Gelecek günlerimiz; acısıyla, neşesiyle…

Gelecek günlerimiz; acısıyla, neşesiyle…

Zafer Köse’nin yeni kitabı, “Neydi O Gelecek Bayramlar” kitapçı raflarındaki yerini aldı. Meramı olan bir kitap. Okuyucuyla canlı biçimde dertleşirken, çözümlerden de söz eden sevgili Zafer Köse’yle ailenin, güvenin, sevginin ikircikli hale geldiği bugünden, yarınlara bir nefes, bir umut büyütmeye çalıştığı kitabıyla ilgili sohbet ettik.

Zübeyde Duran

Fidan, hayat dolu bir genç kadındır. Doğrusu, biraz da hoppadır. Üniversitedeki ilk yaz tatilinde köye gider, bir iki hafta Laz Teyze’nin yanında kalıp dinlenecektir. Ve ailesine çaktırmadan, sevgilisiyle kısa bir tatil yapmanın yolunu arayacaktır. Sevgilisi zaten bir tatil bölgesinin yakınında çalışmaktadır; Deli Metin’in Şirinler Projesi için uğraşmaktadır.

Tam o günlerde, doğduğundan beri ancak bayramdan bayrama görüştüğü halası Zeynep, birdenbire Fidan’ın hayatına girer. Hayatının son günlerini yaşayan Zeynep’in hikayesine duyarsız kalamaz, kendisine pek de uygun olmayan işlere kalkışır.

Neydi O Gelecek Bayramlar’da Fidan, Laz Teyze’sinden ve halasından topladığı bilgilerle bize Zeynep’in hikayesini anlatıyor. İşin içinde ölüm var, ömrünün son haftalarında hayatına anlam katmaya çalışan Zeynep’in beklentileri var, Deli Metin’in gerçekçi hayalleri var… Bütün bunları kendi tarzıyla anlatıyor Fidan; canlı, hatta neşeli bir dille.

Geçtiğimiz günlerde kitapçı raflarında yerini alan Neydi O Gelecek Bayramlar romanı üzerine söyleşmek için Zafer Köse’yle buluştuk.

Derdi “çok” bu romanın. Hem “birçok dert üzerinde duruyor” anlamında çok, hem de “büyük dertler” anlamında… Ailelerde kız çocuğuna ayrımcılık, akrabalar arası ticari ilişkinin yıkıcılığı, popüler kültürdeki düşüncelerin emekçi halka olumsuz etkisi, başka türlü bir hayat kurmaya çalışanların varlığı… Böyle bir içeriğe göre, çok kısa bir roman. Zafer Köse, bazı konulara sadece değiniyor; bir bakış açısı, bir pencere işaret etmekle yetiniyor. Ve her derdin çözümünün, o derdin içinden çıkacağını hissettiriyor.

Bakalım, bir buluşmada bunca konudan hangilerini konuşabileceğiz?

Z.D.: Zeynep çocukluk ve ilk gençlik yıllarındaki hayatı arıyor, o hayata geri dönmek istiyor. Ama ortada öyle bir hayat yok artık. Ailesi, kasabası, toplum değişmiştir. Bu durum romanda, Zeynep’in bulamadığı eski günlüğünü yeniden yazması gibi çarpıcı bir yolla somutlaştırılıyor. Kitabın temel alegorisi bu gibi geldi bana.

Z.K.: Öyle olduğunu kabul edebilirim. Gerçek hayatta eski günlüğünü tekrar yazan birini hiç tanımadım. Ama insanlar geçmişi hep böyle algılıyor. Yaşadıkları günün içinden dönüp bakınca gördükleriyle, gerçekleşmeyen beklentilerin, yaşanmamış olasılıkların hayaliyle.

Z.D.: Yani “Neydi o eski bayramlar”  deyip duranlar, aslında eski bayramların gerçek halini değil, geçmişe dönük hayallerini dile getirmiş oluyorlar.

Z.K.: Eski bayramlara, eski günlere duyulan özlem, o zamanların gerçeklerinden çok, bugünlerdeki olumsuzluklardan kaynaklanıyor. O günler o kadar güzelse, Zeynep neden terk edip gidiyor ki?

