Ebru Uygun’un ‘Islak Işık’ adlı sergisi ve çağrıştırdıkları
Eserlerin tek tek okunması, yerini, serginin bir bütün olarak görülmesine bırakır. Halbuki Ebru Uygun’un sergisinde bu kategoriler arasındaki ilişkiler, işlerin tek tek okunmasını ve seyircinin daha çok uyarılmasını sağlıyor.
İnsel İnal (Sanatçı, akademisyen)
Sanatçı Ebru Uygun’un “Islak Işık” sergisi 5 Ocak’ta Dirimart Dolapdere’de açıldı.
90’lardan beri üreten sanatçının bu sergisi geçmiş üretimlerinin dışında bambaşka bir perspektifle oluşturulmuş. Önceki sergiler, sergilenenlerin dışarıya taşınmasını arzularken, bu sergi dışarısının, gündelik hayatın, çeşitli sekanslarını galeri ortamına taşımayı amaçlıyor.
Sanatçının basın bildirisi incelendiğinde sergilenenlerin tuval referansıyla seyircisine sunulduğu görülüyor. Halbuki eserlerin referansı daha çok gündelik hayattan, sokakta karşılaşılmış yıkıntı, dağınıklık, karmaşa gibi alanlardan toplanan malzemelerden üretilmiş asamblajlardan oluşuyor. Seyirci, tuval resimlerinden çok, özellikle İstanbul gibi bir inşaat şehrinin, her yerinde görülebilen çirkin çöp ve hafriyatının bir galeri ortamının duvarlarına kadrajlanarak taşınmış halleriyle karşılaşıyor.
Tuval ve temsiliyet referanslarından uzaklaşarak, eserlerin özerk yapılarıyla oluşan serginin içindeki kategorileri ise fark etmemek imkânsız. Böylesi bir bölümleme bir seyircinin işini oldukça kolaylaştırıyor. Zira renk ve biçimleri değişse de birbirlerinin çeşitli versiyonlarını üreten eserlerden oluşan sergilerde, ilk bakılarak görülenden sonraki eserler, seyirci ilk çözümlemesini bitirdiği için çok iyi algılanmaz. Eserlerin tek tek okunması, yerini, serginin bir bütün olarak görülmesine bırakır. Halbuki Ebru Uygun’un sergisinde bu kategoriler arasındaki ilişkiler, işlerin tek tek okunmasını ve seyircinin daha çok uyarılmasını sağlıyor. Kategorilerle kademelendirilmesi serginin iyi okunabilmesini sağladığından serginin küratöryel kurgusu bu anlamda çok başarılı. Tıpkı asamblajların biçim ve içeriğindeki ilişki gibi mekandaki sergileme yöntemi de bütünle ilişkileniyor. Serginin daha iyi okunmasının yanı sıra ayrıca etkisinin kuvvetlenmesini de sağlıyor.
Ana girişteki ilk grup zaten ölçüleriyle de bir gruplaşma oluşturuyor. Kimilerinin maskülen olarak nitelendirebileceği malzemelerle, seyircinin karşısına çıkıyor. Aslında tüm sergi işlerinde bu malzemeler kullanılmış olsa da bu grupta bu malzemeler birebir ifade ettikleriyle temsiliyetler kurmadan işlerin içine yerleştirilmişler. İnşaat malzeme ve atıkları, parke yol taşları, betonlar ve çamurlaşmış yüzeyler. Bu oluşturulan yüzeyler rastlantısal olarak yüzeye kondurulmuş gibi gözüküyor ilk etapta. Sanki çamurlu şantiyelerin içinden koparak galeriye getirilmiş gibiler.
“Recoded Red” / Tuval üzerine karışık. 2022. 180x160cm (Sanatçının izniyle)
Halbuki bu kaba saba inşaat atığı malzemelerin rastlantısal yan yana gelmiş gibi gözükmesini sağlayan da, yan yana getiren de sanatçı Ebru Uygun. Bir sanat eserinde rastlantıyı hissettirmek, kurguyu minimize etmek, ¨-mış¨ gibi yapmayan eser üretmek demek... Bu zor bir iş.
Herhangi bir şeymiş gibi gözüken ve ayak altında kimi zaman ezilerek veya tiksinerek yanlışlıkla sürtünülen, es geçilenlerin tasarlanarak, yan yana getirilmesi, tekrardan kurgulanarak inşa edilmesi, yani yaşamın küçük bir modelinin, yaşam kadar gerçek olarak, katarsis yaratmadan ortaya konulması 20. yüzyıl avangart sanatçılarının da hep denediği bir durum.
Sanatçının müdahaleleri ile inşaat atıklarının bir araya gelmesinde, sanatçının kendini geri planda tuttuğu, görünmez olmayı tercih ettiğini seyirci düşünebilir. Fakat bu çamurlaşmış betonların ve yığıntıların içine biraz girildiğinde, sanatçının bıraktığı ve eserin yapısına dahil ettiği izlerle karşılaşılıyor. Bu durum eserin katmanlardan oluştuğunu gösteriyor bir anlamda.
İstanbul, inşaatlar, inşaat attıkları ve tiksinilen artıklarla karşılaşma anı olarak eser tam tanımlanabilecekken, sanatçının bıraktığı izlerle seyirci yeni bir katmanla daha karşılaşıyor.
“Light Time” / Tuval üzerine karışık. 2022. 180x160cm (Sanatçının izniyle)
Galerinin kısa metninde bu izlerin beden hareketlerinin yüzeydeki yansıması olarak tanımlanan bu katman, daha çok performatif bir anı ve/veya bir diğer deyişle bu izlerin bırakılma anındaki hareketin başlangıç ve sonuçtaki olası niyetinin ne olduğunu eserin içine katıyor. Ve hatta biraz ileri gidilirse süren bir eylemin küçük bir anına dönüşüveriyor eser. Bir hareketin dokümanı veya sanatçının günlüğü, kişinin hafıza/bellek inşası olabilir mi? Hoş geldin yeni katman.
