Hayri Demir: Bugün dost düşman herkes Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğundan haberdar
Hayri Demir’in ikinci kitabı olan “Selahattin Demirtaş Bir Siyasi Rehinelik Öyküsü” ise geçtiğimiz günlerde okurla buluştu.
Söyleşi: Şilan Geçgel
Gazeteci- yazar Hayri Demir’in ilk kitabı Türkiye’de 2016’da yasallaşan dokunulmazlık sürecini ve perde arkasını inceleyen “Değişen Bir Şey Yok – Meclisten Mahpushaneye Kürt Milletvekilleri” Eylül 2019’da Dipnot Yayınları aracılığıyla yayımlanmıştı. Demir’in ikinci kitabı olan “Selahattin Demirtaş Bir Siyasi Rehinelik Öyküsü” ise geçtiğimiz günlerde okurla buluştu.
Nota Bene Yayınları tarafından basılan bu önemli eseri; Demirtaş’ı ve Demirtaş şahsında tüm siyasi rehinelere yapılan haksızlıkları Gazeteci-Yazar Hayri Demir’e sorduk.
Selahattin Demirtaş: Bir Rehinelik Öyküsü isimli kitap, Demirtaş şahsında birçok siyasi rehinenin ortak deneyimlerini, yaşadıkları zorlukları içeriyor aslında. İlk olarak şöyle başlamak isterim: Sizi böyle bir kitabı kaleme almaya iten faktörler nelerdi?
Adalet gibi olmazsa olmaz bir olgu, Türkiye’de 2016 yılından itibaren ciddi bir iktidar müdahalesiyle aranır hale getirildi. Bu süreçte yüzlerce gazeteci, siyasetçi ve insan hakları savunucusunun da aralarında bulunduğu on binlerce kişi salt iktidarın kimi politik hedeflerine ulaşabilmesi için tutuklandı. Gazeteciler, gazetecilik yaptığı için siyasetçiler iktidara muhalif siyaset yaptıkları için tutuklandı.
Türkiye tarihinde darbe dönemleri dışında ilk kez bir partinin eş genel başkanları ve milletvekillerinin tutuklanması da tam da bu süreçte yaşandı. Dönemin HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, tutuklanan isimlerden birisiydi ki kendisiyle birlikte 9 milletvekili de milletvekiliyken tutuklandı. İktidar her ne kadar bu isimlerin dokunulmazlığı kaldırıldı gerekçesine sarılsa da tutuklanan isimler, tutuklandıkları sırada milletvekiliydi. Bu durum Türkiye siyasi tarihine kara bir leke olarak geçti.
Tutuklamaya giden bu sürecin tüm ayrıntıları, bunun siyaseten yapıldığını gösteriyordu. Çünkü iktidar sözcüleri, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından 2015 yılına kadarki 13 yıllık döneminde ilk kez tek başına iktidar olamadı, bir başka deyişle 13 yıllık dönemde ilk yenilgisini 7 Haziran 2015 seçimlerinde yaşadı. AKP’ye tek başına hükümet kuramama yenilgisini getiren ise HDP’nin seçim başarısıydı. Tam da bu süreçten sonra HDP’liler bir yerden düğmeye basılmışçasına hedef tahtasına oturtuldu. HDP, o güne kadar iktidar tarafından ciddi manada muhatap alınıyor ve özellikle Kürt sorunun çözümü konusunda muhatap alınıyordu. Fakat seçimlerdeki bu yenilgi, iktidarın çözüm masasını devirmesini de beraberinde getirdi. Masanın devrilmesiyle birlikte de ilk kez bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılması süreci gündeme geldi. Bu gündeme getirilirken bizzat HDP’li milletvekilleri kastedildi.
Nitekim süreç CHP’nin de “Anayasa’ya aykırı ama evet diyeceğiz.” şeklindeki tarihi hatasıyla milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve sonrasında HDP’li milletvekillerinin aylarca hazırlığı yapılan bir gece yarısı operasyonuyla tutuklanmasına kadar gitti.
HDP’LİLERİN TUTUKLANMASI ANAYASAYA AYKIRI
HDP’lilerin tutuklanması “anayasa aykırı” bir şekilde yürütüldüğü gibi yargılama safhaları da tamamen hukuki normlardan uzak bir biçimde yürütüldü. Halen de yürütülmeye devam ediliyor.
Tam da bu dönemin bir fotoğrafını çekmek ve kayda geçmek gerekiyordu. Bir gazeteci olarak hem dokunulmazlıkların kaldırılması sürecine hem milletvekillerinin tutuklanmasına hem de halktan kaçırılan yargılamalarına tanıklık ettim. Bu tanıklık aynı zamanda iktidarca yaratılmak istenen bir yanlış bir resmi tarih yazımının da tanıklığıydı. Çünkü herhangi bir mahkeme kararı olmaksızın tutuklanan siyasetçiler ilk andan iktidar temsilcileri tarafından meydanlarda “suçlu” olarak lanse ediliyordu. Üstelik dava dosyalarında siyasetçilerin siyasi faaliyetlerinin dışında herhangi bir suçlama olmamasına rağmen iktidar temsilcileri, bu siyasetçileri peşinen mahkûm edecek bir algı operasyonuna başvuruyordu.
