Her şey vakıf üniversiteleri için!
Türkiye’de sayısı 75’i aşan vakıf üniversiteleri, son dönemde yine birkaç başlıkta tartışılmaya devam ediliyor.
Tugay Candan - @TugayCandann
Mail: tugaycandan@ilerihaber.org
Vakıf üniversiteleri bu dönemde baraj puanlarının kaldırılması, akademisyenlerin yaşadığı sorunlar ve son olarak da TOBB ve YÖK arasındaki görüşmeyle gündeme geldi. Eğitim Sen Genel Başkanı Nejla Kurul, “Gençlerin düşleri sömürülüyor. Akademisyenler ise hem mutlak hem de nisbi bir sömürü düzenine tabi tutulmak isteniyor” dedi.
Türkiye’de sayısı 75’i aşan vakıf üniversiteleri, son dönemde yine birkaç başlıkta tartışılmaya devam ediliyor. 2022 Yükseköğretim Kurumları Sınavından (YKS) itibaren ön lisans ve lisans programlarını tercihte 150 ve 180 olan Temel Yeterlilik Testi (TYT) ve Alan Yeterlilik Testi (AYT) baraj puanları uygulaması kaldırılmasıyla, bu düzenlemede vakıf üniversitelerinin de referans alındığı, bu tartışmanın bir yüzünü oluşturuyor.
Tartışmanın ikinci yüzü ise buralarda çalışan akademisyenlerin sorunları. Vakıf üniversitelerinde çalışan akademisyenlerin çalışma koşulları, maruz kaldıkları baskı ve mobbing ile mevcut kanuna rağmen devlet üniversitelerindeki akademisyenlerden çok daha düşük ücret almaları da bu dönemde kamuoyunun gündemine oturdu.
Bu tartışmaların gölgesinde Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türkiye’deki vakıf üniversitesi temsilcilerinin katılımıyla Türkiye Yükseköğretim Meclisi Toplantısı yaptı. Bu toplantıya Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkan Vekili Safa Kapıcıoğlu da katıldı. Toplantıda vakıf üniversitesi akademisyenlerinin işçi statüsüne getirilmesi istendi. Aynı zamanda üniversite patronları, “Vakıf üniversiteleri hocalarına verilen ücret devlet üniversiteleri hocalarına verilen ücretten az olamaz” maddesinin kaldırılmasını, ücretsiz okuyan öğrenci sayısının düşürülmesini, üniversite sınavlarında baraj puanının kaldırılması gibi dil baraj puanının da kaldırılmasını ve özel üniversite kanunu çıkarılmasını talep etti.
‘VAKIF ÜNİVERSİTELERİNE ‘MÜŞTERİ’ BULMA AMACI GÜDÜLÜYOR’
Barajın kaldırılması, akademisyenlerin yaşadığı sorunlar ve TOBB’un Yükseköğretim Meclisi Toplantısındaki talepleri, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) Genel Başkanı Nejla Kurul’a sorduk.
Üniversite sınavlarında baraj kaldırıldı. Bu adımın bir boyutunun vakıf üniversitelerinin kontenjanlarını doldurma amacı güttüğü söyleniyor. Böyle bir karar alırken vakıf üniversitelerinin referans alınmasını nasıl yorumlarsınız?
Türkiye’de 11 faklı ilde 77 vakıf üniversitesi bulunuyor. Bu üniversitelerin 47’si İstanbul’da, 13’ü Ankara’da 17’si de diğer birkaç ile dağılmış durumda. Devlet üniversiteleri plansız biçimde hemen her kentte açılmaya çalışılırken vakıf üniversitelerinin piyasacı aklının büyük kentlere odaklandığını görüyoruz. Büyük kentlerde lise mezunları sayısının da çok büyük olduğu açık.