Eski bir arkadaşa, eski bir güne, eski hayata dönme isteği, ondan sonra geçen zaman dilimini yok sayma hayaliyle ilişkili olsa gerek. Onca yılı yanlış yaşadığına hayıflanmak gibi bir şey.

Z.D.: Ve Zeynep, Gemlik’ten ayrılıp ailesiyle ilişkisini sınırlandırdıktan sonra İstanbul’da konforlu, başarılı, varlıklı bir hayata ulaşmıştır. Ama birdenbire karşısına çıkan ölüm gerçeği üzerine, asıl aradığını bulamamış olduğunu fark ediyor. Artık anlamsız gelen bu uzun yılları telafi etmek için, son günlerinde eski hayatına dönmek istiyor. Ne var ki, böyle bir dönüşün mümkün olmadığı daha romanın başında söyleniyor. Buna rağmen canlı, hatta neşeli bir anlatımla ilerliyor hikaye. Bazı sayfalarda, Zeynep’in şanslı biri olduğunu bile düşünüyoruz. Burada herhalde Fidan’ın ve Deli Metin’in varlığından söz etmek gerekir.

Z.K.: Şanslı! Ölmek üzere olan birinin hayat hikayesini okurken, son haftalarda yaşadıklarından dolayı onun aslında şanslı olduğunu hissettirebilmişsem, çok sevinirim.

Zeynep bence de şanslı, çünkü, öyle planlamamış bile olsa, eski hayatına değil de yeni bir hayata, belki çok kısa ama yeni bir dünyaya dönüyor. Genç akrabası Fidan’la gerçek anlamda tanışıyor. Kendisinin aileden uzaklaştığı zamanki yaşındadır Fidan. Gerçekleşmemiş yaşam olasılıklarından bazılarına, en güzellerine karşılık gelmektedir. Bu romanın da anlatıcısıdır aslında.

Bir de Deli Metin’e, daha doğrusu, onun Şirinler Projesi’ne dönüyor.

Evet, bu hikayenin konusu; “Zeynep’in Yolculuğu”. Romana çalışmaya başladığımda kitabın adını böyle düşünüyordum. Ama sadece İstanbul’dan Gemlik’e basit bir yolculuk değil. Otuz yıl öncesine dönmeye çalışan Zeynep’in, umduğundan farklı biçimde gelişen hem hüzünlü hem de sevinçli bir yolculuğu.

Z.D.: Bu yanıtında Deli Metin’i çok kısa geçtin, onu tekrar soracağım… Önce, Zeynep’in bulamadığı o şey neydi, neyi arıyordu, bunu biraz daha açalım mı?

Z.K.: Buna vereceğim yanıt, romanın konusunun en doğru özeti olabilir. Zeynep, “güvenmek” dediği bir şeyi arıyordu. Gemlik’ten İstanbul’a giderken de, İstanbul’da geçen yılları boyunca da, sevgilisiyle ilişkisinde, sonraki evliliğinde, hep “güvenilir insan” aradı. Son haftalarında ise, herhalde pek zamanı da kalmadığı için, “güvenilir insan” arayışı evrildi, “insandaki güvenirlik” niteliğini aramaya dönüştü.

Z.D.: İşte burada, sanıyorum söz Deli Metin’e gelecek. Özellikle de onun roman boyunca hiç ortaya çıkmayışı bana önemli geldi.

Z.K.: Hangi bölümde ne anlatacağımla ilgili notlar alıp bu romanın taslak halini yazarken fark etmiştim, onun diğer kahramanlarla aynı ortamlarda bulunması hiç de uyumlu olmazdı.

Deli Metin; diğer kahramanların (ve gerçek hayatta bizlerin) zihninde yaşattığı, takdir ettiği, benimsediği fakat günlük hayatta pek de gerçekleştiremediği değerlere karşılık geliyor. Hesapsız dostluğun, ödünsüz mücadelenin, sınırsız sevginin bir simgesi. Ve asla yenilmeyen bir umut. Romanda herkes ondan hayranlıkla söz ediyor ama Deli Metin’in kendisi hiç ortaya çıkmıyor.