Bu dönemde tutuklanması bir yana karşı karşıya kaldığı yargılamalara dönük siyasi müdahaleler de göz önünde bulundurulduğunda Sayın Selahattin Demirtaş’ın karşı karşıya kaldığı hukuksuzluklar bütünü, dönemin adaletsizliğinin de fotoğrafını çekebilmenin ayrıntılarını taşıyordu.
Çünkü bir yandan yerel mahkemelerden tutalım Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine kadar uzanan ihlaller ve bizzat AİHM’nin siyaseten tutukluğu tescillemesine rağmen tahliye kapısı bir türlü aralanmaya bir tutukluluk örneği yaşanıyordu. Tahliye kapısı, hatırlanacağı üzere yine bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AİHM tarafından verilen derhal tahliye kararına ilişkin “Biz karşı hamlemizi yapar, bırakmayız.” açıklamasıyla gelen karşı hamlelerle aralanmadı. Bu ifade bile yargının söz konusu karşı hamleleri hayata geçirmek için talimat aldığının göstergesiydi. Çünkü bu açıklamanın hemen sonrasında tahliye olması gereken Demirtaş, farklı bir dosya gerekçe gösterilerek cezaevinden çıkmadan yeniden tutuklanmış oldu. Bu sadece bir örnek. Daha başka örneklerle de karşı hamleler yapıldı ve AİHM kararı uygulanmadığı için Türkiye, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin önüne kadar gitti.
Nihayetinde 3 Kasım gecesi tutuklanan ve halen de tutukluluğu siyaseten sürdürülen önemli bir siyasi figür olarak Selahattin Demirtaş’ın karşı karşıya kaldığı bu dönemi tüm ayrıntılarıyla kayda geçmek gerekiyordu. Bu biraz da gazetecilik vazifesiydi. Sonuçta toplumdan kaçırılan, algı operasyonlarıyla çarpıtılan bir yargılama süreci yaşanıyordu. Bu süreçte yaşanan hukuksuzluklara da tanıklık etmiş olmak, kitabı yazmaya iten önemli motivasyondu diyebilirim. Sonuçta bir yanda iktidarın yaratmak istediği ya da görmek istediği yalan gerçeklik, diğer tarafta hakikatin kendisi vardı. Gazetecinin topluma karşı hakikatin izini sürme görevinden hareketle de böylesi bir çalışmayı yazmak bir gazeteci olarak büyük bir sorumluluğun ihtiyacıydı diyebilirim.
Kitabın yazılış süreci nasıl başladı? Selahattin Demirtaş’la iletişim kurarken zorluk yaşadınız mı?
Aslında bu kitap daha önce kaleme aldığım “Değişen Bir Şey Yok – Meclisten Mahpushaneye Kürt Milletvekilleri” isimli çalışmanın bir devamı niteliğinde oldu diyebilirim. O kitapta dokunulmazlıkların kaldırılması sürecini bizzat dönemin muhatabı olan ve sonrasında tutuklanan milletvekillerinin kendi deneyimleri üzerinden aktarmıştık. Tutuklamaların üçüncü yılında bu çalışma yayımlanmıştı. Fakat çalışma, yaşanan hukuksuzları bir açıdan ele alma noktasında eksik kalmıştı. Bu nedenle aslında Selahattin Demirtaş – Bir Siyasi Rehinelik Öyküsü sürecinin ilk aşaması da daha dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinde başladı diyebilirim. Çünkü daha o dönemden itibaren en basit örneği vermek gerekirse dokunulmazlıkların kaldırılmasına gerekçe yapılan fezlekeleri bir araya getirmeye başlamıştım. Sonrasında tutuklama ve yargılama sürecinin başlamasıyla birlikte davaları bir bir takip ederken de bu çalışmayı yapacağımı düşünmeden tüm gelişmeleri bir şekilde arşivlemeye, kayıt altına almaya devam ettim.
2019’a geldiğimizde Demirtaş’ın AİHM kararı gereği tahliye edilmesi gerekirken yine bir karşı hamle ile tahliye edilmemesiyle doğrudan bu örneğe yoğunlaşma ihtiyacı duydum. Demirtaş hakkında açılan davalar neler, hangi suçlamalar yöneltiliyor, dava süreçlerinde ve davayla ilgili siyaseten hangi gelişmelerin yaşandığını daha yakından takip etmeye başladım.