Vakıf Yükseköğretim Kurumları raporuna göre 27 vakıf üniversitesinde öğretim üyesi başına öğrenci oranı 40’ın üzerinde. Kimi vakıf üniversitelerinde kapasite kullanım oranlarının düşük olduğunu gözlemliyoruz. Ancak bu üniversitelerin kapasitelerinin geliştirilmesi konusunda YÖK’ün bir çalışma içinde olduğu anlaşılıyor. Lisans öğrenci sayısı 262 olan üniversiteler ile İstanbul Medipol gibi öğrenci sayısı 22.598 olan üniversiteler de bulunuyor. 2018-2021 yılları arasında devlet üniversitesi kontenjanlarının azaldığı ancak vakıf üniversitelerinde ise kontenjanların artırıldığı ortada. Öte yandan kimi vakıf üniversitelerinde kapasite kullanım oranlarının düşüklüğü de dikkati çekiyor. Barajın kaldırılmasının kontenjanları doldurulamayan devlet üniversiteleri kadar vakıf üniversitelerine ‘müşteri’(!) bulma amacına dönük olduğu açık.
‘AKADEMİSYENLERİN ÜCRETLERİ ARASINDA DEVASA FARKLAR VAR’
Vakıf üniversitelerinde akademisyenler, son günlerde devlet üniversitelerinde çalışanlarla ücret eşitliği ve çalışma koşullarının düzeltilmesi yönünde taleplerini haykırıyor. Bu taleplerin karşılanması noktasında görüşleriniz nelerdir?
Vakıf üniversitelerindeki öğretim elemanlarının kamudaki meslektaşlarına göre ücretlerinin düşüklüğü, keyfi işten atılmalarda olduğu gibi güvencesizliği yoğun biçimde yaşamaları, akademisyenler arası rekabetin çok büyük bir baskı yaratması, eğitim işkolunda sendikalaşma olanaklarının olmaması gibi çok ciddi sorunları bulunmaktadır. 15 Nisan 2020 tarihinde 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nda değişikliğe gidilerek “Vakıf yükseköğretim Kurumlarında çalışan öğretim elemanlarına, unvanlarına göre devlet yükseköğretim kurumlarında ödenen ücret tutarından az ücret verilemez” maddesine karşın pek çok vakıf üniversitesi bunu uygulamıyor. Burada keyfi bir yaklaşım var, YÖK de vakıf üniversitelerini denetlemeyerek patronların yanında duruyor. Bu nedenle akademisyenler “eşit işe eşit ücret” talebinde bulunuyorlar.
“Eşit işe eşit ücret” talebinin vakıf üniversiteleri içindeki akademisyenler arasındaki ücret farklarını açısından da bir karşılığı var. Vakıf Yükseköğretim Kurumları Raporuna göre Vakıf Üniversitelerinde profesör ve doçentlerin ücretleri arasında devasa farklar bulunuyor. Kimi üniversitede bir profesör 15 bin TL alırken diğeri 67 bin alabiliyor.
‘GENÇLERİN DÜŞLERİ SÖMÜRÜLÜYOR, AKADEMİSYENLER SÖMÜRÜ DÜZENİNE TABİ TUTULMAK İSTENİYOR’
TOBB’un Türkiye’deki vakıf üniversitesi temsilcilerinin katılımıyla yaptığı Türkiye Yükseköğretim Meclisi Toplantısındaki talepleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Vakıf üniversiteleri yönetimleri her ne kadar vakıf adını taşısalar ve kamu yararını esas aldıklarını belirtseler de bu cilanın üzeri biraz kazındığında altından “kar amacı güden şirket” yüzleri ortaya çıkmaktadır. Aslında vakıf perdesi kaldırılmasını ve 2547’den ayrı bir yasal düzenleme talep ederek patronlar lehine sonuçları güvenceye almak istiyorlar. Bu nedenle doğrudan şirket/özel üniversite olmaya yönelik bir yasal düzenleme talep ediyorlar. Hizmet üretimi maliyetlerini düşürmek, özellikle emek maliyetlerini düşürerek karı yükseltmek temel amaç olmaktadır. Anımsarsanız Türkiye de “şirket gibi yönetiliyor”, böyle yönetildiğimiz için hem üretim ve hem de bölüşüm ilişkileri bağlamında yaşadığımız sorunlar çok açık görülüyor. GSYİH içinde emekçilerin payı 2021’de üç puan daha geriledi ve yüzde 30’a düştü, bu durumda sermayenin payı da üç puan arttı.
