Hem canlarımız gidiyor hem doğamız

Hem canlarımız gidiyor hem doğamız

Kapitalist talan ve yıkıma karşı, emek ve demokrasi mücadelesiyle birlikte çevre mücadelesini de yürütmek sınıf mücadelesi için oldukça önemli.

Mehmet Torun

İş cinayetleri her geçen gün artıyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin yayımladığı iş cinayetleri verilerine göre, 2023 yılında en az bin 929 işçi hayatını kaybetti. AKP’nin iktidara geldiği Kasım 2002 tarihinden bugüne iş cinayetlerinde 33 bin işçi yaşamını yitirdi. Her gün 6-7 çalışan evine dönemezken, çocuk işçi ölümleri de vicdanları sızlatmakta.

AKP iktidara geldiği günden bu yana, sermaye aşırı düzeyde büyürken, yoksulluk, güvencesiz çalışma, kayıt dışı ve çocuk istihdamında artma, özelleştirmeye paralel olarak taşeron çalışmada yaygınlaşma, geçmişe oranla sürekli artış gösterdi. Gelir dağılımında adaletsizlik arttı. Yapılan araştırmalarda yoksulluk derinleşirken, servet dağılımındaki eşitsizlik artarak yoksulun avucundan alınan para devlet eliyle zenginin cebine konulmakta. Avrupa’da en zengin yüzde 10 gelirin yüzde 36’sını alıyorken, bu oran Türkiye’de yüzde 54’e çıkmakta.

AKP döneminde Cumhuriyet tarihinin en büyük özelleştirme politikası hayata geçirildi. Bu dönemde sermayeye merkezi bütçeden büyük paylar aktarılırken ucuz iş gücü, sermaye sınıfı için önemli bir kaynak oluşturdu. Yine kamu mallarının AKP’ye yakın isimler arasında paylaştırılması kendi sermaye gruplarının oluşmasını da sağladı. İşverenler kâr hırsıyla en basit önlemleri dahi almadığı için iş kazaları hızla arttı. İşçiler çok basit önlemlerle hayatta kalabilecekken yüksekten düşme, elektrik çarpması gibi olaylar sonucu bile yaşamını yitirmekte. İşçilerin ölümüyle sonuçlanan her iş cinayeti, esnek ve kuralsız çalışma biçimlerinin yarattığı sonuçlar. Esenyurt’ta çadırda yanan 11 işçi, Gayrettepe’de bodrum katında yanan 29 işçi, Amasra’da kömür ocağında ölen 42 işçi ve İliç’te kayan malzemenin altında kalan 9 işçi kâr hırsının, kuralsızlığın ve denetimsizliğin kurbanları. Bu süreçlerde iş cinayetleri sonrası adaletsizlik, cezasızlık bir kural haline geldi. Davalarda asıl sorumlular mahkemeye çıkartılamadığı gibi yargılananlar kısa süreli hapis cezalarına çarptırıldı, bu cezalar para cezasına çevrildi ve 24 ay taksitlendirildi.

Egemenlerin dilinden düşmeyen “iş güvenliği yasaları”, “gerekli yasal düzenlemeler” ya hiç çıkmamakta ya da kağıt üzerinde kalmakta. İş Yasası, uygulamada gerçekte hiçbir anlam ifade etmeyen maddelerle dolu. İş Yasasına göre işçi, sağlığa aykırı ya da iş güvenliğini tehdit eden bir durumla karşılaşırsa “işverene bildirme, bu durum giderilene kadar çalışmaktan kaçınma, tehlikeli durum ortadan kaldırılmazsa iş akdini haklı olarak feshetme hakkına” sahip. Gerçek yaşamda bunların hiçbir karşılığı yok çünkü iş güvencesinin olmadığı yerde işçilerin bu haklı talepleri dile getirmesi, hayata geçirmesi mümkün değil. Dışarıda iş arayan milyonlarca işsiz, yedek işgücü ordusu olarak sermayenin hizmetine sunulmuş durumdayken anında kapı dışarı edileceğini bilir.

Bu sorunların tek çözüm yolu örgütlenmekten geçmekte. Sermayenin bu kadar örgütlü ve güçlü olduğu bir ortamda emekçilerin ve işçi sınıfının örgütsüz ve zayıf olması yaşanan olumsuzlukların artmasına ve her alanda kayıplara neden olmakta.

İş cinayetleri artarak devam ederken doğa katliamları da hızlanmakta. AKP iktidarı, sermaye birikim modelini inşaat, enerji, maden ve turizm sektörleri üzerinden yürütmekte. Plânsız bir şekilde, kâr öncelikli yapılan bu faaliyetler sonucu doğaya ciddi zararlar verilmekte, çevresel tahribat artmakta. Kentsel dönüşüm ve turizm yatırımları adıyla kentler ve sahiller başta olmak üzere her yer yandaş sermayeye peşkeş çekilirken, enerji ve madencilik alanında da tüm coğrafya talan edilmekte. Çok uluslu şirketlere ve yerli işbirlikçilerine verilen ruhsatlarla ormanlar, yaylalar, meralar geri dönülemez şekilde zarar görmekte. Kapitalizm, daha çok kazanç uğruna tüm yaşam alanlarını yok etmekte. Doğa, sınır tanımaz bir şekilde yağma ve talana açılırken, ekonomik krizden çıkış amacıyla bir meta olarak sermayeye sunulmakta. Konunun uzmanları; 2012-2020 yılları arasında ormanlık alanların enerji, maden ve turizm şirketlerine tahsis edilmesi nedeniyle yılda ortalama 38 bin 94 hektar ormanın yok olduğunu söylemekte. Ülke genelinde tarım alanları 1990’larda 27 milyon hektar, 2002’de 26.5 milyon hektar iken, 2018’de 23 milyon hektara düşmüş.

Kısaca yaşam alanlarımız daralmakta, geleceğimiz kararmakta. Yıkılan yerleşim alanları, kirletilen su ve hava, tahrip edilen tarım alanlarını beraberinde getiren bu yıkımın sonuçlarını da en ağır şekilde emekçiler ve yoksul halk kitleleri yaşamakta.

Anayasa'nın 56. maddesi, “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir” hükmünü içermekte.

Kapitalist talan ve yıkıma karşı, emek ve demokrasi mücadelesiyle birlikte çevre mücadelesini de yürütmek sınıf mücadelesi için oldukça önemli. Yaşanılabilir bir dünya özlemi ancak bu şekilde hayat bulacak.