İnsan neden itaat etmez?
Devlet makinesi ne yazık ki gerekli, karmaşık bir makinedir ama bu makineye karşı herkes kendi sürtüşmesini ve sürtünmesini göstermelidir. Hayatınız makineyi durdurmak için karşı-sürtünme olsun. Bu makine çok yağlandığı zaman tehlikeli olmaya başlar. Çünkü bireyleri basit birer dişliye çevirir. Halk kalabalık olmasına rağmen boyun eğmez. Halk kalabalık olduğu için boyun eğer. Çoğunluk eğer sessizse bu kendine tek bir ses bulmakta zorlandığı içindir. Sessizdir çünkü ilk etapta ondan çıkan ses kakafoniden başka bir şey değildir. Büyük kalabalıkların örgütlenmesi, vakit kaybetmeden aynı tasarı üzerinde buluşmak ve ortak heyecan hep istisnadır ve anlaşabilmek için tüm kuşku ve güvensizlikleri susturarak işe başlamak gerekir.
Ufuk Akkuş
İnsanlar otoriteye neden itaat ederler ya da neden itaat etmezler? İtaat etmemek için önümüzde bir dolu etken ve gerekçe varken, neden çok az insan isyan duygusunu pratiğe geçirir? Büyük çoğunluk neden sessizdir? İmalat sektöründen hizmet sektörüne doğru büyüme gösteren ve toplam sayıları giderek artan işçiler üzerindeki sömürünün daha da artarak yaşam koşullarının daha da kötüleşmesi neden isyan duygusuna yol açmaz? Kapitalist sisteme içkin olan ikinci isyan nedeni doğanın kar hırsı uğruna insan hayatını hiçe sayıcı hoyrat kullanımından doğan çevre tahribatıdır. Fransız felsefeci Frederic Gros, “itaat etmemek” kitabında bu soruların yanıtlarına odaklanır. Gros’un kitabı “itaat etmeme” sorusunu itaat etme sorunsalından yola çıkarak soruyor ve onun deyimiyle, dünyanın saçmalığı ve mantıksızlığı karşısında “itaat etmeme” kendiliğinden, net, açık bir tavırdır. Fakat insan neden itaat etmez? Bunun için gözlerini açması yeterlidir. İtaatsizlik durumu işte o an açıklamasını bulur. Oysa insanı asıl şok eden; tepkisizlik, edilgenlik ve dinginliktir. Neden boyun eğeriz? Daha doğrusu nasıl boyun eğeriz? Bu kitap politik öznenin etik koşullarını sorgulayarak, onun nasıl olup da dünyanın genel düzeninin umutsuzluğuyla aynı noktada buluşmayı kolay, itaatsizliği ise zor bulduğunu anlamaya çalışıyor.
Gros kitabına, Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’de İvan’ın kardeşi Alyoşa’ya anlattığı “İsa’nın aramıza dönüşü” öyküsüyle başlar. İsa, dünyanın sonunu ilan etmek üzere dünyaya geri döner ve büyük engizisyon yargıcının emriyle tutuklanır. Sorgulamalar sürer ve şeytanın önerdiği kainat ve dünyevi güç İsa tarafından reddedilir. Çünkü İsa köle bir topluma hükmetmek istemez. Ona özgür inananlar gereklidir. Engizisyon yargıcı bu fikre karşı çıkar ve herkesin aynı efendiye boyun eğmesi kadar eşsiz, fevkalade büyük bir neşe kaynağı karşısında bu denli sert ve insanlık dışı tavır takınmanın nedenini anlayamaz. Yargıca göre: insan sadece boyun eğişte bir araya gelir, birbirine benzer ve kendini yalnız hissetmez. İtaat bir araya toplar. İtaatsizlik böler. İnsan için aynı efendiye itaat etmekten başka kendini bilme ve bir bütünün parçası hissetme yolu yoktur: sonsuz bir dinginlik ve sürünün verdiği pamuksu sıcaklık tek bir önderin karşısında toplanır. İsa, insanları boyunduruk altına alıp bir araya getiren gücün efendisi olmayı reddeder. O itaati oluşturmak istemez, insanlık onurunun bir parçası olan özgürlüğü ister ve bekler. Gros, bu özgürlük gerçekten, hakikaten ve resmen istenilen bir şey midir? diye sorar ve kitap boyunca bu sorunun hayaleti dolaşır satırlarda. İsa dolayımıyla bahsedilen bir kışkırtma ve tahriktir. İkinci tur ise Gros’un canavarlığın çöküşü diye tanımladığı dönemdir. 6 milyon Yahudi’nin katledilmesinden sorumlu olan Eichmann savunmasında “bu durumdan sorumlu tutulamam, zira verilen emirlere harfiyen uyduğum için neden cezalandırılmam gerektiğini anlayamıyorum” der. Gros’un gayretli memurun ve kusursuz görevlinin canavarlığı olarak adlandırdığı bu durumda akıl, evrensellik ve sağduyunun aklıolmaktan çıkar. O akıl bir teknisyenin etkili, üreten ve kullanışlı aklı haline gelir. Endüstrinin, büyük kitlelerin, idare ve büroların aklı. Hesap ve düzenin aklı; soğuk, katı ve anonim rasyonelliği. İnsanın burada kendini makineleştirmesi söz konusu. Ve itaatsizlik birdenbire insanı insan yapan şey haline geliverir.
