"Evrim yemeğin sonundaki tatlıdır"
Tabiat Tarihi Uygulama ve Araştırma Merkezi/Müzesi çalışanlarından Dr. Serdar Mayda ile Evrim ve Paleontoloji hakkında konuştuk.
(İleri - Bilim) Ege Üniversitesi Fen Fakültesi’ne bağlı Tabiat Tarihi Müzesi, Ankara’daki Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü’ndeki Tabiat Tarihi Müzesi’nden sonra, alanında ikinci en büyük müze. 1973 senesinde faaliyete geçen müzenin çalışanalrından Dr. Serdar Mayda ile Evrim ve Paleontoloji hakkında konuştuk:
Paleontoloji’yi ve çalışma yöntemlerini biraz anlatır mısınız?
Paleontoloji; geçmişte yaşamış canlıları inceleyen bilim dalıdır. Canlıların davranışlarını, yaşamlarını, formlarını, bulunduğu kayaları ve onların beslendiği bitkileri inceler. Kısacası geçmişi inceler.
Çalışmalarımız arazi ve laboratuar çalışmaları olarak iki aşamalı gerçekleşir.
Arazi çalışmaları veri elde etmek için yapılır ve fosil en önemli verimizdir. Fosil bir omurgalı, bir bitki veya hayvanın bıraktığı bir dışkı da olabilir. Arazi çalışmaları sırasında verileri toplayabilmek için jeoloji bilgisine sahip olmak gerekir. Dünya’da da paleontologlar jeoloji ve/veya biyoloji kökenli olurlar. Aslında hem jeolojiyi hem de biyolojiyi bilmek, en azından birinde yüksek lisans seviyesinde eğitim almış olmak en iyisidir. Kendimden örnek vermek gerekirse lisansta jeoloji, yüksek lisansta paleontoloji ve doktorada da biyoloji bölümünde zooloji çalıştım. Fosilin bulunduğu kayayı bilecek, bulunan canlıyı tanımlayabilecek anatomi, osteoloji ve odontoloji bilgisine sahip olmak lazım. Buradan da paleontolojinin farklı bilim dallarlından beslendiğini, multidisipliner bir bilim olduğunu görebiliyoruz.
Laboratuar çalışmaları bulunan örneklerin temizlenip ayrılması ve gerekli konservasyon işlemlerinin yapılmasıdır. Bu işlemlerden geçtikten sonra örnekler etüdlük/envanterlik olarak ayrılır ve müzede sergilenir.
Çalışmalarımız Türkiye Tabiat Varlıkları ile ilgili kanunlar çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. Bu durumun getirmiş olduğu bazı sıkıntıları da yaşıyoruz. Fosil çalışmaları Arkeolojik veya Antropolojik çalışmalarla aynı kefede değerlendiriliyor. İnsan yapımı olan bir nesneyle, insan veya canlının kendisini çalışmak aynı iş gibi görüldüğünde, yanlış anlaşılmalar ortaya çıkabiliyor. Örneğin fosiller bir araya gelip büyük kayalar, hatta dağlar tepeler oluşturabiliyor. Biz bu dağdan bir parçayı alıp çalışmak istediğimizde, kayaya zarar vermiş olarak değerlendirilebiliyoruz. Hal böyle olunca da kaçakçı veya defineci gibi bir izlenim yaratıyoruz, kanunları delmiş gibi görünebiliyoruz. Buradaki en büyük yanlışlardan biri fosilin bir maddi değeri olabileceği düşüncesidir. Bu konuyla ilgili gerekli oda ve kuruluşların yürüttüğü çalışmalar mevcut. Zaman içerisinde gerekli yasal düzenlemelerin yapılacağı ve fosil çalışmalarının Avrupa’daki rahatlığına erişeceğini umuyoruz.
Çalışmalarımızdaki en önemli veri fosil dediniz. Buradan konuyu Canlıların Evrimi’ne getirelim istiyorum. Evrim konusu Orta Öğretim’deki Biyoloji dersi müfredatından kaldırıldı. Üniversiteye bu bilgi olmadan gelen öğrenciyle ilgili görüş ve izlenimleriniz nelerdir?