Z.D.:Buraya kadarını özetlersek; Fidan’ın varlığı, anlatıya canlılık ve neşe katan, gelecek zaman peşinde yaşama duygusu veren bir etki sağlıyor. Metin ise, hayallerimiz kadar somut bir gerçeklik, insanın güvenirliğine bir kanıt gibi yaşıyor.  Başka da önemli kahramanlar var: Bülent, Köksal, Büyük Kız, Gelin, Melek… Ama üzerinde durmadan geçilemeyecek bir karakter var: Laz Teyze. O bir bilge izlenimi bırakıyor. Kitabın da kara kutusu niteliğinde.

Z.K.: Yüz yaşındaki Laz Teyze olmasa, açıktır ki, bu roman da olmazdı. Evinde önceki kuşaklardan kalan eşyaları, yazışmaları, bütün anıları saklıyor. Biliyorsun, Kavakdibi Köyü’nde yaşıyor. Etrafındaki en azından birkaç ailenin bütün geçmişinin deposu gibi.

Doğrusu, yazmaya başladıktan sonra, Laz Teyze’nin kafamdaki ağırlığını çok azalttım kitapta. Daha geniş bir kültürel tema olarak düşünmüştüm, ama diğer konuların önüne geçmemesi için epeyce eledim.

Z.D.: Romanın anlatıcısı Fidan. Ama anlatım tekniği sabit değil. Bazen konu ettiği kişiden “halam” diye söz edip sohbet türünde ilerliyor, bazen nesnel biçimde “Zeynep” diye anlatıyor. Güncel gelişmeleri eş zamanlı ve konuşma havasında aktarırken, yıllar önceki olayları da biraz “kahraman bakış açısı” tekniğiyle veriyor. Bir de, kitabın neredeyse üçte birini oluşturacak biçimde, Zeynep’in sonradan yazdığı günlüğünün bazı kısımlarını aralara alıyor Fidan. Doğrusu, bana biraz “fazla başarılı” geldi Fidan’ın anlatımı. O bir edebiyatçı değil sonuçta.

Z.K.: Haklısın. Fidan’ın kitap yazmaya devam etmek gibi bir düşüncesi, yazar olmak gibi bir hayali yok. Zeynep’in hikayesini anlatmayı bir görev, bir tür borç kabul ettiği için uğraşıyor.

Aslında epeyce “kusur” da var anlatımda. Sosyal medya üzerinden yürüttükleri yazışmalarda imla hataları zaten çok bariz. Onun dışında, anlatım tekniği açısından da edebiyat derslerinde öğretilen bazı kurallar ihlal ediliyor. Belki bunların bilinçli bir tercihe dayanmasını, işlevsel biçimde uygulanmasını beğenmişsindir ve Fidan’ın böyle şeyler yapamayacağını düşünmüşsündür. Ama Fidan o anlatım tekniklerini zaten bilerek kullanmıyor ki.

Z.D.: Peki, tamam, şurada bir buton olsaydı şimdi “beğen”e tıklardım.

Savunmamı geçerli gördün… Teşekkür ederim.

Biliyorsun, hiçbir zaman biçimci bir anlatımı sevmedim. Elbette bütün yapıtlarda “öz”, ancak bir “biçim” ile ortaya çıkabilir. Güzellik ve anlam, ancak bir biçim olarak belirebilir. Ama biçim de kendi başına oluşamaz ki, bir öz’ü algılanabilir hale getirdiği oranda vardır.

Yani bir romandaki anlatım, kendi başına “güzel” olamaz; anlatım güzelse, içeriği iyi yansıttığı içindir, içeriğe uygun olduğu içindir. Hatta, anlatım zaten içeriğin bir bileşenidir.

Z.D.: Hem bu meseleyle hem de Zeynep’in hikayesiyle ilgili birçok konu daha var konuşabileceğimiz. En iyisi, “devam ederiz” deyip şimdilik bitirelim. Teşekkür ederim.

Z.K.: Ben teşekkür ederim Zübeyde. Okuduktan sonra kitapla ilgili görüşmek, tartışmak isteyen dostlarla buluşmaktan daha güzel bir şey yok.

KÜNYE: Nerede O Gelecek Bayramlar, Zafer Köse, Doğan Kitap, 2020 Ağustos, 248 sayfa.

DAHA FAZLA