Gros’a göre; bir şeye boyun eğmek bir güç ilişkisinde adeta silah zoruyla eğilmek ve kendilik duygusuna yabancılaşmaktır. Boyun eğdiğimde artık tamamen karşımdakine bağımlıyımdır. Karşımdaki buyurur, karar verir. Emirlerini haykırarak insanın belkemiğini ve iradesini kırıp döker. Eylemimin temelinde, davranışlarımda ne özgün bir irade ne içsel bir hareket, ne canlı bir kendiliğindenlik, ne de şahsi bir duygu baş gösterir. İtaatkarlığın paradoksal formülü şudur: tek bir kişide etken ve edilgenliği aynı anda mümkün kılmak. İmkansız bir ahengi yakalamak için makinesinin başında zayıf düşen işçiye, masa başında oturup muazzam bir gayretle kafa karıştırıcı yönergelere uymaya çalışan memura veya tepki vermek için kendini tüketen bir görevliye baktığımızda hepsinin büyük bir gayret sarf ederek kendilerini harcadıklarını görürüz. Ama tüm bu etkinlik bir bütün edilgenlikten başka bir şey değildir. İtaatkar neden boyun eğer? Başka türlü yapamaz: daha az sağlam daha az güçlüdür. Başkaldırmadığı için boyun eğer. İtaat etmemek onun için imkansızdır. Çünkü en kısa zamanda ağır yaptırım gelecektir. Aşağılanır, kovulur, yenilir, dışlanır, pozisyonunu kaybeder. Bedeli ağır olur, çok risklidir. Derinlerde boyun eğmenin tek nedeni itaat etmemenin imkansızlığıdır. Boyun eğme, dengesiz bir güç ilişkisinin keyfiliği ve hiyerarşik bir ilişkinin hakkaniyetsizliği üzerinde durur. Köle efendisinin buyruklarını sessizce yerine getirir, serfler toprak sahibinin tarlalarında canı çıkana dek çalışır. İşçi çılgın bir düzenin kendisine zorla kabul ettirilmesine müsaade eder. Memur ise dişini sıkarak üstünün onu aşağılayan eleştirilerini dinler. İtaatkarlık aynı zamanda, gelecekte bir başkaldırı, bir isyan vaat eder. İtaatkar vaktinin gelmesini bekler. Efendisinin zayıflıklarını gözler, oyunu dağıtacak hamleye her an hazırdır. Grup Yorum’un Hasan Hüseyin’in şiirinden beslediği türküde olduğu gibi – sıkmışım dişlerimi, ıslıkla söylemişim umutlarımı- itaatkarlığın geçici bir durum olduğu ve hesaplaşma gününde ortadan kalkacağı umudu taşınır. James Scott’un “Gizli Senaryolar” kitabında belirttiği gibi boyun eğen uşaklığını içselleştirmemiştir. Sadece bundan fazla bir şey beklemeyen yöneticisinin üstünlüğünü tanıdığına izin vermektedir. Toplumsal aşağılamaları zihinde biriktirip intikam duygusunu besleyerek belki de gelecekteki mücadeleye hazırlanıyordur.
İtaat etmeyi gönüllü kulluk geleneğine dayandıran La Boetie, Gros’un önemli bir referans kaynağıdır. Boetie’ye göre; bir Tiran’ın bize zorbalık etmesine tahammül ederiz, çünkü bir başkasına tiranlık etme zevkini kendimize hak görürüz. Tiran uyruklarını birbirine kırdırarak kul haline getirir. Tiranlıktan mustarip olan kişi her bireyin bir başkasına tiranlık yapma iznini kendine tanıma zevkiyle kendinden geçtiği bu suç ortaklığı zincirinde diğerinden intikam alır.Boetie, boyun eğenlere şöyle seslenir: “Tiranın tecavüz ettiği bu kadınları onlara siz sunuyorsunuz, onların vergilendirdiği kendi ürünlerinizi kendi ellerinizle veriyorsunuz ve savaşa gönderdiği çocukları yine siz besliyorsunuz.” Herkesin kendi soygununa büyük bir heyecanla ve gönüllülükle katılımı. “Özgür olmak” der La Boetie; “kendisini itaat etme arzusunun bağlarından kurtarmak, kendi içindeki uysallık tutkusunu kurutmak, kendini kendine yabancılaştıran bir çalışmayı bırakmak ve devamlı kendisini ezen gücü meşrulaştırmaya çalışan içindeki sesi susturmak” demektir. Eğer Tirana katlanma arzuları olmasaydı tiranın onlara zarar veren erki olmayacaktı. Boyun eğiş, itaatsizliği imkansız, akılsız ve karşılığında büyük bedeller ödenen bir olgu kılan güç ilişkisidir. Ancak, eğer güçlü olana isteksiz ve acı içinde boyun eğiyor olsaydık ellerinde bulundurdukları gücün hiçbir hükmü olmazdı. Onları ayakta tutan bizdeki abartılı boyun eğme eğilimidir. Aşırı itaatkarlık olarak tanımlanan bu durumun karşısında ise “gönüllü kulluk üzerine söylev”deki öneri bulunur.İnsanların gönüllü kulluk etmelerinin birinci nedeni olarak serf doğduklarını ve bu biçimde eğitildiklerini söyler La Boetie. İtaatin sırrı şevkle yapılıyor olmasından değil, edilgen bir hareketsizlikten gelir. Yasalara itaat etmek sürü psikolojisiyle desteklenen bir alışkanlıktır. Herkes davranışlarını diğerlerinin davranışlarına uydurur.