Üniversiteye, özellikle Biyoloji bölümüne gelen öğrencilerin Biyoloji bilgileri oldukça kısıtlı. Evrim konusuna orta öğretimde girilmemiş olması, paleonoltoji ile ilgili paleozooloji, paleobiyoloji, omurgalı ve omurgasız biyolojisi gibi derslerde bizlere anlatırken öğrencilere de anlamaya çalışırken biraz zorluk çıkartıyor. Üniversiteye gelene kadar evrimi bilmeyen öğrenci konuya girildiğinde direnç gösterebiliyor. Direnç dini kaygıların yanında konuyu bilmemekten de oluşabiliyor. Dilini ne kadar sadeleştirseniz de evrim ağır bir konudur. Bazen bilgiyi yüksek dozda verdiğinizde karşı tarafta baş dönmesi, mide bulantısı gibi şikayetleri doğurabiliyor. Evrimi anlatabileceğimiz ders saati koca bir lisans eğitimi süresince 8-10 saati geçmediğinden, konuya ilgili öğrenciye ders dışında evrimi anlatmak ve sevdirmek durumunda kalıyoruz. Seçmeli ders olarak konulan jeoloji derslerimiz var. Bu derste dünyanın evrimini anlatıyoruz. Garip bir şekilde zaman içinde bu dersi seçen öğrenci de pek kalmadı. Konunun zorluğunun caydırıcı bir sebep olmasının yanında, derslerden kolayca geçmek de bir başka dersi seçmeme nedeni olarak karşımıza çıkıyor. Bu gibi sebeplerden ötürü jeoloji dersinin tüm fen bilimlerinde verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Hatta orta öğretimdeki coğrafya ders konuları içerisinde de jeolojinin anlatılması, dağların kayaların oluşum sürecinde evrimin de anlatılabileceğini düşünüyorum. Evrim denilince genelde yalnız insanın evrimi aklımıza gelir, ancak evrimin konusu yalnızca insan değildir. Bana soruyorlar bazen hocam maymundan mı geldik diye. Ben 130’la geldim diyorum (130 nolu otobüs hattı İzmir’de Karşıyaka-Bornova seferini yapmaktadır). Soru garip her şeyden önce, soruyu nasıl soracağını bilmiyor öğrenci.
Evrimi anlatırken jeoloji bizim için güzel bir anahtar olmalı. Jeologlar sadece nerede hangi madenin olduğunu veya depremin ne zaman olacağını bilir düşüncesinden uzaklaşmak gerekir. Biyolojinin dna rna gibi ağır konuları karşısında korkan öğrenciye, depremin oluşunu, fay hattını anlatınca konuyu ince ince dağların oluşumuna getirebiliyorsunuz veya bastığımız kara parçasının Afrika’dan nasıl geldiğini anlatınca, öğrenci oradan başka hayvanın da gelebileceğini kabulleniyor.
Özetle hasta gelen öğrenciye bazen ilacın dozunu fazla verebiliyoruz ve bu da yan etkiler yaratabiliyor. Bu bir bahane değildir elbette, daha çok çalışarak bu zorluğun da altından kalkacağımıza inanıyorum, tedavi yöntemlerini de geliştireceğiz.
Araştırma ve uygulama merkezi olmasının yanında burası aynı zamanda bir müze. Müzeye gelen öğrencilerin Evrim ve Paleontoloji’ye ilgileri ne durumda?
Her sene 20 bin öğrenci müzeyi ziyarete geliyor. Anaokulundan üniversite öğrencisine kadar oldukça geniş bir yaş aralığında öğrenci kitlesini ağırlıyoruz. Her yaş grubuna göre farklı formasyonları olan öğrenci ve kadrolu çalışan arkadaşlarımızla birlikte evrim ve paleontoloji hakkında bilgi veriyoruz. Garip bir şekilde bu hükümet döneminde ziyaretçi sayımız da arttı. Aslında nedenlerinden biri çocukları götürüp gezdirecek farklı ve güvenli pek bir ortamın olmaması. Bir diğer neden de bakmayın dinozor minozor hikayesi, antievrimcisi dışında, herkesin bir şekilde ilgisini çekiyor.
Biyoloji bölümünden öğrencilerimiz de sağ olsunlar müzeye gelip bizlere yardım ediyorlar. Hatta geçtiğimiz yaz aylarında bir çalışma yaptılar, maddi durumu pek iyi olmayan ailelerin çocuklarını müzeyi görmek ve evrimi anlatmak için getirdiler. Bizler de arkadaşlarımıza yardımcı olduk. Evrim çalışmak ve anlatmak çok keyifli. Ancak burada çocuğa evrimi anlattığımızda çocuğu kurtarmış olmuyoruz. Zaten çocuğun genel olarak eğitimindeki sorunu, burada evrimi anlatırken görüyoruz. Dünyanın gelişimini dinamiğini anlatacağım, çocukta doğru düzgün fizik bilgisi yok dinamik diyemiyorum. Jeolojik dönemleri anlatacağım, milyon senelerden bahsediyorum anlatırken çocuk toplama işlemi yapmaya çalışıyor, beceremiyor, matematiği kötü. Afrika, Orta Asya diyorum haberleri yok tv’den izlediğini biliyor, coğrafyadan da çakıyoruz. Fosilleşmeyi anlatacağım işin içinde karbon, izotop var çocuk anlamsızca bana bakıyor; ama lisede öğrencinin bunları biliyor olması lazım. Hatta üniversitede bile benzer öğrencilerle karşılaşıyoruz.