Serginin ana salonunun tam karşısında en büyük ölçülü, siyah tonlarından dolayı büyük bir karamsarlık yaydığı belli bir eserle karşılaşıyor seyirci. 238x331 cm ölçülerindeki bu eser tek başına ikinci grubu oluşturuyor. “Halfeti’nin Siyah Gülleri”
“Halfeti’nin Siyah Gülleri” / Tuval üzerine karışık 2022 238x331 cm (Sanatçının izniyle)
Eserlerin derinliklerinde sanatçının sadece performatif izleriyle fark edildiği (hatta kimi izleyicilere göre belki de fark edilmediği) bir önceki grubun aksine bu eser; sanatçıyı ön planda tutarak, sanatçının toplumsal olanla ilgili hassasiyetiyle, sergiyi başka bir düzleme taşıyor.
Eserin ismi ve içeriği bilinmese bile ilk karşılaşmada ıstırabı hissettiren bu eser, diğer eserlerin kurduğu kendi özerkliklerinin tersine bir acının temsili olarak serginin ortasında konumlanıyor. Halfeti’nin yok edilişinin neden olduğu coğrafyadaki politik ve toplumsal çeşitli mağduriyetleri atlayarak, yok edilen siyah güllere odaklandığını sanatçı beyan etse de, eser sanatçısının önüne geçerek politik bir eleştiriyle seyircisinin içine yerleşiyor. Özellikle 20. yüzyıl düşünce ve siyasi tarihinin avangart sanatçıların deneylerinin üzerinden okunmasında olduğu gibi bu eser, coğrafi bir gündemle ilişki kuruyor. Bir önceki gruptaki eserlerde okunan sanatçının bellek çıktısına Halfeti’nin belleği ekleniyor.
Bunun dışında bir diğer önemli durum ise bu eserin sergiyi başka bir platformun belleğine eklemesi. Bu sergi, Halfeti hakkında araştırma yapan başka disiplinden bir uzmana, onlarca yıl sonrası için bile bir doküman alanı oluşturuyor. Bu, ayrıca sergiyi, disiplinler arası konumlanması ve/veya yayılması açısından da önemli kılmakta. Bu, bir sanat eserinin, toplumsal ve gündelik olanla ilişkilenerek geleceğe taşınması açısından önemli bir durum.
Bir kenti değiştiren, bozarak yeniden inşa eden, bir sistem hafriyatının tiksinti uyaranları ile başlayan dönüşüm ile bozulmanın çıktıları olarak okunabilecek yukarıda bahsi geçen çalışmaların aksine; galerinin arka bölümünde sergilenen eserler, daha sakin ve daha iç olanın sessiz ve yavaş değişim, bozulma ve yeniden var olma durumlarını görselleştiriyor.
Genel olarak açılan sergilerin, durağan hallerinin aksine bu sergi, seyircisine bir zamanın içinde gezindiğini hissettirebilir. Ama bu sergide, seyircinin zaman (ve mekân-galeri) içinde ilerlemesinden çok; zamanın, duran seyircinin etrafında dönmesinin amaçlandığı çok açık. Bu noktada son gruptaki eserler çok önemli. Çünkü ilk iki gruptaki karamsarlık ve izlerle hissettirilen alımlayıcının etrafında dönen ve yetişmesi neredeyse imkânsız bu hız, üçüncü arka bölümde bir anda yavaşlıyor. Hatta durma noktasına gelerek seyircisini sersemletiyor.
“Near White” Tuval üzerine karışık 2022 195x140 cm (Sanatçının izniyle)
Yine galerinin ön bölümündekilerin inşaatların dış cephelerinde kullanılan maskülen malzemelerle dominant ve ‘dediğim dedik’ diyen manipülatif, gürültülü işler, arka bölümde büyük bir sessizliğe dönüşüyor. Daha feminen ve ışık saçan aydınlık, bir evin iç inşasında kullanılan alçı, tutkal, bez gibi malzemelerle farklı bir dile evriliyor. Yıkık, yine çürük ve tortulanarak dağılmanın öncesindeki anları şüphesiz hissettiriyor bu asamblajlar. Ancak sanatçı yan yana, üst üste kurguladığı malzemelerin daha iyileştirici ve sakinleştirici ifadesi ile yıkarak değil de iyileştirilebilir bir durumu sakin sakin seyircisine aktarıyor.
“White Portal” Tuval üzerine karışık 2022 200x110 cm (Sanatçının izniyle)
Sergi genel olarak asamblaj teorisi üzerine kurulu. Ebru Uygun sosyal dünyanın etkilerini ve kaosu tanımlamak adına seyircisine bu bölümde açık açık alternatif bir yaklaşım sunuyor.
Tüm bu çözümlemeler sonrasında bakıldığında, bu sergi sanatın yaşamla kurduğu bağlantılara iyi bir referans olabilir. Ve yine bu sergi, politik bir angajmanı olmayan bir sanatçının, sadece hissettikleriyle bile nasıl politikanın bile önüne geçerek hayatla ilişkilenebileceğinin iyi bir örneğidir.
Gündelik hayattaki gerçek zamanlı yüzleşmelerle, sergi-eser ontolojilerinin oluşturulması da ayrıca, sanatın yüz yıllık külliyatlı işlevini yeniden hatırlatmalıdır.
Sergi 30 Ocak Pazartesi gününe kadar Dirimart Dolapdere’de görülebilir.