2020 yılının ortaların doğru ise eldeki verilen tamamının Demirtaş’ın “bir siyasi rehine olarak” tutuklandığını tüm çıplaklığıyla ortaya koyduğunu hatta tescillediği kanısına net olarak vardım ki “siyasi rehinelik” tanımı kendi tanımı olmasına rağmen dava sürecinde yaşanan ayrıntılar da bunu net olarak ortaya koyuyor. Bu kanının oluşmasıyla da kitabın yazım süreci başladı. Fakat dediğim gibi aslında sürecin kendisi ta 2015 yılından başlıyor. Kaldı ki kitabı okuyan ya da okuyacak okurlar da fark edecektir, çalışma salt mahkeme koridorlarındaki gelişmeleri değil bölüm bölüm yakın tarihe de ışık tutacak yolculukları içeriyor. Bu nedenle her ne kadar yazılış süreci 2020 ortaları olsa da bir bütün olarak 2015’ten belki daha öncesinde başlayan ve devam eden bir dönemi kapsıyor diyebilirim.
DEMİRTAŞ’LA YÜZ YÜZE GÖRÜŞEMEDEN BU ÇALIŞMAYI TAMAMLAMAK ZORUNDA KALDIM
Yazım kararıyla birlikte en büyük handikabımın Demirtaş ile iletişim kurma noktasında yaşandığı belirtmem mümkün. Çünkü ele aldığım siyasi figür cezaevindeydi ve cezaevine özel izin olmadan kendisini ziyaret etmem mümkün değildi. Nitekim kimi başvurulara rağmen kendisiyle bizzat yüz yüze görüşemeden bu çalışmayı tamamlamak zorunda kaldım. Elbette kendisiyle yüz yüze görüşmem ve kimi durumlarla ilgili doğrudan görüşlerini almam kitabı daha anlamlı kılacaktı. Fakat keyfi olarak görüşmeye izin verilmediği için bu mümkün olmadı. Aslında bu bile bir ihlalin kendisiydi. Çünkü aynı dönemlerde cezaevinde olan mafya liderleri istedikleri kişilerle görüşürken ya da isteyen herkes bir şekilde mafya liderleri ile cezaevinde görüşürken ben siyaset yaptığı için tutuklu bir siyasetçi ile görüşemedim. Bu sadece benim karşı karşıya kaldığım bir durum olmadı tabi ki. Aynı zamanda herhangi bir izin almaksızın sadece bildirim yapmak koşuluyla cezaevinde istediği kişiyle görüşme imkanına sahip olmalarına rağmen çoğu kez HDP’li milletvekillerinin de tutuklu siyasetçilerle görüşlerine imkan verilmedi.
Bu nedenlerle de Demirtaş ile iletişimi kendisiyle görüşen avukatları ve mektupları aracılığıyla kurabildim. Elbette bu da başka bir zorluğu beraberinde getirdi.
Kitabınız binlerce sayfalık dava dosyaları, tutanaklar, belgeler, savunmalardan oluşuyor. Bu haliyle ciddi bir arşiv özelliği de taşıyor. Tüm bunların toplumsal hafızayı ortaklaştırmak gibi bir amaca hizmet ediyor olduğu kanısındayım. Toplumsal hafızayı diri tutmak sizin için neden önemli? Unutmayanın adalet kavgası daha mı inatçı olur?
Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki 50 bin sayfaya yakın bir dava dosyası ve bu paralelde yaşanan gelişmeleri elden geçirerek bu çalışmayı tamamladım. Sadece Demirtaş’ın ikinci tutukluluğuna gerekçe yapılan Kobanê eylemleri iddianamenin tam olarak 3 bin küsur sayfadan oluştuğu göz önünde bulundurulduğunda bu belge doküman yığınının ne derece olduğu anlaşılmış olur. Diğer yandan bunları ayıklamak ve analiz etmek de bir başka yükü beraberinde getirmiş olmasına rağmen ciddi bir arşivle birlikte gazetecilik süzgecinden geçirip yalınlaştırarak, elden geldiğince belgeleriyle de bunu çalışmaya dahil etmeye çalıştım.
Elbette bu çalışmaya bir hafıza çalışması demek de mümkün. Çünkü sonuçta bir gün tarih yaprakları geri sarılıp, bugünlerde Demirtaş ve Demirtaş şahsında AKP’nin siyasi hedefleri uğruna tutuklanan siyasetçiler nasıl ve ne şekilde tutuklandı sorusu sorulacak. Çünkü bu karanlık dönem elbette sona erecek ve bu dönemin tartışmasıyla birlikte belki de yüzleşmesini göreceğiz. Bu açıdan bakıldığında henüz devam eden bir süreç olsa da bir tarihsel dönemin belliğini henüz canlıyken ve içerisinden geçerken kayıt altına almak daha büyük bir önem taşıyor.
