Bütün o gömülmüş cesetler şimdi konuşmaya başladı
Medgar Evers 1963’te, Malcolm X 1965’te ve Martin Luther King Jr 1968’de öldürüldü. Beş yıllık bir sürede bu üç adam da suikasta kurban gitti. Birbirlerinden farklı cephelerde savaşsalar da aynı taraftardaydılar ve en sonunda üçü de “tehlikeli” sayılmıştı. Yaptıkları ya da yapmaya hayatlarını adadıkları şey zordu; ırksal karmaşanın sisini ortadan kaldırmak ve Amerikan halkının bu ülkenin kanlı tarihiyle yüzleşmesini sağlamak.
Berna Metin
James Baldwin romanlarında işlediği konular ile Amerikan edebiyatına damgasını vurmuş güçlü bir kalem ve Amerika’da zencilere yönelik ayrımcılığı ve ırkçı şiddeti davet edildiği konferanslarda, televizyon şovlarında, gazete röportajlarında dile getirmekten asla geri durmayan önemli bir düşünce insanıdır. Romanlarında ele aldığı konular ve kuir kimliği sebebiyle uğradığı şiddet ve tehditler sonunda “nefes alamadığını” söyleyerek çocukluğunu ve ilk gençlik dönemini geçirdiği Amerika’dan ayrılıp Paris’e yerleşmek zorunda kalmıştır. Ta ki o gün yayınlanan her gazete ve derginin ilk sayfasında Dorothy Counts adlı zenci bir kadının okula giderken küfürler ve tükürüklerle hakarete uğrarken çekilmiş suskun ve acılı fotoğraflarına rastlayana dek. James, Amerika’ya geri dönme kararını verir ve şöyle yazar, “Bu tepemi attırdı, içimi hem nefret hem merhametle doldurdu. Ve beni utandırdı. Birimiz onun yanında olmalıydık!”
James Baldwin hiç özlemediğini söylediği Amerika’ya geri döndükten sonra son romanını yazmaya karar verdi. 3 arkadaşının, 3 direnişçinin, farklı yollardan gitseler de aynı amaç için mücadele eden Malcolm X, Martin Luther King Jr ve Medgar Evers’ın kesişen hikâyelerini yazacaktı. Bu kendi Amerika’sının anlatısı olacaktı, zulmün ve başkaldırının, 40 yaşına varamadan öldürülen 3 dostunun hikâyesi…
Medgar Evers 1963’te, Malcolm X 1965’te ve Martin Luther King Jr 1968’de öldürüldü. Beş yıllık bir sürede bu üç adam da suikasta kurban gitti. Birbirlerinden farklı cephelerde savaşsalar da aynı taraftardaydılar ve en sonunda üçü de “tehlikeli” sayılmıştı. Yaptıkları ya da yapmaya hayatlarını adadıkları şey zordu; ırksal karmaşanın sisini ortadan kaldırmak ve Amerikan halkının bu ülkenin kanlı tarihiyle yüzleşmesini sağlamak. James Baldwin bu adamları tanıyor ve seviyordu, Remember This House siyah adama duyulan saygının ve onu sonsuza dek hatırlayacak olmanın gururuyla dolu olacaktı.
Henüz yazılmadan adı konulan Remember This House (Bu Evi Hatırla) ne yazık ki tamamlanamadı. James Baldwin’in yazmayı tasarladığı kitaptan geriye sadece 30 sayfalık bir taslak kaldı. Yazacağı hikâyenin ana hatlarını anlattığı, dönemin önemli olaylarından, filmlerinden, kendi çocukluğundan ve dostlarının ölüm haberlerini aldığında hissettiği o korkunç sancılardan bahsettiği 30 sayfalık bir karalama defteri…
Henüz yazılmamış o kitabın taslakları üzerinden uzun yıllar geçti. Başka ölümler yaşandı, başka isyanlar filizlendi, başka direniş hikâyeleri yazıldı ama Amerika, kanlı tarihiyle yüzleşmeyi her defasında reddetti. Irkçılık ve ayrımcılık tüm şiddetiyle sürdü ve zencileri döven kuvvetli rüzgârlar asla durmadı. Bu uyumsuzluk, cehalet ve ırkçılık kokan yeniçağ Amerika’da köleliğin başladığı 17.yüzyıldan çok da farklı değildi. Sömürgeciliğin kırbaç sallayan Efendi’lerinin yerini tereddütsüz ateş eden polisler, iş vermeyen patronlar, siyah rengi hor gören politikacılar almıştı. İşin aslı Amerika topraklarında zenciler, bu anakaraya ayak basılan ilk tarih olan 1619’dan beri nefes alamıyor!
Haitili ünlü yönetmen Raoul Peck -ki kendisini The Young Karl Marx filminden hatırlayacaksınız- James Baldwin’in peşine düştü. Baldwin, ünlü yönetmenin ilk gençlik çağlarında okuduğu ve “benim sesim” dediği birkaç yazardan biriydi. Raoul Peck, bir hikâye arıyordu, Baldwin’i anlatan bir başlangıç noktasının peşindeydi. Ne aradığını bilmeden Baldwin’in peşinde savrularak aylar geçti. Bir gün ünlü yazarın kız kardeşi Peck’e bir defter verdi. Henüz yazılmamış bir kitabın taslağı olduğunu söylediği bu metin Raoul Peck’in başlangıç noktası olacaktı. James Baldwin’in tamamlayamadan aramızdan ayrıldığı o kitabı Raoul Peck sinemaya aktaracaktı. Zor ve cesaret isteyen bir işti. Raoul Peck, gençlik kahramanı Baldwin’den bayrağı devralmakla kalmıyor, yeni bir sesle eski bir hikâyeyi kendi diliyle yeniden yaratıyordu.
“Baldwin bana bir ses verdi, kelimeleri verdi, retoriği verdi. Cenazesinde Toni Morrison ‘Bana mesken tutulacak bir lisan verdin, öylesine kusursuz bir armağan ki bu, kendi icadımmış gibi görünüyor’ demişti. Baldwin, bütün bildiklerime ya da içgüdü veya tecrübeyle öğrendiklerime bir isim, bir biçim verdi. Artık ihtiyacım olan bütün entelektüel cephaneye sahibim.”
Ben Senin Zencin Değilim işte o 30 sayfalık taslağın kitabı. Filmler, anılar, fotoğraflar ve mektuplarla anlatılan “Amerika’da zencinin hikâyesi, Amerika’nın hikâyesi, hoş bir hikâye değil.”
Kırmızı Kedi Yayınları’ndan Sevin Okyay çevirisiyle çıkan Ben Senin Zencin Değilim bir tanıklık anlatısı. Beyaz adamın nefretinin ve siyah adamın öfkesinin, aşağılanmışlığın ve yıllara yayılan direnişin kitabı. Aynı adlı belgesel filmi de olan Ben Senin Zencin Değilim, James Baldwin’in sesi ve Raoul Peck’in görüntüleriyle okuruna şunu soruyor,
“Beyaz erkekler zencileri oğulları olduklarını bilerek linç ettiler. Beyaz kadınlar zencileri âşıkları olduklarını bilerek yaktılar. Bu bir ırk sorunu değil. Hayatınıza bakıp ondan sorumlu olmaya hazır olup olmama ve sonra da onu değiştirmeye başlama sorunu.”
Hayatınıza bakıp, ondan sorumlu olmaya hazır mısınız?
KÜNYE: Ben Senin Zencin Değilim, James Baldwin, Çevirmen: Sevin Okyay, Kırmızı Kedi Yayınları, Haziran 2020, 140 sayfa