Kısacası bizim evrimi anlatmadan önce eğitim sistemindeki sorunları gidermemiz gerekiyor. Matematik, fizik, kimya ve coğrafya bilgisi olmayan bir çocuğa evrimi anlatamazsınız.
Evrim yemekteki tatlıdır. Önce çocuğun karnını doyurmak lazım, çorbası, ana yemeği olmalı. Tatlı olarak da evrim verirseniz, çocuk yediği yemeğin tadına varacaktır. Zaten çocuk o tatlının tadını alınca bırakamıyor, benim bırakamadığım gibi.
Türkiye’de bulunan ilk Homo Erectus olan Kocabaş Hominidi ile ilgili biraz bilgi verebilir misiniz?
Kocabaş, Pamukkale Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nde Prof. Dr. M. Cihat Alçiçek tarafından 2000’li yıllarda bulunuyor. Traverten ocağında bulunan bu fosil kafatası parçalarından oluşuyor. Konuyla Fransa ve Amerika’dan bilim insanları ilgileniyor ve sonrasında ben de projeye dahil oluyorum. Öncelikle fosilin yaşını 500-600 bin olarak düşünüyoruz, sebebi daha önce travertenlerde yapılan jeolojik analizler bu yaşı vermiş olmasıdır. Ancak yapılan çalışmalar sonucu ortaya çıkan fauna örnekleri (mamut, geyik, at gibi) bize daha yaşlı bir ortamı göstermeye başlayınca Fransa-Paris’te bulunan ve dalında Avrupa’da çok önemli çalışmalara imza atmış “Institut de Paléontologie Humanie” Direktörü Prof. Henry de Lumley ve ekibi Türkiye’ye geldi. Benim de araştırıcı olarak yer aldığım, Tübitak ve CNRS ile Uluslararası İki İşbriliği projesi altında sedimentolojik, paleontolojik ve paleoantropolojik çalışmalar ve kozmojenik nüklit ve paleomanyetizma ölçümleri yapıldı. Mutlak yaş tayinleri fosillerin kaynağı olan travertenlerin yaşının 1-1.3 milyon yıl olabileceğine işaret ediyor. Tüm bu çalışmaların sonuçları “L’Anthtopologié” dergisi 2014 yılı özel sayısında 8 farklı makale ile bilim dünyasına sunuldu. Ayrıca Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nden değerli bilim insanı Paleoantropolog Ahmet İhsan Aytek de yüksek lisans çalışmasında ve sonrasında Kocabaş örneği ile ilgili araştırmalarda bulundu ve ilgili makalesi geçtiğimiz günlerde yayınlandı. Bulunan fosil Hierapolis içerisinde bulunan müzede, faunası bizim merkezimizde yer almaktadır. Yakında travertenlerle ilgili Fransız bilim insanlarıyla yeni bir projeye daha başlayacağız. Bu projeyle daha kapsamlı yaşlandırma analizleri yapmayı planlıyoruz.
Geçtiğimiz yıllarda Antalya Karain Mağarası’nda bulunan aletlerden yola çıkarak, Homo erectus’un burada yaşamış olabileceği anlaşılmıştır.
Elimizdeki verilerin ışığında H.erectus’un 1.3 milyondan başlayıp 500 binlere kadar Anadolu’da yaşadığını, Antalya, Burdur, Konya civarında dolaştığını söyleyebiliriz. Daha önce Türkiye boş olarak görülürken, verilerin ortaya çıkmasıyla Erectus’un izlediği yolun Anadolu topraklarından da geçtiğini söyleyebiliriz.
Türkiye’deki Paleontolojik çalışmalar ve dünya ölçeğindeki yerimiz ile ilgili söylemek istedikleriniz…
Tabiat Tarihi Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde 16 yıldır çalışıyorum. Her yıl ortalama 20 bin öğrenci geldiğini de düşünürseniz neredeyse 300 bin kişi buraya geldi. Benim birebir muhatap olduğum nereden baksanız 3 bin kişi vardır ve bu 3 bin kişiden evrim çalışmalarına kazandırdığımız öğrencilerimiz de benim için buradaki en iyi kazanımdır.