Öte yandan Selahattin Bey, kitabın önsözünde tam da sorunuza ilişkin olarak çok önemli bir tespitte bulunuyor. Tespiti şöyle; çalışmanın bir “zihin hasadına” engel olmak amacıyla hazırlandı. Devamından da önsözü yazarken esinlendiği akademisyen Sevilay Çelenk’in yazısından şu sözlerini aktarıyor: “Berlin merkezli antifaşist direnişin üyelerinden 33 yaşındaki üyesi Harro Schulze-Boysen, idam edilmeden önce anne ve babasına bir mektup bırakır: 'Eğer burada olsaydınız görünmez olup beni ölümün karşısında gülerken görürdünüz. Çoktan aştım onu. Ne yapalım, Avrupa'da zihnin hasadının kanla yapılması adetten olmuş.'”
Zihin hasadına karşı çıkmak tam da hafızayı diri tutmanın, unutmamanın ve unutturmamamın ne nedenli önemli olduğunu gösteriyor. İktidar bir yandan da hafızasız, belleksiz bir toplum yaratma arayışında ki bunu bizzat günlük pratik politik hamlelerinden de görüyoruz. Unutturma, aynı zamanda bir resmi devlet ideolojisi olarak halkların tarihine karşı da hayata geçiriliyor. Bu unutturmayla birlikte kendi resmi tarihi yazımıyla gelecek kuşaklar da hakikatten uzak yetiştirilmek isteniyor. İşte tam da bu nedenle bu toplumsal hafızayı diri tutmak hepimizin görevi diye düşünüyorum.
Şu örneğin, sorunuzla paralellik taşıdığı görüşündeyim. Demirtaş ve diğer HDP’li milletvekilleri tutuklandıktan sonra davalar soruşturmaların açıldığı kentlerde değil, güvenlik gibi saçma bir gerekçeyle apayrı kentlerde yürütüldü. Bu yönteme başvurulmasının sebebi resmi gerekçelerle kılıf uydurma olsa da aslında yargılananların yargılayan pozisyonlarında olduklarını halktan kaçırma, gizleme çabasıydı. Sonuçta o mahkeme salonlarında yargılanan her siyasetçi, savunmalarıyla yargılayanları yargılanan pozisyonunda değerlendirdi ki bu bir siyasi tavırdı. Ama iktidar tarihe geçecek bu yargılamaları da halktan uzak hatta özel hazırlanmış duruşma salonlarında yapma yolunu seçerken de hafızasızlaştırma, unutturma saikiyle yürüttü. Fakat yukarıda da belirttiğim gibi bu yaşanan canlı belleği kayıt altına alarak iktidarın savının dışında hakikat normlarıyla aktarmak gerekiyordu.
Ve tabi ki unutmayanın kavgası daha inatçı olur. Çünkü ne olursa olsun unutulmayan bir anlamıyla iz bırakandır. Tarihinin hep acı izlerle dolu olduğu bir ülkede, bir unutmama da içerisinden geçtiğimiz sürecin kendisi diye düşünüyorum. Her ne kadar içerisinden geçtiğimiz için farkında olmasak da bugün günler de unutulmayacak bir yaşanmışlığın kendisidir.
“Kitabın temel derdi tarihin konusu olacak bir süreci ve aktörler arası ilişkiyi, güncelin insafına bırakmamaktır.” diyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?
Şöyle tarif etmek gerekirse Türkiye’de son beş altı yılda yaşananlar bugün olmasa bile yarın elbette tarihin konusu olacaktır. Çünkü klasik deyimle sıradan bir dönemden, günlerden geçmiyoruz. Kitabın konusu, Türkiye siyasi tarihinin bir dönemine ışık tutarken bir yandan da bunu kayıt altına alıyor. Bugün dost düşman herkes Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğundan haberdar. Dahası tutukluluğu ve yargılaması artık Türkiye sınırlarını da aştı. Fakat ne şekilde ve nasıl geliştirilen bir siyasi darbe süreciyle tutuklandığı, hangi karşı hamlelerle tutukluluğunun sürdürüldüğü ailesi ve avukatlarının dışında çok az bir kesimin bildiği bir durum. Öte yandan bir başka kesim ise tamamen iktidarın yani bu sürecin bir aktörü tarafından yaratılan manipülasyonlarla bu sürece yaklaşıyor. Dolayısıyla bu aktörün yarattığı manipülasyon yığınına karşı, hakikatin ne olduğunu ortaya koymak amacıyla bu gidişata bir el, fren çekmek gerekiyordu. Bu da yaşananları iktidarın insafına bırakmamak kadar büyük bir elzemdi.
KÜNYE: Selahattin Demirtaş Bir Siyasi Rehinelik Öyküsü, Hayri Demir, Nota Bene Yayınları, 264 sayfa.