile getirememiştir.
Türkiye’de hukukun durumu, OHAL ve KHK’lar hakkında ne düşünüyorsunuz?
OHAL, olağan hukukun askıya alındığı, devletin yetkilerinin yurttaşların haklarının aleyhine genişlediği bir rejimdir. Hukuk devleti ise yurttaşı devlete karşı koruyan sistemin adıdır. Buna rağmen ulusal ve uluslararası hukuk, olağanüstü hali bir hukuksuzluk ortamı olarak tanımlamaz. KHK'lar da bu genel ilkenin kapsamında yayımlanabilir. Oysa bugün OHAL ile yapılan, siyasi iktidarın, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin saf dışı bıraktığı, OHAL ilanı ile ilgisi bulunmayan kalıcı düzenlemeleri yaptığı ve bunları Anayasa Mahkemesi denetiminden kaçırmaya çalıştığı bir hile halidir. Hile diyorum, çünkü hem OHAL ilanı için varlığı ilan edilen fiili durum sona ermiştir, hem de o fiili durumla, yani darbe girişimi ile ilgisi olmayan her türlü anti-demokratik uygulama toplumun bütününe yayılmaya çalışılmaktadır. Muhalif kamu emekçileri açığa alınmakta, sendika üyesi olduğu için insanlar mesleklerinden ihraç edilmektedir. OHAL, siyasi iktidar tarafından, ulusal ve evrensel hukukun arkasını dolanmak için, hukuki tabirle hile amacıyla kullanılmaktadır. Gelinen noktada darbe girişimini yapanlar başarılı olsalardı, bugün yapılanlardan farklı bir şey yapmayacaklardı. 15 Temmuz gecesi darbecilerin emrindeki silahlı askerlerin basın kuruluşlarına yaptığı baskınları bugün hükümetin emrindeki silahlı polisler yapıyorsa, ortada bir oyun olduğu açıktır. Biz bu oyunu bozmaya, hukukun içinden ve hukukçuya yaraşır bir baroculuk anlaşışıyla yanlışa yanlış, hukuka aykırı olana hukuka aykırı demeye mecburuz.
‘BUNLARI YAPACAĞIZ’
Son olarak, seçimleri kazandığınız takdirde İzmir Barosu'nda ne gibi değişikliklere gitmeyi düşünüyorsunuz?
Mesleğin yürütülmesine ilişkin birçok çözülmemiş sorun var. Bunları bildirgelerimizde ayrıntılı olarak anlattık ve meslektaşlarımızdan da çözüm önerilerimize dönük olumlu geri bildirimler aldık. Biz baroyu, meslektaşlarımızın katılımı ile yöneteceğiz. Her şeyden önce şunu sizin aracılığınızla ilan ediyorum, İzmir Barosu'na, özlenen hukuk kurumu kimliğini yeniden kazandıracağız. Baro, bir hukuk kurumu olarak güçlü olursa avukatın da aynı özgüveni bünyesinde taşıyacağına inanıyoruz. Laikliğe karşı, hukuk devletine karşı, insan haklarına karşı, barışçı anlayışa karşı, Türkiye Cumhuriyetinin tam olarak hayata geçirilemese de, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti niteliğine karşı kim saldırıyorsa kimse şüphe duymasın, Çağdaş Avukatlar Grubu yönetimindeki İzmir Barosu karşılarına dikilecektir. Sinmiş, suskun, mücadele etmeyen dönem kapanacaktır. Geleceğimiz olan çocukların hayatı, din referanslı bir otoriter anlayış tarafından karartılmaya çalışılırken, İzmir Barosu'ndan İzmir'e ve de Türkiye'ye bir umut ışığı yakmaya kararlıyız ve bunu başaracağız. Türkiye'de barıştan yana, din odaklı otoriterizme karşı durmaya gücü olan avukatlar vardır. İktidar sahipleri çevreyi talan eder, nefret cinayetleri sıradan bir hal alırken; erkek egemen anlayış toplumun bütün hücrelerine “din” referansı ile nüfuz ettirilmeye çalışılır, mülteciler masa başı pazarlıklarının konusu edilirken, bu konularda sözü olan bir baro bütün toplumun ihtiyacı. Bir yandan bu ihtiyacı gidermek, öteki tarafta mesleğin sürdürülmesi önünde kronik engel teşkil eden iş alanının daralması, vekâlet ücretlerinin budanması gibi birçok sorunun üstesinden gelmek ve fiziki ihtiyaçların iyileştirilmesi için diyoruz ki, çağdaş bir kente çağdaş bir baro yaraşır.