Vakıf üniversiteleri vakıf statüsü ile getirilen yükümlülükleri de üzerlerinden atmak istiyorlar. Milyonlarca gencin işsiz olduğu koşullarda, tek açık kapı üniversite olarak görülüyor, istihdamla diploma arasında hiçbir bağ kalmasa bile. Gençlerin düşleri sömürülüyor. Akademisyenler ise hem mutlak hem de nisbi bir sömürü düzenine tabi tutulmak isteniyor. Böylece devlet üniversitelerindeki meslektaşlarından daha düşük ücretlerle çalıştırılmalarının önü açılacak. Bunu zaten fiilen yapıyorlar, ancak yasa değişikliği ile akademisyenlerin bu yasa maddesine dayanarak dile getirdikleri taleplerinin önünü kesmek amaçlanıyor. Ücretsiz okutmak durumunda kaldıkları yüzde 15’lik öğrenci maliyetini, oranı düşürerek ortadan kaldırmak istiyorlar.
Türkiye’de vakıf üniversitesi fikri, OHAL döneminde 15 üniversitenin kapatılması ile aslında sorgulanmaya başlamıştı. Şimdi çok sayıda vakfın açtığı niteliği oldukça düşük ne iç ne de dışsal denetimin olduğu vakıf üniversiteleri var. Bu nedenle Eğitim Sen olarak kamusal, bilimsel ve laik üniversiteyi, emekten, toplumdan ve doğadan yana üniversiteyi savunuyoruz.
‘YÖK AKADEMİSYENLERE VE ÖĞRENCİLERE KULAK VERMELİ’
Tüm bunlar veri alındığında vakıf üniversitelerinde nasıl bilim üretilecek?
İfade özgürlüğü ve akademik özgürlüğe yönelik baskılar nedeniyle hakikatin peşinden giden üniversite tahayyülü çok zayıfladı. Üniversite ve akademisyenlerin değerinin büyük ölçüde ortadan kalktığı bir dönem yaşıyoruz. Haksızlıklar ve hukuksuzluklar karşısında susan hukuk fakülteleri, doğa talan edilirken susan orman fakülteleri, eğitim emekçileri itibarsızlaştırılırken susan eğitim fakülteleri, pandemide salgın kötü yönetilirken susan tıp fakülteleri gerçeği ile karşı karşıyayız. Türkiye’de üniversiteler sustukça Diyanet İşleri Başkanlığı konuşuyor. Diyanet Akademinin açılması için getirilen tasarı bugünlerde TBMM’de görüşülecek.
Devlet üniversiteleri bu durumda iken vakıf üniversitelerinde, rekabet ve güvencesizlik tehdidi ile bilgi üretimi olabilir mi? Başarı ve performans odaklı akademisyenlerin girişimci üniversite yönetiminin yanı sıra artık kendi kendini sömürmesinin, diğer bir deyişle kendine yönelen bir şiddetin önü açılacak. Rekabetçi ortamda çıkar ortaklığı ile bilgi üretmek ancak sanayiye yönelik olabilir. Bu bilgi de entelektüel mülkiyet bağlamında şirketlerde gizli kalır. Bu nedenle vakıf üniversitelerinin toplumun ve doğanın bilgisini üretme ve yayma konusunda alt yapısı çok sınırlı, ancak öğrenim harçları yoluyla para kazanmaya yönelebilirler. Diplomaların değeri düşüyor, ancak vakıf üniversitelerinin fiyatı artıyor olacak bu durumda.
YÖK’ün vakıf üniversitelerindeki sorunların çözümü için sermaye çevrelerini değil, bilim emekçilerinin ve öğrencilerin görüşlerini dikkate alması gerekiyor. YÖK, haksız ve hukuksuz şekilde işten atılan, pandemi bahanesiyle haksız biçimde ücretsiz izine çıkarılan, sokaklarda üniversitelerin reklam broşürlerini dağıtmaya zorlanan akademisyenlere ve eğitim hakkı karşılanmayan öğrencilere kulak vermelidir.