İtaat konusunda Hristiyan kültürünün etkilerine de değinen Gros, Hristiyanlığın temel korkusunun hükümetin adaletsizliğinden ziyade siyasal düzensizlik ve kaos olduğunu söyler. İtaatkarlık Hristiyanlıkta öncelikli, ayrıcalıklı ve hatta mutlak bir refah yoludur. Uyum sağlamak için boyun eğeriz. İtaatsizliğin ne denli zor ve riskli olarak algınabileceğini hissettirmek için tam tersine itaat etmenin insanı nasıl sorumluluksuzlaştırdığını ve kimseye verilecek bir hesabı olmamanın rahatlığıyla donattığını anımsamak gerekir. Sorumluluksuzlaşmak, eylemek, davranmak, bazı görevleri yerine getirmek ama bunu yaptığı hiçbir şeyin içine kendi müdahalesini katmamak, bedeninin gerçekleştirdiği hiçbir eylemin ve zihnin hesapladığı hiçbir düşüncenin mimarı olmama durumudur. Yukarıda değinilen Eichmann’ın durumu da tam bir kendi kendini sorumluluksuzlaştırma örneğidir. Yahudileri ölüm kamplarına götüren trenin ulaşımını organize eden Eichmann, kendisine verilen emirleri yerine getirdiğini ve sadece görevini yaptığını söyleyerek bu katliamın sorumluluğundan kurtulamaz. Arendt, “Kötülüğün Sıradanlığı” kitabında Eichmann’ın aptallığını göz önüne serer. Arendt’e göre aptallık klişelerle, genellemelerle düşünmektir. Eichmann kendi düşüncesini geliştirmekten acizdir ve önüne gelen hazır düşüncelerden başka bir şeyi benimseyemez. Onun damgaladığı ne düşünce sürecindeki eksikliktir ne de zihinsel kapasitedeki kusurlar. O sadece kendini yargılama ve karar verme yoksunluğunu kınar. Ve bu yoksunluk bir yetersizlikten değil, insan iradesine bağlı bir mahrumiyetten doğar. Eichmann’ın itaatkarlığının merkezindeki aptallık onu sorumsuz kılmaz, çünkü onun yaşında bir insan kendi aptallığından sorumludur. Arendt’in aptallık dediği bu ahlaki sapkınlık sorumluluksuzlaşma anıdır. Ama bu serbest bırakılmış, etkin ve bilinçli bir aptallıktır. Kötünün sıradanlığı işte bu kendi kendini körleştirme, aptallaştırma ve bilmek istememe inatçılığıdır.
Vicdan egemenliğinin ve üstünlüğünün kabulü ise önceliklerin yeniden tanımlanmasına yol açar. Thoreau’ya göre; öncelik yasalara itaat etmek, kurallara uymak değil, kendi ilkelerini koruyup savunmaktır. Herkesin, gerçekten var olabilmek için edilgen bir biçimde körü körüne yasalara boyun eğmesi değil, vicdanının sesini dinlemesi gerekir. İtaatsizlik rasyonel bir hak dahi değildir. İtaatsizlik manevi bütünlük için bir gerekliliktir. Devlet haksız kararlar alıp, adaletsiz politikalar yürüttüğünde birey yatağa girmeden önce homurdanmakla yetinemez. Birey, vicdanı adına arada başvuracağı ya da başvurmayacağı bir itaat etmeme iznine sahip değildir. Kendine sadık kalmak için kendi ve kendisi arasında üzücü bir boşanma gerçekleşmemesi için itaatsizlik onun görevidir.“Eğer ben ben olmazsam benim yerime kim ben olacak?” diye yazan Thoreau, sorumlu ve itaatsiz öznenin temel formülünü net bir biçimde ortaya koyar: yeri doldurulamazlık. Gros, bunu kendi olmak ama başkaları için ve bu çağrıya kulak vermek hem de hemen diye tamamlar ve Hillel Hazeken’in reçetesi ile güçlendirir: “Kendim için değilsem kimin içinim?”, “Eğer yalnızca kendim içinsem ben neyim? ve “Şimdi değilse ne zaman?”
Bitirirken biz de ekleyelim: İsyan etmenin en etkili ve güzel yöntemi örgütsel olanıdır.
KÜNYE: İtaat Etmemek, Frederic Gros, Çev. Zeynep Büşra Bölükbaşı, Yapı Kredi Yayınları, Eylül 2020, 167 sayfa.