Türkiye fosil zenginliği bakımından Avrupa’da 2. sıradadır ve paleontolojik çalışmalar açısından son derece önemli bir yerdir. Yabancılar da bunun farkında, bizim de bu fosil zenginliğine değer verdiğimizin farkındalar. Merkezimiz de Paleontoloji’nin Türkiye’deki yüz akıdır diyebiliriz. Birlikte yürüttüğümüz projelerdeki yabancı bilim insanlarından aldığımız geri dönüşlerde bunu çok kez gördük. Zaten Türkiye’de de paleontoloji yapıp da ben evrime teorisine karşıyım diyebilecek bir paleontolog da göremezsiniz, eşyanın tabiatına aykırıdır. Günü planlamak için saati bilmek gerekir, paleontolog saati verir. Sevmeseler de bize saati soruyorlar. Fosilin yaşını söylüyoruz ve tektonik çalışmalarda bu yaşlar kullanılıyor. Fayın diri olup olmaması bu yaş verileri ile daha kolay şekilleniyor. Bu da gece rahat uyuyup uyuyamayacağımız anlamına geliyor. Vatandaşa kömür dağıtan kişiler de kömür ocağının yaşını istiyor bizden. Dindar olsa da olmasa da, evrime karşı da çıksa bir şekilde herkes fosilden sebepleniyor. Dolayısıyla Türkiye’de Paleontoloji’yi yasaklayamazlar ve çalışmalarımızı da yolundan saptırabilecek güçleri yok.
"DÜNYANIN NASIL ÇALIŞTIĞINI EVRİMLE ANLAYABİLİYORUM"
Serdar Mayda ile yaptığımız röportaj sırasında, birlikte proje yürüttükleri Leiden Üniversitesi’nden Fosil Böcekçil uzmanı Dr. Lars van den Hoek Ostende merkezde çalışıyordu. Kendisine birkaç soru sormak istedik, bizi kırmadı ve memnun olacağını söyledi.
Bize çalışmalarınızdan biraz bahseder misiniz?
Ben mikro memeliler üzerine çalışıyorum. Asıl konum böcekçiller; kirpi, fare gibi canlılar. Bu konuda çok fazla çalışan insan yok, çalışanların bir kısmı da Rusya ve İspanya’dan benim arkadaşlarım. Yaptığım çalışma kısaca dünyanın, iklim ve coğrafyanın değişimini incelediğim hayvan fosilleri üzerinden değerlendirilmesi. Evrim benim çalışma konularım içinde yer alıyor ancak esas ilgilendiğim konu hayvanın, coğrafyanın, iklimin, okyanusların yani dünyanın değişim sürecinden nasıl etkilendiği. Türkiye Avrupa, Asya ve Afrika’nın ortasında, kıtaların birbirleriyle bağlantıda olduğu bir noktada yer alıyor, zaten fosil materyal açısından da oldukça zengin. Dolayısıyla benim çalışmalarım için de son derece önemli bir yer burası. Doktora tezimde de Türkiye’yi çalıştım yani 1991’den beri Türkiye’deki fosil materyal üzerine çalışıyorum. Yakın zamanda National Geographic ile ortak bir çalışmamız olacak. Ayrıca Leiden ve Ege Üniversitesi arasında Tübitak ile birlikte yapmayı planladığımız öğrenci değişim programı gündemimizde yer alıyor.
Dünya’da ve Türkiye’de Paleontoloji ve özellikle Evrim çalışmaları hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?
Evrim belirli çevrelerde direnç gösterilen bir konu. Türkiye’de de çok güçlü bir direncin olduğu görülüyor. Ancak bu sadece burası için geçerli değil. Özellikle Amerika’da hatta Hollanda’da bizim üniversitemizde paleontoloji çalışan öğrencilerimizde bile görüyoruz. Bu bir tercihtir ve insanlar tercihleriyle yaşar, benim kiliseye gitmediğim gibi. Evrim bir bilim insanı için en iyi teoridir ve ben dünyanın nasıl çalıştığını buradan anlayabiliyorum.
Türkiye’de çalışmayı seviyor musunuz?
Elbette. Burası gerçekten materyal açısından son derece zengin ve çalışma arkadaşlarımla da uyum içerisinde çalışıyoruz. Birlikte yüzey araştırmaları yaptık ve Türkiye’den öğrencilerle de birlikte çalıştık. Bazen öğrencilerle dil problemi yaşadık ama ben de Türkçe öğrenmeye çalışıyorum. Önümüzdeki dönemlerde planladığımız projelerle çok daha iyi işler çıkaracağımıza inanıyorum.